1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Bir adamın gözünün içine bakarak, onu öldürdünüz mü?”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Bir adamın gözünün içine bakarak, onu öldürdünüz mü?”

A+A-

MESARYA’  DAN HATIRALAR…

 

Dr. Derviş Özer

Korona virus günleri, yapacak bir şey yok,  evde oturup filim seyrediyorum. “Demir Haç” filmi; küçük bir Rus askeri, asker değil çocuk daha. Alman askeri onu bırakmak istiyor ve "Git,  ilerisi sınır" diyor.
Titredim, "Şimdi arkasından vuracak" dedim. Filmin devamını seyredemedim. Küçük çocuğu vuracak diye…
Neden birini öldürürken, “Sen git, burası Rum köyüdür, oraya git” deyip arkasından vururlar?
Neden mi?... Gözlerinin içine bakamazlar. Onlarda o cesaret yok. Bir kişiye “ben seni öldüreceğim diyecek … yok. Sadece arkasından vurma cesareti var. Kaç kişiyi böyle öldürdüler 1974’te.  “Seni bıraktım, hadi git, burası Rum tarafı, kurtuluşa giden yol, hadi seni bıraktım, git” deyip arkasından vurdular. Ne kadar korkunç. Ona tam özgürlüğü verirken öldürmek. Bu bir şaka olmalı. Benim ülkemde bu şakayı kaç kişi yaptı kim bilir.  Sen de yaptın mı?
Ne kadar korkunç bir şaka! 
Bir kişiyi vurmak üzeresin ve onun gözlerine bakamıyorsun. Gözlerine bakamadığın için “Git!” diyorsun, arkasından vuracaksın; onu hayallerinde, sevincinde. Sen onun  kurtuluş hayallerinde yok edeceksin. Bu kadar mı korkaklık, bu kadar mı şerefsizlik? Yok etmek için bu kadar yalan söylemek. Ölecek olan bir kişiye umut verme. Bu mu sizin vicdanınız.
"Ben Savaştım" dedi. "ben vatanımı korumak için savaştım" dedi.
“Sen Türk askerine kurşun sıktın" dediler.
O korkmadan "hayır ben vatanımı korudum" dedi…
"Ben ülkem için savaştım" dedi…
Ama dinlemediler…
“Sen gidebilirsin, az ilerideki köy Rum köyüdür” dediler.
Yani kısacası ölmeyi göze alan bir adamın karşısında “Seni öldüreceğim” demeyi göze alabilecek yürek yokmuş bunu yapanlarda.
Ve arkasından vurmaya çalıştılar. 
Tam da umutların yeşerdiği anda. 
Vurdular ve yaktılar.
Üzerine bir saman balyası koyup yaktılar.
O,  ölümden korkmayacak kadar cesaretli idi ama onu öldürenler gözünün içine bakamayacak kadar cesaretten yoksun zavallı kişilerdi.
 “Sizi Leymosun’a, esir kampına götürüyoruz” dedikleri Dohni’den Kıbrıslı Türkler’i Palodya askeri kampında yere oturtup, cüzdanlarını ve saatlerini topladıktan sonra onlara birer sigara verip içmelerini sağlayan o korkaklar da böyleydi – onlar da “Sizi öldüreceğiz” deyip gözlerine bakamadılar insanların, “sizi Leymosun’a, esir kampına götürüyoruz” dediler, sigara verdiler birer tane, içsinler, güya dinlensinler… Ve sonra da kurşun yağmuruna tutup onları öldürdüler… Gözlerinin içine bakıp “Sizi öldüreceğiz” diyemediler… 
Kaç kişi böyle adam ya da kadın, çocuk öldürdü? Sen de öldürdün mü? Umut verip arkasından kurşun sıktın mı?... Öldürüp yaktın mı? Ayakkabılarını çıkarıp aldın mı? Sonra ceplerini yoklayıp ne varsa aldın mı?... Cüzdanın içindeki çocuğunun sevgilisinin resmine bakarken ne düşündün? Düşünebildin mi?
Şimdi anlıyorum Kıbrıs’ın neden tam bir bataklık olduğunu, insanların neden birbirlerinin gözlerinin içine bakamadığını…
Şimdi anlıyorum cesaretin bu topraklardan ne kadar uzak olduğunu, bu toprakları korkakların, ürkeklerin, cesaretten yoksun olanların yönettiğini…
 


Bir zamanlar Ayluga panayırı…

yk.jpg

Bu fotoğrafı Besim Baysal arkadaşımız paylaştı – bir zamanlar Ayluga panayırını gösteriyor… Ayluga mahallesi, bir zamanlar karma bir mahalleydi Lefkoşa’da ve burada Kıbrıslıtürkler, Kıbrıslırumlar, Kıbrıslıermeniler birlikte yaşardı… 1950’li yılların ikinci yarısından sonra bu mahalle de korku, provokasyon ve şiddete kurban edildi ve burada yaşayan Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıermeniler kaçırıldı… Ayluga kilisesinin avlusunda her zaman düzenlenen panayırlar da sona erdi, hatta kilisenin çan kulesi yıkılmaya, kilise yakılmaya çalışıldı birkaç kez…

Ayluga panayırına adamızın tüm toplumlarından insanlar katılarak, burada satılan yiyecek içeceklerden alırlar, çocuklar yemişlerle mutlu olurdu… Fotoğraf işte bu yüzden tarihi bir fotoğraf: Artık geri dönülemeyecek bir hatıra bu çünkü… Geçmişten bir güzel anı… Besim Baysal arkadaşımıza bu fotoğrafı paylaştığı için çok teşekkür ederiz…


Lurucina’nın yemişçi nenesi Fatma Giççu…

ss-096.jpg

Artun Gökşan Lurucinalı’nın paylaştığı, Lurucina’nın (Akıncılar) yemişçi Fatma Giççu nenesi, onu hatırlayan herkesi duygulandırdı…

“LURUCİNALIYIK” başlıklı sosyal medya sayfasında paylaşılan bu fotoğrafla ilgili hatıralarını paylaşan Lurucinalılar, çocukluklarını ve yaptıkları muziplikleri hatırladılar.

Giççu nenenin üç ismi varmış: Fatma, Kadriye  ve Gadina…

Veli Arzu Cufoglu “Giççu nene, Uşi sülalesinden Hüseyin Mustafa Gutsullo’nun tek evladı idi… Adı Kadriye, Fatma ve Gadina olarak da bilinir yani üç isimli idi” diyor.

Mustafa Sakallı, “Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun… Bizler çocukken şişe toplar, rahmetli Cefalali’ye satardık, gabbar toplar Hoca’ya satardık, aldığımız para ya yarım şilindi ya üç beş kuruş idi, o paraynan Giççu nenemizden gara sakız, fiza, Giçço dedemizden de bastelli alır yerdik… İkisinin de ruhu şad olsun, mekanları cennet olsun… Bizlerin Gara Sakız aldığımız yemişcimizdi Giççu nenemiz…” diye hatırlıyor.

Sultan Barbaros ise, “Giççu nene… Bütün çocukların Giççu nenesiydi… Onun yemişlerini çalmayan çocuk yoktu… Haberi yok muydu? Vardı… Göz yumardı… Yokluk yılları idi…” diye yazıyor.  Emine Yusuf ise “Gingu neneme gittiğimde, bir kuruş ile duzlu leblebi alırdım” diye hatırlıyor.

Mesat Huseyin ise “Ortaokulumuz Gommatgazmeno’nun evlerinde iken, tam Mustahi’nin evleri karşısında, Gitçu nene ve Gidço dededen teneffüslerde dükkancıklarına gider, kuru yemişler, şekerler vs. alırdık paramız olaydı, bazan paramız olmadığında Gitço dededen gizli verirdi bize bircez şeker yahut leblebi veya yakınında ne varsaydı. İkisini de Allah rahmet eylesin. nur içinde yatsınlar” diyor.

Hüseyin Selim ise Gitçu neneyle ilgili olarak şöyle yazıyor:

“Köyün ilk yemişçisi idi. Şeker, kuru yemiş, küsbe, nane şekeri, şeker badem ve fıstık, leblebi satardı. Boş CARS potin boyası şişelerini götürür, karşılığında yemiş alırdık. Giçço dede da eşeği ile köyü dolaşır, yemiş ve kokulu sabun satardı… Allah rahmet eylesin…”

Seval Ahmet Seydali ise, “Pastelagiyi unutmayın, Allah rahmet eylesin” diye yazıyor…


Kemal Aktunç’un önerisi:

“Mayıs ayının ikinci Pazarı neden Dünya Lurucinalılar Günü olmasın?”

Artun Gökşan Lurucinalı’nın “Lurucinalılar” sosyal medya sayfasına aldığı, Kemal Aktunç’un bir yazısı, Mayıs ayının ikinci Pazar gününün “Dünya Lurucinalılar Günü” olmasını öneriyor…

Kemal Aktunç, Lurucina’yla ve bu önerisiyle ilgili şöyle diyor:

“Lurucina, Kıbrıs’ın bilinen tarihiyle birlikte yaşayan bir köyümüz. Son 1970’lere kadar 3 binin üzerinde nüfusuyla bulunduğu yörenin merkezi durumunda iken, günümüzde 300 kişilik sakiniyle adeta yaşam savaşı veren bir köyümüz. Lurucina, hem içinde yaşayan insanlara hem de çevre köylere hizmet veren bir kasaba olduğu kadar, 1950’lerden sonra yöredeki tüm Kıbrıslı Türklere güvenli bir barınak, sığınılan bir yuva oldu. 1963 olayları ile birlikte Lurucina, çevredeki Dali, Bodamya, Arpalık, Piroi, Petrofan, Goşşi, Koççat, Matyat köylerinden göç eden Türklere kucağını açarak, ‘yerli-göçmen’ ayırımı gütmeden tüm yöre insanlarının birlikte yaşadığı, ekonomik ve sosyal dayanışmanın en güzel örneğini verdiği bir kale oldu.

Bir başka açıdan bakarsak, 1950’li yıllarla birlikte Lurucina, hem yoksulluğun doğal sonucu olarak göç nedeniye dışarıya nüfus vermiş, hem de 1963’te başlayan toplumsal olaylardan kaynaklanan göçler nedeniye yöreden nüfus almıştır. Oluşan ekonomik paylaşım, birlikte üretim, birlikte eğitim, sosyal ve kültürel yaşam birlikteliği bahsedilen köyleri de içine alan tüm yöreye bir ‘’Lurucinalılık’’ özelliği kazandırmıştır. Ortaokulu, Sağlık Ocağı, Akıncılar Spor Kulübü, Sineması, Kooperatifi ve Belediyesiyle, Lurucina tüm yöreye mal olmuştur. İnsanlar evlerini, tarlalarını paylaştılar, birlikte çalıştılar, birlikte ürettiler, çocukları okullarında birlikte okudular, gençleri takımlarında birlikte futbol oynadılar, birlikte aynı takımın taraftarı olmanın heyecanını duydular.

1970’lere gelirken Lurucina, genç nüfusun yurtdışına olan göçünün sürmesine rağmen, 3 bini aşan nüfusuyla ve sürekli gelişimiyle yörenin merkezi olma konumunu sürdürürken, 1974’le birlikte Kıbrıs’ta oluşan yeni statüko sonucunda, nüfusunun ezici çoğunluğu, başta Akdoğan (Lisi) olmak üzere Kuzey Kıbrıs’ın birçok yerine dağılınca, tüm canlılığını kaybetmiş, yaklaşık 300 kişilik bir ‘’hayalet’’ köy durumuna düşmüştür. Boş ve sessiz konutları, tenha ve geceleri karanlık sokakları, atıl kalmış işyerleriyle, ama orada kalmış 300 kusur kişinin inadına sürdürdüğü yaşam mücadelesiyle, tüm sıkıntılara direnerek ayakta kalan bir köy. Lurucina içinde yaşam kavgası veren 300 kusur insan, ancak Lurucina dışında kalbi orası için atan binlerce Lurucinalı.

Bugün, Kıbrıs’ın kuzeyindeki tüm kasaba ve köylerin yanında, yurtdışında çeşitli ülkelerde yaşayanlarla birlikte toplam 20 bin Lurucinalı’dan bahsedebiliriz. Başta Londra ve İngiltere’nin diğer şehirleri olmak üzere, Türkiye, Avustralya, ABD, Kanada, Almanya ve diğer ülkelere yayılmış binlerce Lurucina kökenli insanımız içinde, Lurucina ve yöresinde yetişmiş, okullarında okumuş, ovalarında üretim yapmış, takımında top oynamış, Akıncılar’ın fanatik taraftarı olmuş, kültür sanat etkinliklerinde yer almış, tiyatrolarında oynamış, öğretmeninden mühendisine, doktorundan profesörüne, gazetecisinden edebiyatçısına, her türlü sanatkar, aydın ve zanaatkarına kadar binlerce insan; binlerce emekçi-üretici var. Bunların tümünün Lurucina özlemiyle yüreğinin attığından kuşku yoktur.

Ben kendi hesabıma, son yıllarda senede iki defa organize edilen ‘EVVEL ZAMAN İÇİNDE LURUCİNA’ ve ‘LURUCİNA YAŞIYOR’ panayırlarının günleri yaklaşınca duygusal bir heyecan içine girer ve günün gelmesini iple çekerim. Ve o gün, Piroi’yi geçip köye doğru ilerlerken, böğrülce-domates ektiğim ovalar, üzüm topladığım bağlar, nöbet tuttuğum tepeler, okuduğum ortaokul gözlerimin önüne gelir, yoksullukla birlikte aramızda oluşan dostluk, yardımlaşma ve dayanışma içinde geçen yaşamı anımsar, geçmişe özlem duyarım. Yıllarca görmediğim köylülerim ve arkadaşlarımla buluşmanın tatlı heyecanını yaşarım.

Akıncılar Ortaokulu’ndaki sınıf arkadaşları olarak (hayatta olanlar) senede bir defa Lurucina’da yemekte buluşup geçmişi anımsama etkinliğine katılım her zaman eksik oluyor, ve vaktimiz katılamayan arkadaşları konuşmakla geçiyor. Gerçek şudur ki, dünyanın her tarafına yayıldığımız için bir araya gelemiyoruz.

Gerek panayır etkinliklerinde gerekse diğer özel günlerde bir araya gelen herkes, birbirlerine, uzun zamandır görmediği ve hatırladığı kişileri sorar, nerede olduğunu öğrenmeye çalışır. Ve bu özel günlerde bir araya gelen, birbirini gören insanlarımız, konuyu açarak; dünyada çeşitli toplumların veya grupların ‘’özel günleri’’ olduğu gibi, bizim de bir ‘’Dünya Lurucinalılar Günü”müz olmaz mı? diye düşünüyoruz. Tüm dünyaya yayılmış olan ve çıktığı yörede kalan 300 kişiyle adeta ‘son mohikanlar’ durumuna düşen bir topluluğun neden bir Dünya Günü olmasın?

Lurucina yaşıyor, Lurucinalılık da yaşamalı ve yaşatılmalıdır, diye düşünüyorum ve eminim kökeni Lurucina yöresinde olan herkes bu düşünceyi paylaşmaktadır. Dünyanın neresinde olursa olsun, bireyin kendi kökenine ve kimliğine sahip çıkması ve özel bir günde kimliğini anması temel insan haklarından biridir.

Örneğin, her yıl Lurucina Panayırı’nın organize edildiği, Mayıs ayının ikinci Pazarı neden ayrıca Dünya Lurucinalılar Günü olmasın? Londra’da veya Avustralya’daki bir köylümüz o günü yaşarken kökenini, kimliğini hatırlayacak ve “Bu gün benim günüm” diyecek. Dünya Kadınlar Günü, Anneler Günü, Baflılar Günü ve daha birçok özel günler gibi.

Artık, iletişimde geldiğimiz bu İnternet çağında, Lurucina’yı yaşamak ve yaşatmak için çok kolay iletişim imkanlarımız var. Lurucina’nın geçmişini, tarihini, kültürünü yazacak inceleyecek araştırmacılarımız, yazarlarımız, bilim insanlarımız var. Ve Lurucina’yı yeniden eski durumuna getirecek düşüncelerimiz, projelerimiz, çalışmalarımız olacak, olmalı.

Bu adımı atmak, Lurucina sevdalıları olarak üzerimize düşen bir görevdir.

Kararlaştıracağız ve yürüyeceğiz.

Dünya Lurucinalılar Günümüz kutlu olsun.

Lurucina’yı yaşatmak için hep beraber görev başına…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 3005 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar