1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bir Avuç Kül Olabilmek: HİROŞİMA
Bir Avuç Kül Olabilmek: HİROŞİMA

Bir Avuç Kül Olabilmek: HİROŞİMA

Bir Avuç Kül Olabilmek: HİROŞİMA

A+A-


Cemay Onalt Müezzin
[email protected]

“…Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın…”

Uzak, bu kadar uzak bir yolculuğa doğrusu “Ben varım” demedim önce. Malezya ve Singapur sonrası 2015 Şubat’ında edebiyat festivali için 4-5 günlüğüne gittiğimiz İrlanda kadar  yakın bir mekan olsun yaz rotamız da, diye geçse de içimden, eşim Sadi, Amerika/Kanada ısrarının ardından vizenin yetişmeyeceğini fark edince, öyle aniden, pat diye “Buldum, işte bu!” der demez,  gittiğimiz 25 ülke sonrası,  26. ülkenin rotası belirlenmiş ve “inbox”uma 11 saat sürecek yolculuğun THY / İstanbul-Osaka bileti olarak öylece düşmüş oldu: Japonya.  Hesapsız kitapsız, Ada’dan uzak geçirilecek 13 gün! 13 güne sığacak Osaka, Tokyo, Kobe, Kyoto, Hiroşima, Miyajima, Fuji… İlk kez her şeyi planlamadan yola koyulmak geriyor beni başlangıçta. Sadi,  muzipçe ve büyük bir rahatlıkla “Sırt çantamızı alıp gidelim diyordun ya, fırsat işte!” diyor. İçimde bin bir sancıyla yola koyulurken, onun dikkati ve çizdiği rota sayesinde, her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüşçesine sorunsuz yaşanan 13 gün, en özel tatilimiz olarak kazınıyor belleğimize.

Kim duysa “Ne Japonyaa? Uuu? Deli oldunuz siz! E radyasyon?” demekte haklı olabilir miydi? Tur operatörü olmadan dünyanın öbür ucunda neydi işimiz? Ne yenecekti? Üstelik kızımız Miray bizim kadar açık değildi öyle bilmediği yiyeceklere.

Japonya her şeyden önce 13 yaşında Oktay Akbal’dan okuduğum “Hiroşimalar Olmasın” ve kâğıttan bin turnayı tamamlarsa ölümün elinden bir şeyler kurtarabileceğini düşleyen Sadako Sasaki’ydi benim için. İtiraf etmek gerekirse, Japonya rotasını en anlamlı kılan etkenin Hiroşima oluşu da “düzen-saygı-kültür” ülkesini anlatırken bu şehre öncelik verişim de bu tanışıklık nedeniyle aslında…

Şehre varıştan bir gece önce çok az uyuyabiliyorum, üçümüzde de çok farklı bir şeyler var. Nasıl bir yer ki Hiroşima? İnternetteki görüntülerdeki kadar atomun izleri silinmiş mi gerçekten? Şehirlerarası ulaşım için kullandığımız hızlı tren Skansen’le uçak konforunda ve nerdeyse aynı hızda bir yolculukla ulaşıyoruz hayal şehrime. Duraktaki isim doğruysa eğer, yine de bu bir düş olmalı… 350 bin yaşayanından 140 binini “Little Boy” a,  atom bombasına, kurban veren Hiroşima’da mıyız gerçekten? Çıkışa ilerliyoruz, turnikeyi geçer geçmez bir çift çekik, gülen göz sımsıcak yüreğiyle, selamlıyor bizi: “Hiroşima’ya hoş geldiniz. Ben rehberiniz Jo.”  deyip selamlıyor hepimizi.

Bizimkilere “Bizi beklediği birileriyle karıştırdı galiba” diyorum usulca. Şaşkınlığımıza sakince gülümsüyor, “Hiroşima Barış Gönüllüleri’nden biriyim. Şehre gelen her turist ve buraların yabancısı herkese hizmet veriyoruz. Size eşlik edeyim, gidilecek yerler hakkında bilgi ister misiniz?” diyor. Bu kez şaşırma sırası onda, önceden defalarca geldim ben zaten düşlerimle, okuduğum kitaplarla, makalelerle Hiroşima’ya. Barış Müzesi’ni, Parkı’nı, Anıtı’nı, Çocuk Anıtı’nı, her şeyi avucumun içi gibi biliyorum; yerlerini tarif edip gideceğimiz her bir binayı, anıtı söylemeye koyuluyorum. Evet Jo, ben sık sık buralardaydım; sadece 30 yıl kadar geç kaldım somut olarak senin şehrine…

“10’larca yıl sonra adım atsam da Hiroşima’ya, ben buradaydım zaten, her şeyi biliyorum” diyorum içimden. Oysa hiçbir şey bilmiyormuşum, 6 Ağustos 1945’te, pazartesi sabahı yaşananların korkunçluğunu anladım sanısına kapılmışım sadece…  Nazım Usta’nın “Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu” dizelerinin anlamını kavrayabildim sanmışım kendimi…

Jo, 10-15 dakikalık otobüs yolculuğu sonrası 3. durakta Barış Parkı’na varacağımızı söyleyip orada bizlere yardım edecek başka gönüllülere rastlayacağımızı, şaşırmamamız gerektiğini belirtiyor ve durağa kadar eşlik ediyor bize. Yanına oturduğum yaşlı teyze Fransızca konuşuyor benimle. Yine şaşırıyorum, “Aramızda Türkçe konuşuyorduk, Fransızca bildiğimi nasıl anladınız?” sorumu, “Sadece hissettim.” diyerek yanıtlıyor. O pazartesi sabahı 9 yaşında olduğunu, o dönem yaşadıkları açlığı, harabeye dönen şehrin beynine izdüşümünü unutamadığını anlatıyor. Ailesiyle merkeze uzak yaşadıklarından kurtulabilmişler ölümden. “Din profesörüyüm, uzun yıllar Afrika’da yaşadım, sonra ilerlemiş yaşımda döndüm işte.” diye ekliyor. Herkesin bir öyküsü var bu şehirde; aylarca, yıllarca kalıp belleklerindekileri derlemek gerek.” diyor iç sesim… Tam o anda, kulaklarımdan gitmeyen sesiyle “Belki barış adanıza da gelir bir gün.” diyor teyze. Yağmurlanıyor gözlerim… Hiroşima’dan ayrılmadan dinmiyor ki bu yağmurlar! Hiçbir fotoğrafımızda gülümsememişiz bile… Barış Parkı’na gelmişiz, otobüstekiler uyarıyor bizi ve inerken el sallıyorlar. Meraklı tümceleriyle nerden geldiğimizi soran, konuştuğumuz herkes Kıbrıs’ı da Kıbrıs sorununu da biliyor. Şehirdeki çoğu insanın İngilizce değil de Fransızca bilmesi kadar hayret verici bir şey bu da. Dünyanın öbür ucundaki insanlar bile biliyor bizleri demek ki…

Sanılanın aksine Hiroşima’da radyasyondan hiçbir iz yok bugün, şehir de atomun yıkım gücüne inat süper gelişmiş haliyle karşımızda dimdik duruyor. O günün anısını yaşatmak için, patlamadan sonra iskeleti ayakta kaldığından A-Dome, parkın en önemli yapısı, yerden 600 metre yüksekte patlayan hypocenter noktasının çok yakınında, gelecek kuşaklara ders vermek adına ayakta tutulan bir merkez nokta. 50’yi aşkın anıtın yer aldığı parkta her bir anıtın öyküsü olsa da en özeli, patlamadan sağ kurtulup sonradan radyasyon etkisinden yaşamı sonlanan Sadako’nunki elbet. Milyarlarca kağıt turnanın olduğu çevrede, Turist Bilgi Merkezi’nce çocukların turna yapabilmesi için özel bir alan var. Barış Meşalesi’nin atom silahları tükenene dek yanmayı sürdüreceği parkta yer alan Barış Müzesi’ni gezince algılayabiliyor insan gerçeği… Elime kulaklığı tutuştururken,  “Betonun, demirin bile buharlaştığı bu şehirde müzemiz, insanlığa savaşın kazananı olmadığı gerçeğini haykırıyor” diyor müzedeki barış gönüllüsü…   Kimse konuşmuyor, ziyaretçilere derin bir sessizlik ve hüzün eşlik ediyor. Adı konulamayan bir iç burukluğu ve gözlerimizde yine yağmurlar… Yaşananları tarif etmede eksik kalan nesneler, fotoğraflar… Bombanın ışığından taşlarda bir fotoğraf gibi sadece gölgesi kalan, şairin dediği gibi bir avuç küle dönüşen insanlardan arta kalanlar… Ve o küçük üç tekerlekli bisiklet… Evinin bahçesinde oynarken radyasyondan yanan oğlunu mezarlığa gömmeye kıyamayan babanın, onu bisikletiyle birlikte bahçeye gömüşü… Onlarca yıl sonra topraktan çıkardığı ve müzeye bağışladığı bisikletçik… İşte Sadako’nun fotoğrafları ve öyküsü… Hiçbir sözcükle, dille anlatılamayacak duygular boğazımızda düğümleniyor. Müze çıkışında anı defterini imzalarken  ünlü ziyaretçilerin anı defterine göz atıyoruz. Kıbrıs’tan giden bir siyasinin olmadığına şaşırmıyoruz elbette. Sen-ben kavgasından uzak, yarınlara biz diyebilmek çok mu zor, evrenin bu küçücük noktasında çözemiyor insan. Hiroşima’yı yaşayınca, Hiroşima daha da kazınıyor insanın yüreğine… Müzenin hemen arkasında yer alan Barış Kapıları’nın dokuzunun, Dante’nin İlahi Komedya’sındaki cehennemin 9. Katını, onuncusununsa atomun yarattığı cehennemi simgelemesi, Barış Çanı öyle etkileyici ki...   Barış Parkı sonrası, şehirde geçirdiğimiz birkaç saatin ardından Miyajima’ya yapacağımız yolculuğu planlamada bize yardım eden barış gönüllüsü usulca: “Çok etkilenmişsiniz, sizin de ülkeniz çok acı çekti. Kıbrıslı yürekler Hiroşimalılar için üzülebiliyorsa, bu kavga niye?” diyor. Bir parçamız Hiroşima’da kalakalıyor öylece, yağmurlanan gözlerimizin aynısından bir çiftin onda da olduğunu görmek birleştiriyor bizi.

13 yaşımda okuduğum kitapla tanıştığım Hiroşima’ya, kızımın tam da 13 yaşında gelmesi, gelebilecek kadar şanslı olması, nasıl bir tesadüftür çözemiyorum. Nehirde yüzen kupkuru bir dal parçasıyım sanki… Nehrin akıntısına karşı bir şey yapamadan öylece sürüklenen bir dal parçacığı… Bir avuç kül, üç tekerlekli bisikletçik ve kâğıttan milyarlarca turna belki de…

 

 

Bu haber toplam 3039 defa okunmuştur
Gaile 370. Sayısı

Gaile 370. Sayısı