Bir Belgeselin Anatomisi: İLK 5 GÜN
Bugün 2012 yılının ikinci günü. ‘80’li yılların sonundan itibaren yer aldığım yazılı basında geride bırakılan yılın son günü ya da yeni yılın ilk günlerinde “dilek ve temennilerle” yazı bitirmek neredeyse gelenek haline geldi. Bir
Bugün 2012 yılının ikinci günü. ‘80’li yılların sonundan itibaren yer aldığım yazılı basında geride bırakılan yılın son günü ya da yeni yılın ilk günlerinde “dilek ve temennilerle” yazı bitirmek neredeyse gelenek haline geldi. Bir baktım da geçmiş yazılarıma; gerçekten “barış” dileklerinin bir mühür gibi yazı sonlarında yer aldığını farkettim. Bugün de yazı sonunda “barış” temennisi koymak artık benim için “sıradan” olduğundan, yeni yıl yazısını, bir öncekinde yaşadıklarımın merkezine oturanlardan birini ele almak ve bu “merkeze oturtulanların” yeni yılda da sürmesi temennisiyle bu işi noktalamaya karar verdim.
Belgesel Yolculuğum:
Bugüne kadar “belgesel” alanında birçok yeri görüntülemek, tanımak ve tanıtmak için yol aldım, almaya da devam ediyorum, hergün yeni birşeyler öğrenerek. Makedonya’yla başlayan “Gezi Notları” belgesel serisi içerisinde Kosova, Arnavutluk, Romanya’yı(Köstence) eklerken yurtdışında, ülkemizde bu başlık altında “Güney Lefkoşa”da bulunan camiler hakkında bilgilendiğimiz bir Kıbrıs ayağı da vardı. Bunlara ek olarak; Mahmut İslâmoğlu, Altay Burağan, Şevket Öznur’la birlikte 3 yıl boyunca dolaştığımız Güney Kıbrıs’ta görsel veri olarak kayıt altına aldığımız 150 Türk yerleşim yeri içerisinden seçip belgesel haline dönüştürdüğümüz “İzler Silinmeden-1”de, 25 köyü bilgi ve kültür dağarcığımıza eklemiş olduk. “Araplara Satılan Kızlarımız” olarak bilinen bu trajedinin peşine, sevgili hocanım Neriman Cahit’le birlikte düşüp gittiğimiz Ürdün’ün başkenti Amman’da gördüklerimiz, duyduklarımız, hissettiklerimizi, Gezi Notları Ürdün serisi içerisinde izledik. Bugüne kadar toplam 23 bölümlük bir belgesel üretimimde, geçtiğimiz günlerde gösterime grien İLK 5 GÜN, benim için dönüm noktalarından biridir. Bundan dolayı en başta belgeselin yönetmeni sevgili dostum Cemal Yıldırım, araştırmasında kafa patlatan dostum, araştırmacı-yazar Bülent Fevzioğlu ile böylesi bir projede yol almak, benim için tarifi olmayan bir duygudur.
İLK 5 GÜN:
Meslek yaşamımda, belgeseller açısından ve duygu bakımından beni etkilen artık 1 değil, 2 proje var. Birincisi; hâlâ izledikçe gözlerimden yaşlar boşalan; “Araplara Satılan Kızlarımız”ı konu alan Gezi Notları ÜRDÜN projesidir, ikincisi ise, İLK 5 GÜN’dür. Gala gösteriminden önce, Cemal’in laptop’unda çatışma sahnelerinin ilk montajını gördüğümde, tüylerim diken diken oldu, gözlerim doldu ve bunu Cemal’e söyledim. Hatta espri de yaptım; “yaşlanıyoruz galiba” diyerekten. Cemal da kahkahayı bastı ama onun da en az benim kadar duygulandığı, kızaran yüzünden ve parlayan gözlerinden görülebilmekteydi. Buradaki “duygu”, şu hamaset ve şövenizm içerisinde eritilen duygu değildi; yaptığımız “doğru” bir işin ilk semeresini görmenin mutluluğuydu. Hem de imkansızlıkların dibe vurduğu ve bırakın teknik olarak alışıla gelmiş bir belgesel yapmayı, “canlandırma” işine soyunmak belki de böylesi bir ortamda “delilikti”. Ama Cemal’e hep söylemişimdir. O da ben de bu ülke şartlarına ve yaşam biçimine göre biraz “deliyiz” ve o da ben de “deliliğimizi seviyoruz”...
Proje Başlangıcı:
Bu sayfada bu konuyu ele almamdaki en büyük neden; gelecek kuşaklar bunu okurken, zamanında böylesi bir drama-belgesel’in nasıl çekildiğini, nasıl bir özverinin sonucudur diye görüp, “özveri” denen o tılsımın yaşamımızdaki yerini anlamalarına yardımcı olmaktır.
Cemal’le her biraraya geldiğimizde sohbetimizin merkezinde birlikte birşeyler yapmak vardı. Bana hep şunu derdi: “sen yaz ben çekeyim...”. eh, körün istediği bir göz Allah vermiş iki göz (gülüyorum). Kurum içerisinde birlikte yol almaktan hiç çekinmeyeceğim ve uzun yılların dostuluğunu (benim için kardeşliği de) içimde barındırdığım Cemal’le öyle bir yol almak istedim ki, alışılmışın dışında olsun. Benim; araştırmacılığımdan gelen “didikleme” yapım belgesellerime yansırken, onun sinemacılık yönündeki başarısı, bu ülkenin ilk uzun metrajlı filmin yönetmeni olması, kısacası; becerisiyle birleşirse, farklı birşeylerin ortaya çıkması kaçınılmazdı. Ve dedik ki o zaman bir BRT belgeseli yapalım. Ama canlandırmalarla bunu zenginleştirelim ve en önemlisi uzun uzadıya BRT’yi anlatmayalım. Bir çerçeve çizelim. Araştırma kitaplarımda da aynısını yapmışımdır zaman zaman. Ya dönemsel ya da içerik olarak bir çerçeve çizip onun içerisini doldurmayı hep daha nitelikli bulmuşumdur. Ve Bayrak Radyosu’nun kuruluşunu ele alalım dedim, ama sadece ilk beş gününü. Neden 5 gün? Çünkü 21 Aralık 1963 olayı; Radyo kuruluşuna giden ilk tetikleyici olay, 25 Aralık ise ilk test yayınının başladğı gündü. Cemal’le hem fikir olduk. Bu aşamadan sonra yapılacak birçok şey vardı. Öncelikle ihtiyaçlar neydi onu belirlemeye başladık. Cemal dedi ki “ben HD formatından başka çekmem, bunu yaparsak hem kalite hem de yurtdışı gösterimlerinde çok rahat oluruz”. Buna göre benim özel kameram, onun özel tasarım kamera potu, bilgisayarı filan derken, konu gereği silahlar, arabalar, kıyafetler, oyuncular diye birçok şey ortaya çıkmaya başladı. Cemal’le bunları belirledikten sonra müdürmüze ilk çıkışımda bu ihtiyaçlar karşılanırsa böylesi bir belgesel yapabileceğimizi belirttim. “benden ne istiyorsanız karşılayacağım” cevabıyla yola koyulmaya başladık. İlk etapta konunun araştırma ayağı vardı. Araştırmacı-yazar dostum Bülent Fevzioğlu’nun BRT’nin kuruluşuyla ilgili bir araştırma-senaryo çalışması vardı. Hemen ekibi üçledik ve çekirdeği oluşturduk. Araştırma-Senaryo-Çekim... Bülent elindekini bana getirip verdi, okumaya başladım. İlk etapta var olan röportajları kullanarak ve 25 Aralık’ta noktayı koyacağımız ilk senaryo üzerinde çalışmayı yapıp, hem Bülent’e hem de Cemal’e verdim. Üçümüzün de fark ettiği şu oldu; konular arasında tutarsızlıklar, boşluklar ve bilinmezlikler var. O zaman dedik ki röportajı yapılan bu kişilere yeniden ulaşalım ve tekrar çekip sorularımızı da ona göre yöneltelim. Öyle yaptık. Ulaştığımız kişileri tek tek Kasım ayının son haftası çağırmaya başladık. Cemal kameranın arkasına geçti ben de sorgu memuru gibi karşılarına oturup, kafamızdaki tüm belirsizlikleri kendilerine sormaya başladım. İnanılmaz farklı bilgilere ulaştıkça Cemal’le kayıt anında bakışır olurduk. Çünkü kafamızda çok sorular vardı ve bunlar teker teker aydınlanmaya başladı. Burada uyguladığım metod ise; cross-checking denilen bir sorgu şekliydi. Türkçesinde çapraz soru olarak da anılır. Ve çok yararını gördük. Cemal hemen kayıdları bana getirerek ben de bunları ses verisine çevirip Bülent’e verdim çözümlemelerinin yapılması için. Şimdi görev Bülent’teydi ve sabahını gecesine katarak çözdüğü bu röportajları tek tek bana internetten yollamaya başladı. İlk etapta CBC’den kaçışla ilgili röportajları çözmesini istedik, çünkü 2. adımdı bu. Birinci adımda ise elimizdeki gazete kaynaklarından 21 Aralık olayını araştırmaya başlamıştık. Bülent’ten gelen ilk bilgilerle tekrar senaryoyu oluşturmaya başladım. Çıktısını aldım kendilerine yolladım, üzerilerine notlar aldılar, açılması gereken konular, canlandırılması gereken anları bir kez daha belirleyip, tekrar senaryo yazımı, tekrar kontrol diyerekten belki de 4-5 şekle girdi senaryomuz. Her çıktı aldığımızda toplanıyor, beyin eksersizi yapıp, konuların sağlamasını da yapıyorduk. Diğer taraftan zaman da kısalıyordu, acaba 25 Aralık’a bunu yetiştirebilecek miyiz diye telaşa düşmeye başlıyorduk. Çünkü araştırması tam bitmeli, ben artık senaryonun son halini verip bunu Cemal’in önüne koymalıydım. Çok sıkıntılı bir dönemdi araştırma ve senaryo kısmı. Çünkü Tarihle oynuyroduk ve bu konudaki ezberimizi bozabilecek, tarihi yeniden biçimlendirip gerçeğin üzerine oturtacağımız epey kaynaklı bilgi vardı elimizde. Doğrusu müdürümüzden bu konuda da olumlu yanıt almamız, korkusuzca yürümemizi sağlamıştır. Çünkü bizler gerçeğin peşindeydik, bir yerlere hizmet etsin diye yola çıkmamıştık bu projede. Ve sonuçta Aralık ayının ilk günleri senaryoyu Cemal’in eline verdim. Olayın başka bir boyutu başlıyordu artık; görsel kısmı. Siz ne kadar muhteşem bir senaryo yazsanız da Yönetmen bunu çok iyi bir şekilde görsel veriye dönüştüremezse pek de başarılı bir yapım olamaz yapacaklarınız. Ama biz Cemal’e en az kendimiz kadar güvenmekteydik bu konuda ve sonucunu da gördük zaten. Mükemmel bir yönetmenlik ürünü vardı bana göre. Cemal’le çekim günlerini ve konularını belirledik, BRT personelinden ve dışardan alacağımız oyuncu katkısı, Güvenlik Kuvvetlerinden eski silahlar, EOKAcıların ve mücahitlerin takacakları bereler derken tüm bunları da sağladık. İşte o “50 TL’lik maaliyetle Belgesel” dediğim söz, şapkalara verdiğim 50 TL’den ibarettir. Çekimler gerçekleştikçe olayın içerisine daha bir girmeye başladık. Uzun uzadıya yazsam kitap olur ama spot olarak bazı şeyleri aktarmam lazım... Cemal; Özten (Büyükalsancak) arkadaşımızla kurguya oturduğunda bir yandan da bana “şuraya bir metin yaz, şunu seslendirt, şu fotoğrafları bul” gibi isteklerini bildirir ben bunları yaparken, diğer tarafta kurgulanan bölümler Grafik Animasyon bölümündeki Doğuş Bozkurt arkadaşımıza, görsel efektler açısından gönderilmekteydi. Senaryo; kurgu sırasında da değişikliklere uğruyordu, bundan dolayı araştırmasını yapan Bülent de, ben de hep Cemal’in yanında “standby”dık. Son ana kadar kurgu sürdü, teknik sıkıntılar yaşadık ve el yordamıyla kendi özel imkanlarımızı da katarak bu belgeseli bitirdik. Bu olay tek kelimeyle “özverinin” bir getirisiydi. Kurumdaki görevleri dışında katkı koyanlar, mesai saatlerine bağlı kalmaksızın sabahını gecesine katanlar vardı. Mesela gece yarısından sabaha kadar dairede çalışan Doğuş’u birgün önce bıraktığımız yerde uykusuz görmek ve sabahleyin uyumaya gitmesi gibi... yazsam dediğim gibi sayfalar dolar. Ama tek bir şey var ki; bu olay bir EKİP ÇALIŞMASIYDI. Bir “hade” dememizle 45 kişi bizimle aynı yolu yürüdü. Belki de BRT tarihinde personel arasında uzun yıllardır ilk kez böylesi bir “dayanışma” vasıl olmuştu, çünkü yapılan projeye herkes yürekten inanmıştı ve bu eser; birkaçımızın eseri değil katkı koyan HERKESİN eseriydi.