Bir cenaze ve kırmızı bir gül…
Geçtiğimiz Pazar günü yani 11 Ekim 2020 tarihinde sabah saat 11.00’de, Yeroşibu’da bir cenaze töreni vardı…
1963’te “kayıp” edilen Petros Efstatiu’nun cenaze töreniydi bu…
Petros Efstatiu’dan geride kalanlar, Hamit Mandrez’de, “Hakim’in Tarla”da Kayıplar Komitesi kazılarında bulunmuştu yıllar önce ve DNA testleriyle kimliklendirilmesi ancak şimdi mümkün olabilmişti…
Cenaze törenine bir kırmızı gül gitti, küçük tabutun yanına kondu… Ve bir de not… Birgül Kılıç Yıldırım’dandı bu kırmızı gül… Cenazeye katılamadığı için, ünlü Kıbrıslırum film yönetmeni Panikos Hrisantu’dan rica etmişti, bir gül alıp Petros’un tabutuna koysun diye… Ve bir de not yazarak Panikos’a vermişti…
Birgül Kılıç Yıldırım 1974’te henüz minik bir bebekken, savaş patlak vermiş ve içmesi gereken süt, bulunamaz olmuştu… “Kayıp” Petros Efstatiu’nun harika bir insan yüreğine sahip kardeşçiği Andreas Efstatiu, Lefkoşa’da Dereboyu’nun karşısında kendi hayatını riske atarak Kanlıdere’nin içine iniyor ve Birgül için getirdiği PELARGON NESTLE sütlerini, Birgül’ün babacığı Mehmet Hulusi’ye veriyordu… Birgül geçtiğimiz aylarda kendisine süt getirerek hayatta kalmasını sağlayan bu Kıbrıslırum’u bulmak istemişti – sonuçta bu şahsın bize “kayıplar” konusunda canla başla yardım eden, olağanüstü bir insan yüreği olan Andreas Efstatiu olduğu ortaya çıkmıştı – Andreas, kendi kardeşi 1963’te “kayıp” edilmiş olduğu, bazı Kıbrıslıtürkler tarafından öldürülerek Hamit Mandrez’de gömüldüğü ve senelerce ondan haber bekledikleri halde, 1974’te bir Kıbrıslıtürk bebeğe yardım için kendi hayatını tehlikeye atmakta tereddüt etmemişti… O dereyatağına inerken vurulabilirdi, öldürülebilirdi, kaçırılabilirdi – Kıbrıslırum komutanlar bundan haberdar olursa onu cezalandırabilirdi… Tüm bunları göze alarak dereyatağında burada edindiği yeni arkadaşlarıyla buluşmaya gidiyordu – bunlar Kıbrıslıtürk mücahitlerdi ve aralarında Birgül’ün babası da vardı… Birgül’ün babasının isteğini kırmayarak, Birgül için süt getirmeye devam ettiydi Andreas…
Sonuçta Birgül ve Andreas ile Birgül’ün babası Mehmet Hulusi buluştular – karşılıklı ziyaretler yaptılar ve Birgül, Andreas’ın “kayıp” kardeşçiği bulununca çok duygulandı… Cenaze törenine katılamadı ama bir kırmızı gül ve bir not yolladı törene… Fotoğrafta da tabutun yanında kırmızı gül görülebiliyor.
Bu konuda Birgül Kılıç Yıldırım şöyle yazdı:
“Bugün bizler seçim telaşı içerisinde günü yaşarken, Güney Kıbrıs’ta Yeroşibu köyünde bir cenaze vardı... Bu cenaze ile 57 yıllık bir belirsizliğin verdiği acı, son buldu. 1963 yılında henüz 20 yaşındayken ve hiçbir suçu yokken, sırf Rumdur diye, evine gitmeye calışan bir genç, Türkler tarafından alıkonmuş ve ortadan kaybolmuştu… Ailesi yıllarca kayıp evlatlarının hasreti ile acılarını içlerine gömmüşlerdi.
Ve yıllar sonra, gectiğimiz ay, Hamitmandrez bölgesinde 3 Rumun kemikleri kazılar sonucu bulunduğunda, yapılan testler sonucunda kemiklerden birinin, o kayıp Rum gencine ait olduğu tesbit edildi…
1963 yılında elleri ayakları bağlanıp öldürülüp çukura atılmışlardı... Sivildi ve silahsızdı... Adı Petros Christos Efsthatiu… Benim manevi babam, süt babam, Andreas Efsthatiu’nun kardeşi.
Sayfamı takip edenler iyi bilecek, Antreas, 1974 yılında benim için hayatını tehlikeye atarak karşı mevzideki babama süt getiren adam... İçindeki insanlık sevgisi, yüreğini kor gibi yakan kayıp kardeş acısına üstün gelmiş ve bu acısına rağmen bir Türk bebeğine yani bana süt getirmeyi görev bilmişti, yaşamama izin vermişti Antreas babam...Ve bugün, Yeroşibu’da bu yüce yürekli adamın kardeşinin kemikleri, mezarına gömüldü törenle... Artık Petros’un bir mezarı var… Ona dua etmeyi hasretle bekleyen ailesi artık huzura erecektir eminim… Covid 19 salgını ve bir takım özel nedenler yüzünden biz cenazeye katılamadık ama kalbim ve ruhum oradaydı. Andreas babamın ve tüm ailenin acılarını kalbimde yaşıyorum. Sevgili yönetmen dostumuz Panicos Chrisantu benim için tabutunun baş ucuna Kırmızı bir Gül ile birlikte sevgili Petros a yazdığım notu bıraktı...
“Yaşamana izin verilmediği ve hayallerinin yarım bırakıldığı için, tüm insanlık adına senden af diliyorum. Bir gün senle buluşmak ümidi ile dualarım seninle Petros amca . Mekanın cennet bahçeleri olsun…”
Biz de değerli arkadaşımız Andreas Efstatiu’nun ailesinin acısını paylaşıyoruz…
“Binlerce giysi, okulda hala duruyor… Girneli göçmenler için toplanan bu giysiler, asla yerine ulaştırılamadan, Maraşlılar göçmen durumuna düşmüşler…”
POLİTİS gazetesinden gazeteci arkadaşımız Kostas Konstantinu’nun Maraş ziyareti esnasında ortaya çıkardığı acı bir gerçek, bir dramı da gözler önüne serdi…
Kostas Konstantinu, Maraş’ın önde gelen okullarından olan Rum Kadınlar Lisesi’ni görünce içeriye girip bakmış ve şoke olmuş… İçeride binlerce giysi okulda hala atıl vaziyette duruyormuş…
Bu giysilerin neden orada olduğunu araştırınca da ortaya bir dram çıkmış: 20 Temmuz 1974’te savaş nedeniyle Girne bölgesinden kaçan Kıbrıslırum göçmenler için Maraşlı Kıbrıslırumlar, giysi yardımı toparlamışlar… Fakat bu giysileri, yerine ulaştıramadan kendileri göçmen olmuşlar 14 Ağustos 1974’te… Ve giysiler, toplandığı yerde kalakalmış…
Kostas Konstantinu, bu konuda şöyle yazıyor:
“Binlerce giysi, Mağusa’nın (Maraş’ın) bir zamanlar en ünlü kültürel enstitüsü olan Rum Kadınlar Lisesi’ni dolduruyor… Bunları dün tellerle çevrili kente ilk ziyaretimde keşfettim bu giysiler… Ancak daha sonar öğrendiklerim beni daha da büyük bir şoka sürükledi… Bu giysiler, gönüllüler tarafından 1974’teki işgalden hemen sonra Girneli göçmenlere yardım olsun diye toplanmıştı. Bu giysi yardımlarını toplarken, hiçbir zaman kendilerinin de göçmen olacağı ve asla sevdikleri kente geri dönemeyecekleri akıllarının ucundan bile geçmemişti…
Her halukarda şoke edici bir durumdu bu: 46 yıldır burada bekleyen bu giysilerin her birinin anlatacak bir öyküsü vardı…”
POLİTİS gazetesinde 10 Ekim 2020 tarihinde çıkan yazısında Kostas Konstantinos, ayrıca şöyle yazıyor:
“Maraş Rum Kadınlar Lisesi, yalnızca bu kentin değil, aynı zamanda son yüzyılda tüm Kıbrıs’ta eğitim, kültür ve sanatta bir referans noktası olarak bir marka gibi kültürel bir merkezdi…
Mağusa’dan (Maraş) çoğu kız ve erkek çocuk bu liseye gitmişti – lise 1930 yılında Maria Yuannu tarafından kurulmuştu. Müzik, bale ve tiyatronun yanısıra, bir müzik aleti çalma ve diğer sanatsal faaliyetler öğretiliyordu burada… Heybetli bina dış görünüşüyle içeride neler olduğuna tanıklık ediyor, ben de dün bu binaya yasak olduğunu işaret eden kurdelenin altından geçerek binanın arkasına gittim, çivilenmemiş açık bir arka kapı buldum ve bu kapıyı açtım.
Tavan çökmüştü ve kuşlar tavandan geride kalanlar arasına yuva yapmışlardı… Bu beklenen bir şeydi… Fakat bir giysiler denizi görmem, beklenmedik bir şeydi – bunlar daha çok kadın ve çocuk giysileriydi, binlerce giysi…
Başlangıçta bunların evlerin ve dükkanların işgalin ilk günlerinde soyularak buraya taşındığı ve kent kapatıldıktan sonra bu giysilerin burada kaldığı şeklinde düşünmüştük…
Ancak durum böyle değildi… Bu binadan çektiğimiz bu giysilerin fotoğraflarını gören Maraşlılar bize bunların Maraş işgal edildikten sonra ganimet olarak toplanmış giysiler olmadığını anlattılar.
İşgalin ilk aşamasından hemen sonra Maraşlılar tarafından Girneli göçmenler için toplanmış giysilermiş bunlar – Maraşlılar kendileri de göçmen olmadan önce Girneli göçmenler için bu giysi yardımlarını toplamışlar… Kendilerinin de göçmen olacağı, akıllarının ucundan bile geçmemiş…
Ve göçmenler için toplanmış bu giysiler 46 senedir burada duruyor, her birinin anlatacak bir öyküsü var… Savaşın barbarlığına ve Mağusa’nın (Maraş’ın) trajedisine dikilmiş bir anıt gibi duruyor bu giysiler…
Yarım yüzyıl aradan sonra bu meşhur Lise, Maraşlılar’ın giysileri ve kuşlarla birlikte yaşıyor… Bu binada harika gösteriler yer almıştı, Maraşlılar burada kültürel geleneklerini sergilemişlerdi, Lipertis, Mirivilis, Venezis gibi pek çok ünlü yazar, sanatçı ve bilim insanı burada konuşma yapmışlardı…”
(POLİTİS’ten ve Kostas Konstantinos’un sosyal medya sayfasından derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 12.10.2020)
DEVAM EDECEK