
Bilekteki kelepçe: Ekonomik bağımlılık
34 yıldır gazetecilik yapıyorum, yurdumuzda basının hiç bu kadar kirlendiğini ve menfaat grupları tarafından kuşatıldığını görmedim.
Cenk Mutluyakalı
cenk@mutluyakali.com
Basın özgürlüğü çoğunlukla elleri kelepçeli gazeteciler üzerinden tartışılır; katledilen ya da hücrelere gönderilen fikir emekçileri ile anımsanır. Elbette bunlar ürkütücü gerçeklerdir ve Kıbrıs basın tarihinde derin izler bırakmış, unutulmaz acılar vardır.
Yine de itiraf etmek gerekir ki şimdiki zamanlarda basın özgürlüğü önündeki en yaygın engel, ekonomik bağımsızlığını elde edememiş medyamız ya da gazetecilerdir.
Bilekteki görünmez kelepçe ekonomik bağımlılıktır.
Büyük sermayelerin Kıbrıs Türk basınına yönelik kuşatması, mahkeme koridorlarında duruşma sırasını bekleyen gazetecilerden bile daha büyük bir tehdittir.
Birinin hedefi korkutmak, sindirmek baskılamaktır; öteki ise “satın alarak” şirinlikle meseleyi çözer.
“Yaşamak ağrısı asıldı boynuma…”
34 yıldır gazetecilik yapıyorum, yurdumuzda basının hiç bu kadar kirlendiğini ve menfaat grupları tarafından kuşatıldığını görmedim.
Kirin görünmez olduğu bir kirliliği işaret etmek istiyorum.
İkram, danışmanlık, destek, reklam, sponsorluk, işbirliği gibi pek çok farklı isim altında yapılan anlaşmalar gazetecileri suskunlaştırmaktadır.
Mesele söylenenler ya da yazılanlar değil, susulanlar ya da görmezden gelinenlerdir.
Medya özellikle sahiplik yapısı anlamında, gazetecilik maksatları dışında ele geçiriliyor, ihale işlerinde kullanılıyor, iktidarlara alan yaratıyor, haksız menfaat elde ediyor.
Sermaye grupları değil yalnızca, yeri geldiğinde özgürlükçü, sosyal demokrat ya da ilerici gördüğümüz gruplar dahi özel anlaşmalarla kendi medyasının kontrolünü elinde tutuyor, kendi gazetecilerini yaratıyor, kendi çığırtkanlarını besliyor.
Çünkü kapalı bir ekonomide, medyamızın, olağan geliriyle kendi ayakları üzerinde durabilmesi imkansıza yakındır. İşte bu nedenle kendisine mali destek sağlayanlara karşı çok fazla kırılgandır medya…
Kıbrıs Türk basınının görünmez emekçileri, özel sektör medyasında muhabir ya da operatör olarak görev yapan işçiler, çoğunlukla “asgari ücret” düzeyinde bir gelirle yaşarlar. Böylesi bir ortamda “özgürleşmek” ciddi bedeller, katıksız bir karakter, ideallere bağlılık gerektirir.
Bir grup editörün, yazarın ya da ekran yüzünün sahip olduğu konforlu yaşam koşullarına, bağımsız bir gazetecilik emeğiyle sahip olmak kolay - veyahut mümkün- değildir. Hani eski filmlerdeki “fakir ama gururlu gençler” yine vardır, yok değil ancak onların üretimi kamuoyu oluşumunda çok fazla belirleyici olamaz. Üstelik bu “fakir ama gururlu” gençler çoğunlukla karar verici koltuğundan da uzaktır.
“Düşüncemize kelepçe, sesimize hücre, ifademize kilit”
Elbette son dönemde “hükümet”in Meclis gündemine getirdiği yasa değişiklik önerileri ile gelişen tehdidi görmezden gelmiyorum.
Türkiye’deki “dehşet” basın tutsaklığı gerçeğinden kopyalanmak istenen girişimler ürkütücüdür.
“Burada ne varsa orada da olacak” yaklaşımıyla önce “havuz medyası” mühendisliği başlatılmış, ardından sıra yasaları ellemeye gelmiştir.
O eller temiz de değildir.
Unutulmasın, Kıbrıs Basını’nı ilk düzenleyen Osmanlı Yasaları’dır ve ilk yasa da 1864 tarihli “Matbuat Nizamnamesi”dir. Bu “nizamname” ile Ahmet Tevfik Efendi tarafından yayınlanan Akbaba gazetesi, 17 Şubat 1898’de Padişah Abdülhamit tarafından kapatılmıştır.
127 yıl sonra şimdi yine bir “padişah” tavrıyla gazeteler ya da gazeteciler “içeriye” kapatılmak istenmektedir.
Kıbrıs Türk Basın Tarihi 1920’li yıllarda “Sansür Kanunu”nu deneyimlemiştir. Söz gazetesi 1937’de bir ay süreyle böyle kapatılmıştır.
İyi de şimdi hangi çağdayız?
Girne Kalesi’ne hapsedilen Mehmet Remzi Okan’a yaşatılanlar, yaklaşık bir asır sonra Ağır Ceza”da yargıladıkları Ali Kişmir’e uygulanmak isteniyor şimdi…
1925’lerde sokak ortasında dövülen Doğru Yol gazetesi sahibi Ahmet Raşid Bey’i hedef gösteren zihniyetten ne farkı vardır, 22 Ocak 2018'de Afrika gazetesi önünde düzenlenen linç girişiminin…
Osmanlı topraklarına girmesi yasaklanan Ahmet Tevfik Efendi gibi Türkiye’ye girişleri yasaklanan gazetecileri de düşününce, yüzyıllık zamanın değiştiremediği gericiliğe kahrediyor insan…
Son dönemde havaalanlarında nezarete alınan Kıbrıslı Türklerin çoğunun gazeteci ya da medyada kalem oynatan kişiler olmasının basın özgürlüğüyle bir ilgisi olmalıdır herhalde…
“Yasa tehdidi” meselesine dönecek olursak…
Kimi sosyal medya üreticilerinin yarattığı kirliliği gerekçe göstererek “Ceza (Değişiklik) Yasa Tasarısı”, “Özel Hayat ve Hayatın Gizli Alanının Korunması (Değişiklik) Yasa Tasarısı” ve “Müsfidane Yayınlar (Değişiklik) Yasa Tasarısı” ile gündeme alınmak istenen adımlar, düşünce özgürlüğü için son derece tehlikelidir.
“Düşüncemize kelepçe, sesimize hücre, ifademize kilit istiyorlar” demiştik o dönem…
Bu tehlikelere karşı sesler yükselmiştir.
Tehlike geçmiş de değildir.
Bir rejim sorunudur bu aynı zamanda…
Fazıl Önder, Ahmet Muzafer Gürkan, Ayhan Hikmet ve Kutlu Adalı’yı katleden “ayrılıkçı” kötülüğün halen varlığını koruduğu bilinciyle hep uyanık olmak zorundadır toplum…
Uluslararası Haber Güvenliği Enstitüsü’nün (INSI) verilerine göre 2024 yılında dünyada öldürülen gazeteci sayısının 104 olduğunu düşürsek adamızdaki durumu son derece konforlu görebiliriz.
Yine de, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü vesilesiyle yayımladığı 2024 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde kuzey Kıbrıs’ın 180 ülke arasında 90’ıncı sırada yer aldığını, böylece geçen yıla göre, 14 sıra gerilediğini unutmamalıyız.
Burada esas unsur kanımca özellikle sahiplik yapısı ve ekonomik bağımlılıkla ortaya çıkan tehdittir.
En yaygın tehdit
Gazetecilik disiplinlerini iktidarlara, partilere, sermayeye paspas yapmamalı gazeteciler… İhale oyunlarının göbeğinde kendine pay aramamalı… Duymaz, görmez, konuşmaz olmamalı… Bunun için ekonomik bağımsızlığı olmalı önce… Kendi ayakları üzerinde durabilmeli…
En az yasa, polis, iktidar tehdidi kadar bunu da konuşabilmeliyiz. Bunu da tartışabilmeliyiz, samimiyetle…
Çünkü bu gerçeklik yeni sansür ve baskı biçimleri, otosansür ve kontrol araçları, manipülasyon ve dezenformasyon süreçleri yaratmaktadır.
İfade özgürlüğü haklarını gazetecilik yoluyla kullanan kişilerin, işlerini hiçbir kısıtlama olmaksızın yapabilmeleri gerekir.
İşte bu “kısıtlılık” hali açısından ülkemizdeki en yaygın sorun gazetecilerin şiddet ve tehditlerin hedefinden önce yüzleştikleri ekonomik bağımlılıktır. Editoryal bağımsızlık böyle kaybolmuştur çoğunlukla…
Ekonomik bağımlılık, gazetecileri her an baskı altında hissettirir. İşlerini kaybetme korkusu, gazetecilerin eleştirel haber yapmaktan kaçınmasına ve otosansüre yol açar. Gazeteciler reklam verenlerin çıkarlarına uygun haber yapmaya zorlanırken; bu durum, özellikle ticari ve siyasi aktörlerin medyayı yönlendirmesiyle sonuçlanır. Kamu medyasının iktidar eliyle kontrol edildiğini düşündüğümüz zaman da durumun vahameti ortaya çıkar. Kamu, ekonomik açıdan çok daha güvenli ve korunaklı ancak içerik üretiminde siyasi kontrol altındayken, özel medya ise güvencesiz, korumasız ve parasız bir halde, kendini finanse eden menfaat gruplarının sesine dönüşür.
Bu durum, halkın doğru ve tarafsız bilgiye erişimini engeller. O nedenle bilekteki görünmez kelepçedir.
Erişim tapınmacılığı
İfade özgürlüğü için bilgi üretimini gündeme getiren Ulla Carisson ve Peeta Pöyhtari, “Gazetecilik Saldırı Altında” adlı kitabında, ifade özgürlüğünün temel bir hak olduğunu anlatır.
İki yazar şu önemli noktaya da dikkat çeker: Bir haktır ancak başkalarının haklarına saygı ve sorumluluk gerektirir.
“İfade özgürlüğü hukuki, etik ve ahlaki boyutlara sahiptir. Evrensel iyilikle ilgilidir.”
Yeni medya dedikleri ve çoğunlukla sosyal medya üzerinden çoğaltılan doğrulanmamış içerik üretimi ve sansasyon merağı da basın özgürlüğü önünde ciddi tehdittir.
Saygı ve sorumluluktan uzak yayınların sanki bir “gazetecilik” ürünü gibi sunulması, görünür olmak isteyen çevrelerin “erişim” tapınmacılığı ile sürüklendiği popülizm ve dijital ağlar üzerinden bilgi kirliliğinin yarattığı güvensizlik basın özgürlüğü önündeki diğer engellerdir.
Mahalle baskısı
Basında “karşı mahalle”yi eleştirmek ve sorgulamak söz konusuysa, bu kolaydır! Özgürlüğün asıl ölçütü kendi mahalleni eleştirebilme gücüdür.
Alınız size bir engel daha: Mahalle baskısı!
Kıbrıs Türk medyasının ciddi sorunlarından biri de budur.
Kendi mahalleni sorgulayamazsın!
Buna kolay kolay izin vermezler…
Bu yöndeki tahakkümü de pek kabul etmezler.
Bu yazının sonuna “mahalle baskısı”nı da bir özgürlük engeli olarak koymasaydım, eksik kalırdı.
Son söz olarak diyeceğim şu: Basın özgürlüğünü korumak istiyorsanız, nitelikli, haysiyetli, heybesinin değil hakikatin peşinde nefeslenen gazetecileri ve kurumları koruyunuz, kollayınız.
Anahtar toplumdadır!
Bu sahiplenme olmazsa eğer başka anahtar gelir, kelepçeyi kilitler, duyduğunuza ve gördüğünüze inanarak hep yanılırsınız!
