Bileceğim şimdi
"Nerede kaldınız" diyemeyecek.
- Geldik işte baba!
***
O yıllanmış yusuf ağacının altında hasır sandalyeye yumulmuş yorgun ama tıknaz bacakları, kucağına serilmiş peşkiri, elindeki gazetenin kenarından kımıldayan badi parmakları, ak saçlarına sızan gün ışığıyla kaldırmayacak başını.
- Doğan'ın maçı var mı bugün?
- Yok baba, ligler tatile girdi.
***
"Gahbaoğratlı" diye sinirlenmeyecek!
Neydi sahi bu kelime?
"Kahpe oğlu"ndan mı gelmiş, yuvarlana yuvarlana böyle mi olmuştu dilinde?
- Noldu baba gene?
- Sıçtılar memleketin içine!
***
Artık ben çocuk değilim.
Büyüdüm.
- Eşşek kadar adam oldum be baba!
Ve bu büyümenin berbat yanı şu ki, gidenlerin gerisinde kalbinizin kuytusundan eksiliyorsunuz sürekli...
Onlar kendileri gitmiyor ki sadece...
Sizden de bir tutam saklıyor; gözünüzden bir ışık, dilinizden gerçeği kanatan bir söz, güneşe tutkun bir umut yanında götürüyor...
- Leymosun'a ne vakit götürecen bizi?
- Gideceyik be baba, ilk fırsatta...
***
Beşparmakların yokuşuna tırmanırken hayatı, bir şişe viski hediye edeceğim adam yok şimdi...
- Bekleyin, kaçmayın, size üzüm kesecem...
***
Nasıl ki takmadım saatleri...
Kolumda saatim olmadı hiç...
Düğünümde babam takmıştı, "bu iyidir" demişti, "bak aynısından benim de var, öyle pil mil istemez, kurmaya gerek yok, hareket ettikçe, elin kolun sallandıkça kendini kurar, tıkır tıkır çalışır, evladiyeliktir..."
Kütüphanede duruyor o saat!
***
Bir sene evvel bu zamanlar, bir saati kalmıştı geriye, bir de yakın gözlüğü...
Bir de...
"Çok iyi insandı baban" derler...
Ne büyük bir miras kalmış öyle...
***
Öyle kucaklaşma, öpüşme, el öpme adetlerimiz olmadı pek...
Bakışırdık...
Ve anlardık birbirimizi, anlatırdık...
Şimdi ben toprağa bakacağım, toprak konuşmayacak bana, mermere bakacağım, mermer gülümsemeyecek, taşa bakacağım anlatamayacak...
"Mevsimi gelince çiçekler ekeriz" diyeceğim ben...
Ve bileceğim gerçeği...
Gün sızacak içime, badi parmağım titreyecek...
Bileceğim, saatler durdu...
Çocukların sırtından reklamları izlediniz
Bir dershanemiz “yüksek puanlı” çocuklarını basın önünde tanıttı. İşin “artı” amacı apaçık ortada: Seneye daha iyi “müşteriler” toplamak.
Sırtlarından kazanılan para yetmiyor, bir de “reklam ikonu”na dönüştürülüyor yavrular… Yoksa öyle bir başarı takdimi, alkışlamak değil mesele…
En manidarı şu.
Röportaj yaptığımız yavrulardan biri diyor ki, “Başarımın sırrı dersi, derste dinlemek…” Tamam sevgili evlat da… Dersi derste dinliyorsan, okulda…
Dershane niye?
Kim bilir fazladan kaç para…
***
Birkaç soru…
Dershanenin kaç öğretmeni devletin okullarında da görevli?
Bu çocukların gerçek okulları niye başarılarını sahiplenmiyor?
SAĞLIKTA bir mahkeme kararı var. Kamu görevlisi için “özel ücretle müşteri ilişkisi”ni yasaklamış.
Peki bu mahkeme kararı EĞİTİMDE niye uygulanmıyor?
Ve “şov”u yapılan bu sınav sonucu, her bir aileye, kaç paraya mal oluyor?
Engelledim!
Kimilerini tek bir “tık”la hemen “sosyal” ömrümden eksiltiyorum...
Facebook’un en fazla bu özelliğini sever oldum: Engelle!
Keşke hayatta da bu kadar kolay olsa.
Peki kimleri engelliyorum...
- Paylaşılan içerikle hiç alakasız yorum yaparak, yalan ve hileyle kin kusanları.
- İflah olmaz musallatları.
- Küfredenleri.
- Bayrak fetişizmi yapanları.
- Düşmanlık ve ayrımcılık üfürenleri.
- İftira ve çirkefe batanları.
- Kolaycılıkla, içerikten koparak, her meseleyi “particilik” üzerinden “suçlama oyunu”na dönüştürenleri.
- Kendilerini “ak pak”, gerisini “pislik” görenleri...
Garanti!
Niye “garanörlük”ten ürküyorum.
Soruyorlar!
-Çünkü “garantör” güvenlik adına o kadar “geniş” yetkilere sahip ki, sizi de her an içeriye atabilir.
- Tek gerekçesi olur: Güvenlik
- Bakınız: Türkiye!
- Hürriyet’in eski Genel Yayın Yönetmeni, milletvekili, 25 yıl hapse gönderiliyor! Niçin? Bir gazeteciye ‘belge’ vermiş. Peki ‘belge’ yalan mı? Yanıtsız!
- Diyeceksiniz ki “gazetecisin, o nedenle böyle hassas davranıyorsun...”
- Peki kim kaldı içeri tıkılmayan? Öğretmen mi? Doktor mu? Akademisyen mi? Belediye Başkanı mı?
- İki eğitimci 100 gündür açlık grevinde... Ölecekler göz göre göre.
- Garantör ‘garanti’ mi ‘tehdit’ mi?
- Bu çağda, hele de olanca malını mülkünü yitirmiş acıyı türlüsünü tanımış bir toplumun, yeniden “çatışacağına” inanmıyorum.
- Savaş yıkımını deneyimlemiş insanların yeniden birbirlerine “çatışma tehdidi” oluşturacağını aklım almıyor.
- “Güvenlik” ihtiyacı için en temel seçeneği “barış” görüyorum.
- Avrupa Birliği üyesi bir “ada”nın “garantör” ihtiyacını fazlaca evhamlı buluyorum.
- İlla ki endişe varsa, farklı alternatifler görebiliyorum.
- Ve yine biliyorum ki, şu anki “garanti anlaşması” ile “pratik” örtüşmüyor.
Liderlik
İyi liderden alınacak dersler vardır.
Zeljko Obradoviç röportajını okudum, Ayşe Arman'ın...
'Takım' yöneten bir bir lider... Ve 9 kez Euro Lig şampiyonluğu yaşamış.
Rastlantı olamaz.
...
Peki nedir Obradoviç'in liderlik sırları?
- Önce doğru takımı oluşturmak, sonra takım ruhunu pekiştirmek ve birlikte hareket etmek!
- Deha meha yok, çalışmak var!
- Mental güç, kendinize güven duymanız demektir.
- Yaşam bir kavgadır. Pozisyon için, yer için, başarı için, maç kazanmak için, her şey için.
- Herkes hata yapar, en iyi oyuncular bile.
- Kurallarınız olacak. Ve bu kurallara uyulacak. Uyulmazsa bedeli olacak.
- Saygı görmek istiyorsan, saygılı olacaksın!
- Bu kadar basit.
haftanın notcukları
-Yeni taş ocağı izni verenlere:
OYMADIĞINIZ ne kaldı?
- Kırmızıda son sürat geçen kamyon şoförü, üstelik bir de cep telefonunda konuşuyordu.
Ahmet Kaya’nın şarkısı geldi aklıma:
“Bugün de ölmedik anne!..”
- Beyyine Külfeti!
Yani ‘İspat yükümlülüğü...
Bu lafı herkes ezberlemeli...
- “Rüşvetin ispatı mı olurmuş....”
KAÇAMAK bu işte!