Bir bardak su
Çocukluğumdan en fazla aklımda kalan, ufacık bir detay.
Ama öğrendik ki zamanla, küçük ayrıntılardır yaşamı uçsuz bucaksız bir gezegene taşıyan...
"Önemsiz" gibi görünen kimi küçük meseleler, kimi değişimler, hep aynı yoldan yürüdüğümüz yüreklerimize aşina "büyük" sevdalardır aslında...
Farkında dahi olmadan sizi "siz" yapar, bir toplumu "biz"...
***
Susadığınız zaman nerede olduğunuz fark etmezdi; bir büfe, restoran, komşunun açık kapısı, yol üzerinde bir ev ya da mağaza, iş yeri...
"Bir bardak su" isterdiniz.
Aslında "gadeh"...
Pet şişe değil!
‘Para’ derseniz, yani su için mi, aklınıza dahi gelmezdi.
Bir bardak su, ömre bedeldi o an...
Bir gülümsemeyle birlikte servis edilirdi...
***
En tatlı meyve, bakkalda ya da markette satılmadı hiçbir zaman...
Bir başka evin tel örgüsünden sarkan "çala" bademin, hele de "bardak" incirinin tadına doyum olmazdı...
Yeni dünyaya ne demeli...
Ya da yeşil eriğe...
Hele de "tanımadığınız" bir evse ağacı besleyen, biraz da "çekine çekine" asılmışsanız dalına...
Daha bir tatlısı yenmezdi...
***
Kim bili, belki eskiler, "göz payı" için özellikle yol kenarına dikerdi fidanlarını...
Kendi damaklarına yer etmiş nice lezzeti yaşatmak, içlerindeki çocuğun al yanaklarını bir ömür sevebilmek niyetine...
Ne olacaktı ki, "aç gözlülük" yoktu, bilirdi "kararını" insanlar...
Ve "bencillik" henüz ezmemişti insanlığın kafasını...
***
Sonra sonra ağaçların üzerine yazılar asılmaya başlandı...
"İlaçlıdır, kesmeyiniz" diye...
İşte o zaman, bir dönemin sonu geldi...
Su istemek yerine, satın almak devri başladı...
Sonra "Pencereler kapandı, kapılar sürmelendi..."
Yalnızlaştık…
Soyutlandık yaşadığımız kentten, ülkeden, hayattan…
Yaşamın o küçük ama aslında çok büyük samimiyeti kaybolurken içimizde, birer birer yitirdik, birer birer aldılar elimizden, asıl zenginliğimizi...
"Doymadıkça" daha bir "aç"ız şimdi, giderek büyüyen yalnızlıkların gölgesinde...
-------------------------------------------------------------
Engelsiz araç
Tiyatro Festivali’nde bir broşür geldi önüme: “11 Ekim’de Lefkoşa Koşuyor, Geliri Engelsiz Araca Gidiyor!..”
Hayatımda belki ilk kez, ‘engelsiz araç’ alınsın diye tam da ‘dilencilik’ yapmıştım. 100 TL bağış almıştık, o dönemki federasyona!.. Ne araba alındı, ne de haber 100 binden!. Sonra birkaç kez federasyon değişti. Şimdi diyorum ki, aracı görmeden parayı vermeyiniz, sakın ha!..
---------------------------------------------------------------
haftanın notcukları
• Ne güzel anlatmış Sezai Sarıoğlu... "Kırıp şifresini doğanın soralım / insandan önce kötülük var mıydı..."
***
• YEŞİL ışık yanınca, öndeki aracın hareket etmesi için ‘boru’nun gerekçesi:
Kırmızıda beklerken cep telefonuna yumulan başı yukarıya kaldırmak
***
• Yine reklam olacak ama... Lemmonadda, hele limonlu mandalinlisi nefis!
***
• Şu deniz kenarlarını parselleyenler, en azından geceleri ‘kilitli barikat’ koymasalar ya önüne!..
***
• GÜN BATIMINDA denize girmek, tarifsiz bir keyif... Mümkünse gökyüzünde yıldızlar görünene dek...
***
• Okullar açılıyor!..
Bir kısım çocuğun eğitimine ‘grevler’ nedeniyle ‘ara verilecek’ demek !..
***
• Bu kadar ‘estetik yoksunu’ bina yapmak, böylesi bir ‘zevksizlik’ bize genlerimizden mi geldi, sonradan mı gelişti acaba?
------------------------------------------------------------------
Ö y l e B i r Ö l s e m !
Öyle bir ağlasam,
Öyle bir ağlasam ki çocuklar
Size hiç gözyaşı kalmasa..
Öyle bir aç kalsam,
Öyle bir aç kalsam ki çocuklar
Size hiç açlık kalmasa..
Öyle bir ölsem,
Öyle bir ölsem ki çocuklar
Size hiç ölüm kalmasa..
Aziz NESİN