Bir av tüfeği öyküsü
Av ve çifte kırma av tüfeklerim…
Hayatımda çok önemli yeri olan iki şey…
Evet birincisi ava gitmek, öteki ise av tüfeklerim…
-*-*-
Bir şey vurduğumdan da değil!
2008’den beri kekliğe atmışlığım 10 tüfeği yani 20 fişeği geçmez.
Netice mi?
Sıfır!
-*-*-
Bu yıl büyük av sezonunda çok az gidebildim…
Cikla avının ise kapanışında, piknik alemini kaçırmadım…
Ve sağ olsun arkadaşlar, bir de trap aleti getirmişler, tabakları da vurmuş olduk…
-*-*-
İki şişe zivaniya…
Çok çok güzel bir grup insan…
Nefis mantar, ayrelli, kebap hele o börekler…
-*-*-
Ve tüfeklerim…
Biri benim adıma öteki babamın adına kayıtlı iki av tüfeğim var…
Babamın adına kayıtlı olanı askere gittiğimde ilk yedek subay maaşımı vererek satın aldım…
Galiba iki maaştı fiyatı…
Bindirikli…
-*-*-
Namlu ucu değişiyor…
İstersem 1 – 3, istersem 2 - 4 yapabiliyorum…
-*-*-
“Bu numaralar ne işe yarıyor?” diye sordum zamanında anlayan bir büyüğüme…
Numara büyüdükçe, namlunun saçmaları açma kapasitesi de büyüyor…
-*-*-
Haliyle, yakın mesafeden kalkan kekliğe atacaksan, 3 ve 4 numaraları tak…
Daha uzağa toplu olarak saçmaların gitmesini istiyorsan, yani yüksekten geçen fassaya veya ciklaya, 1 – 2 namlu tamamdır…
-*-*-
Haaa bu arada belirteyim; annemin babası ava gitmeyi çok severdi…
Ve annemin en küçük kardeşi de…
Babam da eskiden av hastasıydı…
O üçünden kaptım bu merağı…
-*-*-
Ancak doğup büyüdüğüm Gaziveren’de, ava gitmek, bir bayram şenliği gibiydi…
Hastalık iyice içimize işledi…
-*-*-
Büyük keyif…
Spor…
Eğlence…
Dostluk…
Nasıl isterseniz öyle bakın, “vahşet” diyene de saygım sonsuz…
-*-*-
Kendi maaşımla aldığım bindirikli tüfeğin yanında, bir de side by side çifte kırma av tüfeğim var…
Yan yana namlulu…
Side by side o anlama geliyor…
Bindirikliye de “over and under” diyor avcılar…
-*-*-
Side by side tüfeğim, eniştemin mirası…
Enişteme de amcasından kalmış…
1950’lerde Almanların yaptığı bir silah…
-*-*-
Pazar günü bizimle birlikte ciklanın son gününe, 1974 Harekatı’na komando olarak katılan, damadı Kıbrıslı, çok değerli bir av ustası da geldi…
Bir kardeşimizin misafiriydi…
Daha önce birlikte Edirne’de avladık bu büyüğümüzle…
Sadece av ustası değil; al bu ülkeye Tarım Bakanı yap, kesinlikle muhteşem olur...
Müthiş bir çiftçi...
-*-*-
Trap keyfi yaparken, bu büyüğümüz, benim tüfekle atış yaptı…
Side by side…
“Bu tüfek çok şahane” dedi…
-*-*-
Gerçekten bu tüfek şahane…
Onu çok seviyorum…
-*-*-
Side by side olan bu tüfeği maaşımla, parayla almadım…
Yeşilırmaklılar çok iyi hatırlar; Amerikalı amca dediğimiz biri vardı köyde…
Çok uzun yıllar Amerika’da yaşadı…
Ama Amerika’ya gitmeden önce Kıbrıs’ta polislik yaptı…
İngiliz polisliği…
-*-*-
Yıllarca Amerika’da çalıştı…
Bir iddiaya göre, polislikten ayrılıp da Amerika’ya gitmesinin sebebi bir aşk hikayesiydi…
-*-*-
Çok kitap okurdu…
Çok ama çok aşırı bilgiliydi…
Güzel içerdi…
Anlattıklarını yıllarca dinleme şansım oldu…
Pers hayranıydı…
Perslerin, Vuni kentini kurduklarını, dolayısıyla Yeşilırmak bölgesinin de eski bir Pers yerleşim yeri olduğunu söylerdi, çok ilginç bulurdum…
Adımın Pers İmparatoru 1. Serhas’tan geldiğini iddia ederdi…
-*-*-
Perslerle – Yunanlıların ya da Spartalıların savaşını ilk O’ndan dinlemiştim…
Kral Leonidas’ın adını, “100 Spartalı”yı izlemeden biliyordum…
Ünlü sözü, “Molon Lave”yi de…
-*-*-
Yeşilırmak köyüne gelmeden önceki son köy olan 40 Mil’deki Rum askeri kışlasının duvarında da “Molon Lave” yazardı…
“Cesursan gel al” anlamındaymış…
Veya “sıkıysa gel al”…
Yine Amerikalı amcadan öğrenmiştim bu hikayeleri…
-*-*-
Neyse, Amerikalı İbrahim amca köyüne döndüğünde ne yapmıştı?
Yeni bir ortaokul.
Peki başka?
Atatürk Büstü…
Evet…
Ve kendine köyün içinde bir ev, bahçelerinin olduğu bölgede de bir ev daha inşa ettirmişti.
İki ev arasında gidip geliyordu…
Hep yürüyerek…
Hiç araca binmeden…
-*-*-
Okuyordu, içkiciğini kararında yudumluyordu ve bir de hiç kullanmadığı av tüfeği vardı…
Eski bir İngiliz polisi olduğu için 1950’lerde o tüfeği almasına kolay izin vermişlerdi…
-*-*-
Bir gün bana o tüfeği gösterdi…
Ve anlattı…
“Bu tüfek keklik avı için etmez”…
Neden?
Çünkü, şaşmaları çok toplu atar bu tüfek…
Yaymaz; dağıtmaz…
-*-*-
“Peki amca neden böyle bir tüfek satın aldın?” diye sorduğumu da hatırlarım…
“Bir gün kendimizi savunmak zorunda kalacağımızdan…” demişti…
-*-*-
O tüfeği, halamın kocası, Amerikalı İbrahim amcanın kardeşinin oğlu Hasan eniştem senelerce kullandı.
Ama avda değil.
Mevzide…
Hatta eniştemin bu tüfekle bir gece nöbetteyken, “sızma yapan Rum” sanıp, karanlıktan gelen bir sese ateş açtığı anlatılırdı.
Eniştemin karanlıkta ateş açtığı sızma yapan Rum değil, ipini koparan veya ağıldan kaçan bir eşekti.
-*-*-
O tüfek, 1963 – 64 olaylarını da gördü; 1974 savaşını da yaşadı…
-*-*-
21-22 yaşlarıma geldiğim zaman askere gittim…
Üniversite bitti, yedek subaydım…
Eniştem subay üniformasıyla beni gördüğünde çok sevinmişti…
“Al bu tüfeği, sen avla” dedi…
Aynı dönemde, hem bindirikli – hem side by side iki tüfeğim olmuştu…
-*-*-
Babam da aynı tüfekle avlanmış biriydi ve O da aynı tüfeği çok severdi…
-*-*-
Derken, günlerden bir gün, eniştem hastalandı…
Hastaneye yattı…
Halam yanında kalıyordu…
Ben de akşamları ziyaretlerine gidiyordum…
Eniştem konuşamaz derecede hasta ve yorgundu.
Son zamanları olduğunu anlamıştı; biz de biliyorduk…
-*-*-
Bir akşam, halama eliyle işaret etti…
Tüfek…
Serhat…
Ver…
Eniştem vefat etti…
Halam, o muhteşem yadigarı Güzelyurt polisinde üzerime çevirdi…
-*-*-
Bunları neden mi anlatıyorum?
-*-*-
Bu ülkeye hasbelkader yolu düşmüş ve yine hasbelkader makam, mevki, mal, mülk sahibi olmuş; hatta cumhurbaşkanı seçilmiş bazı karakterler var…
Veya ne bileyim, Türkiye’den üç – beş yıllığına görevli gelmiş, badem bıyıklı, ince bel bardaklı kapta çay içmeyi sevenler…
Ve ayrıca, geçmişinde Türk Bayrağı yakmışlığı dahi bulunan ve şimdilerde herkese Türklük, Türkçülük dersi veren dönek solcular…
-*-*-
Biz bu ülkeyi goftiden, ganimetten, çullisine sevmedik!
Bilesiniz istedim!
-*-*-
Side by side av tüfeğim…
“Çok para eder bu, sat bize” demişti bilen biri…
O av tüfeğinin gördüğü – yaşadığı geçmiş, bizim tarihimizdir.
Ve o tarih, satılık değildir…
Sizin de var mı böyle bir tüfeğiniz Sayın Komutanım, Sayın Büyükelçim, Sayın Cumhurbaşkanı?
Ve siz de bilesiniz ki bu ülkenin bir fiyatı yoktur...
Ve bizimdir...