1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. BİR ANNENİN FERYADI
BİR ANNENİN FERYADI

BİR ANNENİN FERYADI

Doğa Çiçek, henüz 2.5 yaşında, yeni konuşmaya, koşmaya başlamış bir çocuktu… Minicik bedeniyle hayatın kapısını yeni aralamıştı… İkizi Deniz, ablası Ada ve annesi İpek Kaleli Çiçek ile birlikte evlerine döndükleri bir akşamüzeri O’nun hayatının son günüyd

A+A-

Ayşe GÜLER

Doğa Çiçek, henüz 2.5 yaşında, yeni konuşmaya, koşmaya başlamış bir çocuktu… Minicik bedeniyle hayatın kapısını yeni aralamıştı… İkizi Deniz, ablası Ada ve annesi İpek Kaleli Çiçek ile birlikte evlerine döndükleri bir akşamüzeri O’nun hayatının son günüydü…

7 Mart 2016… Çiçek ailesinin üzerine bir kabus gibi çöktü, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Her cümle eksik, her nefes yarım, her anı tamamlanmamış kaldı…

Ülkeyi yasa boğan, yürekleri kor gibi yakan bir ölümdü Doğa’nın hayata veda edişi… Eski Mağusa-Lefkoşa anayolu üzerinde, Berkel Mobilya önündeki kazada bir şeyler koptu içimizden.  Anne İpek Kaleli Çiçek kaza sonrasında beyin kanaması geçirdi, Doğa’nın ablası Ada aylar süren zorlu bir tedavi süreci geçirdi. Halen boyun omuriliği ile ilgili kontrollerine devam ediyor…
Kazayı hafif sıyrıklarla atlatan Doğa’nın ikizi Deniz ise ilk başlarda O’nun ölümünü kabullenmese de şimdi Doğa’dan bahsedildiğinde anne ve babasına ‘sakın ağlama’ diye teselli veriyor.

Feci kaza sonrasında yaralarını sarmaya, birbirlerine sımsıkı sarılmaya çalışıyor Çiçek ailesi. Doğasızlığın tarifi yok onların içi, acı geçmiyor daha da kalplerini acıtıyor çünkü…

O ‘kara günün’ ardından 9 ay geçti. Mağusalıları kaza öncesinde önlem alınması için seferber eden, kazanın ardından da yollara döken eylem yapılmasına neden olan yola tek bir çivi çakılmaması da daha can yakıyor…

Girne dağ yolunda geçtiğimiz hafta 2’si öğrenci 3 kişinin feci şekilde hayatını kaybettiği kaza sonrasında trafikte ölümler ve saat düzenlemesine ilişkin Başbakanlık önündeki, elinde ‘Ben Doğa’nın annesiyim’ yazılı pankartı ile çıktı karşımıza acılı anne İpek Kaleli Çiçek…

Başbakan Yardımcısı, Maliye Bakanı Serdar Denktaş’a “Bana bir can borcunuz” diye haykırdı, canımızı acıttı…
Eylem sonrasında Mağusa’daki evinde buluştuk Kaleli ile… Gözyaşları ve zaman zaman zor anlar yaşayarak içini döktü, YENİDÜZEN’e acısını anlattı…

“Bana bir can borçları var” diyor ve ekliyor “Bana göre trafik kazaları bir kader değil, cinayettir. İhmalkarlığın sonucu, devletin bize ve çocuklarına istenilen değer vermemesi sonucu yaşanılan bir cinayet”

Trafik kazasıyla ilgili hukuki süreçte devam ediyor…“İşte Kaleli’nin ağzından yaşadıkları…

-----------

“Trafik kazaları bir kader değil, cinayettir…”

“Girne dağ yolundaki kaza sonrasında trafikteki ölümlere dikkat çekmek için geçtiğimiz hafta Başbakanlık önünde düzenlenen eyleme gidip gitmeme arasında çok düşündüm. Hatta hiç kimsenin haberi olmadı. Son saatlerde sosyal medyadan bir çağrı yapmıştım, son anda eyleme gitmeye karar vermiştim. Çünkü bu yaşananlar, arkası kesilmez bir şekilde devam ediyor. Bana göre trafik kazaları bir kader değil, cinayettir. İhmalkarlığın sonucu, devletin bize ve çocuklarına istenilen değer vermemesi sonucu yaşanılan bir cinayet. Bana bir can borçları var, onu yüzlerine haykırmak için eyleme gittim. Bana, bizlere daha önce bu yolda evlatlarını yitiren kişilere can borçları var. Çünkü bu kader değil, bir sürü ihmalin sonucu ortaya çıkmış bir olaydır. Artık buna dur denmesi gerekiyor. Bir acılı anne, eğitimci olarak haykırmak istedim”

“Dingili kopmuş bir ülkede şans eseri yaşayan insanlarız”

“Evden çıkıp, aracımıza bindiğimiz anda gideceğimiz yere gitmeme ihtimalini düşünmek gerekiyor. Ne yazık ki bunun bir garantisi yoktur. Herkes buna göre hareket etmeli, ‘benim başıma gelmez’ diye düşünüp oturuyorlarsa çok yanılıyorlar. Çünkü kimin başına ne geleceği belli olmayan bir ülkede şans eseri yaşıyoruz. Dingili kopmuş bir ülkede şans eseri yaşayan insanlarız. Bunu düşünsünler istiyorum, aynı şey onların çocuklarının başına da her an gelebilir. Bunun zamanı yoktur. Lüks araca sahip olmak bir şey ifade etmiyor, yollarımız berbat. İstediğiniz kadar düzenli vergilerinizi verin. Size değer verilmeyen bir ülkede yaşıyorsunuz. Çukurlarla dolu, uyarı levhası olmayan yollarda gidiyorsunuz. Bu yollarda gitmeyi hak etmiyoruz. Yollarımız, devletin kurduğu cinayet vakasıdır.”


“Oğlum 2.5 yaşındaydı… Evladını yitiren herkes o acının ne olduğunu bilir ve hisseder…”

“Benim oğlum 2.5 yaşındaydı… Diğer gençler 16-17 yaşlarındaydı. Daha önce yine kaza oldu, yine gençler gitti. Halkımızın uyanmasını istedim. Ben her şeyden önce oraya anne olarak gittim. Bir evladını trafiğe kurban vermiş bir anne olarak, anneleri temsilen gitmek istedim. Evladını yitiren herkes o acının ne olduğunu bilir ve hisseder… Ayağa kalkmak, bu süreçleri yaşamak, kendine gelmek, hak aramak zordur. Bu konuda kimsenin devletten aldığı bir destek yok. Toparlanmamı, daha çabuk ayağa kalkmamı mesleğime borçluyum. Uzman psikologum. ‘İpek, kendine gelmen gerekiyor’ diyerek, kendi kendime terapi yaptım. Tabii ki şanslıydım; arkadaşlarım, dostlarım bu meslekten insanlar etrafımdaydı. Çocuklarıma da eşime de psikolojik desteği yine ben verdim. Ama adil ve sosyal bir devlette yaşayan insan, böyle durumlarda her şeyden önemlisi devletinden destek bekler. Bu olaylar olmuş, böyle acılar yaşanmış… Bizlere yaptıkları hiçbir şey yok…”

“Olayı tek hatırlayan kişi Deniz’di… Doğa’nın ölümünden sonra geceler boyu uyumadı”

“Kaza sonrasında ben beyin kanaması geçirdim, Ada’nın bilinci de tamamen gitmişti. Ancak Doğa’nın ikizi Deniz, olayı bire bir yaşayan, hatırlayan tek kişiydi. Onunla ilgili sıkıntılar yaşadık. İlk başlarda Doğa’nın öldüğünü kabullenmedi, ‘O hastanede uyuyor’ diyordu.  Kulaklarını kapatıp, çığlık atardı. 2.5 yaşındaki bir çocuk için ölüm kelimesi soyuttur, ne olduğunu bilmiyor. Ölümün kötü bir şey olduğunu biliyor. Israrla Deniz’e ölüm kelimesini kullandım, Doğa’nın geri dönmeyeceğini bilmesi gerekiyordu. Çünkü ilk başlarda müthiş tepkileri oldu. Geceler boyunca uyumadı. Çünkü Doğa ve Deniz birlikte okula gidiyordu. Annem ve babam çok destek oldu. Ben Ada ile hastanede olduğum dönemde Deniz’i okula götürdüler. Ama eve geldiğimde baktım ki Deniz müthiş psikolojik sıkıntılar yaşıyordu. Kabullenemedi, tepki veriyordu… Okula göndermedim. Ada’nın tedavi sürecini hep evde birlikte geçirdik. Deniz şu anda kardeşinin olmayacağını biliyor. İlk başlarda Doğa ile ilgili bir şey duymak istemezdi, gözlerini kapardı. Şimdi kendisi konuşuyor, kazayı da anlatmıyor. Ancak kaza sonrasında eve her gelene kazayı anlatıyordu. Ambulans sesi duymak istemiyordu, halen daha o sesten ciddi şekilde etkileniyor. Yol gösterdik, sardık, sarmaladık …  Doğa’dan bahsettiğimde bana ‘sakın ağlama’ diyor. 9 ay oldu, zaman geçiyor ama acı geçmiyor. Bu acı sizi içten içe yakmaya devam ediyor. sadece nasıl yaşayacağınızı öğreniyorsunuz, o kadar…”

“Ada’nın çenesi kırıldı, boyun omuru ile ilgili sıkıntı yaşadık. Başına alnından ve kulak arkasından çivilenen bir alet takıldı…”

“Kızım Ada’nın çenesi kaza sonrasında kırılmıştı… Ağzına damaklık takılmış, 3 ay boyunca sadece sıvı şeylerle beslenmişti. Bu sıkıntıyı Kıbrıs’ta çözmüştük ama ancak boyun omuru ile ilgili sıkıntımız devam etmişti. Kendi imkanlarımızla İstanbul’a gittik. Kendi memleketimizde görmediğimiz ilgili özel bir yerde gördük. İstanbul’a gittiğimizde insanlar yaşadığımız süreçleri biliyordu. Kızımın başına alnından ve kulak arkasından çivilenen bir alet takıldı. Bu aletin takılması için de saçlarının kazınması gerekiyordu. İnanılmaz derecede buna tepki göstermiştim. Zaten yaşadığımız psikolojik travma vardı. 8 yaşında bir kız çocuğu, kardeşini kaybetmiş. Bir de saçlarını sıfıra vurularak, o aletin takılması bizim için ekstra bir travmaydı. Ben de saçımı kazıttım. Aleti taktık. Öyle bir aletti ki etraftaki insanlar kızıma bakıyordu. Aletin iyileşmesi için takıldığını, aslında insanların kendisine değil alete baktıklarını kızıma, Ada’ya anlattık. Kıbrıs’a gelmek için havaalanına gittik. Havaalanında bakışlar Ada’nın üzerindeydi. Kızım çok rahatsız oldu, orada Kıbrıs’a gelecek yabancı bir kafile vardı. Kafilenin içerisinde de bir ayağı olmadığı için protez takılan biri vardı. O da protez ayağını çıkarıp Ada’ya salladı. Aslında Ada’nın yalnız olmadığını göstermek istedi, empati yaptı. Buraya geldik, kızımın eğitimi durmuştu. Okul yönünden çok şanslıydık. Öğretmenleri her gün eve gelip belli saatlerde eksikliklerini giderdiler. Ada’nın başındaki alet 3 ay takılı kaldı. Ona ‘uzaydan mı geldin’ diye soranlar oldu. Şu anda o aleti çıkardık ama belli aralıklarla İstanbul’a kontrole gidiyoruz. Bu hafta da gideceğiz…”

-----------

“Burnunuz akar, öksürük olur bilirsiniz ilaç alırsınız. Ama böyle bir durumda ne kadar da meslek elamanı olsanız bilemezsiniz…”

“Acının paylaşıldıkça azaldığını söylenir ama azalmıyor. Hele böyle bir acı hiç azalmıyor. Sadece bir şekilde sen güçleniyorsun. Burnunuz akar bilirsiniz ilaç alırsınız. Öksürük olur bilirsiniz ama böyle bir durumda ne kadar da meslek elamanı olsanız bilemezsiniz. Ben ne yapacağım, nasıl devam edeceğim, çocuklarıma ne diyeceğim dersiniz. Kaybımızı çocuklarıma kendim açıkladım, onların başa çıkma süreçleriyle kendim baş ettim. Bir arkadaşım bana ‘Keşke bu meslekten olmasaydın, kendini bıraksa mıydın, günlerce uyusa mıydın’ diye sordu.  Hem acın var, hem de toparlanıp ayağa kalkmanız gerekiyor. Ben mesleğin içerisindeyim ama diğer anneler, aileler ne yapacak? Onlara yalnız olmadıklarını göstermek istiyorum. Çünkü ne acıdır ki ben de aradım, evladını kaybetmiş annelerin olup olmadığını, bu acıyla nasıl baş ettiklerini aradım. Ama bulamadım. İnsanlar acısını yaşıyor bir şekilde ama yapayalnız. Sosyal çevre desteği, aile, arkadaşlar destekle sizi ayağa kaldırıyor. Ama bu böyle olmamalı.”

“Kokuşmuşluk her yerde, devletin her kademesinde”

“Eşimle, çocuğumuzun adını yaşatmaya karar verdik. Bir anı ormanı oluşturmak istedik. Bakın, acının boyutunu siz anlayın… Eşim telefonla Orman Dairesi’ni aradı, durumu anlattı. Bizden dilekçe yapmamız istendi, dilekçenin değerlendirileceği, sonrasında da bize dönüleceği söylendi. Burada insanına verilen değer belli oluyor. Kokuşmuşluk her yerde, devletin her kademesinde… Böyle bir cevap alınca eşim çok sinirlendi ve vazgeçtik”


“Umudumu yitirmiştim, ta ki Başbakanlık önündeki gençleri görene kadar…”

“Kıbrıs’ı seviyorum. Her zaman ‘umudunu kesme yurdundan’ diyordum ama umudumu yitirmiştim. Ancak geçtiğimiz gün Başbakanlık önünde gençleri görünce tekrar umutlandım. Çocuklarım, kendim için umudum var. Umudumu kesmek, sessiz olmak onların işine geliyor. Bu nedenle yapılabilecek ne varsa sonuna kadar yapacağım. Sosyal Hizmetler Uzmanı arkadaşım Barış Başel ile birlikte oğlumun adına bir vakıf kuracağız. Bu vakıfta eğitimler verilecek, çocuğunu yitirmiş annelere yönelik destek grupları olabilir. Erken zamanda vakfı hayata geçireceğiz”

“Ülkeden gitmeyi çok düşündüm…”

“Bu ülkeden gitmeyi çok düşündüm. Ancak o kadar kolay olmuyor. Zaten hayatınız alt üst olmuş,  her şeyiniz bitmiş durumda. Bu, sadece kayıpla da kalmıyor. Çocuklarınız, aileniz etkileniyor. Var olan ailenin yapısı değişiyor, 5 kişilik bir aileyken 4 kişilik bir aile olarak yaşantınıza devam ediyorsunuz. İkizini kaybetmiş bir çocuk, küçük kardeşini kaybetmiş bir abla, evladını kaybetmiş anne baba var. Bunları hiçe sayıp terk etmek istedim ancak bir çözüm değil”


“Bu yolda her gün gidip gelirken yine korkuyorum…”

“Evimizin olduğu bölgeye taşınmadan önce yol ile ilgili  gerekli dilekçeler verilmişti. Ancak dilekçelere cevap alınmadı. Dönemin kaymakamının da dilekçesi olmuştu. Kaza oldu, insanlar yollara döküldü, eylem yapıldı. Kazadan bir gün sonra yine imza verdik. Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Kemal Dürüst, site sakinlerine randevu vermiyor. İnsanlar da daha sağlam gitmek, randevu alabilmek için site sakinleri imza topluyor. Ne istiyorlar? Çok ah aldılar, annelerin ahını almaya devam ediyorlar. ‘Onların başına da gelsin’ mi diyelim? Onu mu istiyorlar? Diyorum ben, onların başına da gelsin, anlasınlar… Kendilerinin canı yanınca mı harekete geçecekler? Kazanın olduğu yolda hiçbir şey yapılmadı. Siteye giriş belli değil, kazadan hemen sonra 65 hız sınırı levhası konulmuştu ama o da uçtu gitti. Yollar çizgisi çizilmişti ancak o da silindi. Aydınlatma da yok. Bu yolda her gün gidip gelirken yine korkuyorum… ”

“Hukuka güveniyorum”

“Kazayla ilgili hukuki süreç devam ediyor. Hukuka güvenmek istiyorum, güveniyorum… Ama alt yapıdan tutun, ehliyet düzenlemesine… Bunlar bu kadar ucuz ve kolay olmamalı. Halk artık ayaklanmalı. Adına sivil itaatsizlik mi dersiniz, devlete baş kaldırış mı dersiniz. Ama bu baş kaldırışların ciddi anlamda yapılması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle anneler, silkelenmelidir. Çünkü bu olayın onların başına gelmeyeceğinin garantisi yok. Yaşanılan soruna çözüm için saatleri geri almak da olmuyor. Şimdi yüzde 3’lük kesinti yapılacağı konuşuluyor. Bu kesintiye karşı geldiniz, yol yapılamadı denilecek.  Ülkede iş yapacak insanlara ihtiyaç vardır. Bir şeylerin değişeceğine inanmak istiyorum. Bunun bizim elimizde olduğunu söylemek istiyorum, gerekli mücadeleyi vermeliyiz”

Bu haber toplam 9626 defa okunmuştur
İlgili Haberler