Bir anı....
Sanırım 1969 yılıydı. Hala Mücahittim. Çok garip gelebilir ama nöbetler, eğitimler falan dışında, izinli olduğumuz gün veya gecelerde arkadaşlarla zamanımızı bazen Lefkoşa’nın Rum kesiminde geçiriyorduk. Gerçekten garip bir durumdu bu. Ama garip olmayan ne vardı ki o zamanlar? Örneğin, gündüz Rum tarafından ekmeğini kazanan, gece ise Mücahit oluverip mevzilerde ‘Düşman Rum’u gözetleyen çok sayıda Mücahit vardı. Gündüzleri dost, geceleri düşman....Ne garip değil mi ?
Her neyse...Benim gibi sinema tutkunu birkaç arkadaşım vardı. Biri de Ongun’du. (20 Temmuz 1974 günü Köşklüçüftlik’te, o zamanki ismiyle Golf Sahası içinde şehit olan Ongun Hulusi.) İzinlerimiz aynı geceye rastladığında buluşurduk. Bazen, önce Rum tarafında bir Cafe’ye gider birşeyler atıştırır, sonra da bir sinemaya giderdik.
Böyle gecelerden birinde Diana 4’e gitmeye karar vermiştik. (O zamanlar Lefkoşa’nın güzel sinema salonlarından biriydi.) Battle Of Britain adlı uzun bir savaş filmi gösteriliyordu. Filmin başlamasına az kala salona girdik ve yerimize oturduk. Tam o sırada yerini arayan birkaç Rum genci seslendiler. Biz de karşılık verdik. Ama kim olduklarını çıkaramamıştık. Ongun’la bakıştık. Ne o ne de ben kim olduklarını anlayamamıştık. Film başladığında ben hala düşünüyordum. İngiliz Okulu’ndan arkadaşlarım olabilirler miydi? Bir başka yerde tanışmış olabilir miydik ? falan....Ama bir türlü çıkaramadım.
Battle Of Britain bayağı uzun bir filmdi. İki ara verilerek gösterilecekti. Birinci ara geldiğinde Ongun “Gel çıkalım. Ben bir sigara sen de kola falan içersin” dedi. Çıktık. O sigarasını ben kolamı içerken, aynı Rum gençleri ellerini kollarını sallayarak yaklaştılar. “Merhaba...”, “Ne var ne yok ?...” faslında sonra biri, “Beni tanımadın mı ?” diye sordu. “Üzgünüm ama hayır” dedim. “Yok yahu...” dedi, gülmeye başladı. Uzun uzun güldükten sonra nereden tanıştığımızı söyledi nihayet.
Köşklüçiftlik’te “Magarına” dediğimiz 3.Takım’a bağlı, Kanlı Dere’nin dar iki yakasında bizim, hemen karşısında da Rumların mevzisi vardı. İki mevziyi sadece Kanlı Dere ayırıyordu. En çok 15 metre. Sakin günlerde, komutanlardan habersiz, bizim Mücahitlerle onlardan bazılarının dere kenarına inip birbirlerine kola, sigara ikram edip sohbet ettiklerini biliyorduk. Bu sohbetlere bir-iki kere de ben katılmıştım. Sinemada karşılaştığımız Rum gençleri de işte o sohbetlerde tanıştıklarımızdandı.
Hep beraber gülmeye başladık. (Şimdi düşünüyorum da aslında gülmemiz mi ağlamamız mı gerekirdi acaba ? ) Ayaküstü sohbet koyulaştı. Sanki iki düşman değildik... Sanki ne o Rum ne de ben Türk’tük... Sanki nöbetlerde ve çarpışmalarda, birilerinin emriyle birbirimizi vurmaya çalışacak eli silahlı kişiler değildik... Andrea ve Niki ile ayaküstü sohbet, film yeniden başlayıncaya kadar devam etti. Yeniden buluşmak üzere”Hoşçakal” dedik birbirimize ve ayrıldık.
Tekrar buluşamadık. Şimdi nerdeler ne yapıyorlar bilmiyorum. Hayatta mıdırlar acaba ? Onu da bilmiyorum.