'BİR DİLEK TUTTUM...'
Hürmüs KAYAKAN
Bu Pazar uyanmak her zamankinden farklıydı çünkü kimseye söylemeden planlamıştım günü...
Kendi kendime gülümsedim, bizimkilerin haberi yoktu ama yolculuk vardı...
Hayatım boyunca her şeyden çok istediğim ve kendi çabalarımla, kendi
Hürmüs KAYAKAN
Bu Pazar uyanmak her zamankinden farklıydı çünkü kimseye söylemeden planlamıştım günü...
Kendi kendime gülümsedim, bizimkilerin haberi yoktu ama yolculuk vardı...
Hayatım boyunca her şeyden çok istediğim ve kendi çabalarımla, kendi emeğimle elde edemediğim bir isteğim vardı...
Ne şans oyunlarına inandım, ne kader dedim, hayattan istediklerimi hep çalışarak aldım.
Alamayıp da en çok istediğim, elde edemediğim şey içindi dileğim: “Kıbrıs’ta barış için...”
Bir Kıbrıslı olarak barışın ne kadar önemli olduğunu duyarak büyüdüm, barışa destek veren partinin yanında oldum.
Barışa destek veren gazeteyi aldım, bizi barışa götürebileceğine inandığım partiye oy verdim, referanduma evet dedim...
Meydanlarda “Kıbrıs’ta barış engellenemez!” diye haykırdım...
Barış içinde birleşik bir Kıbrıs’a uyanma hayalim var birgün! Bir türlü gerçekleşmeyen...
... Ve gerçekleşmeli ben daha gençken...
Babam 15’inde elinde silah, akşam nöbette, sabah okuldaydı, büyüdü, “Bu ‘komünist’” dediler, iş vermediler.
İşe girmesini, evine ekmek getirmesini engellediler.
“Baba, komünist ne?” dedim. “Özgürlük, barış, eşitlik isteyen” dedi... Ben de 10 yaşında bir komünisttim artık, babamın anlattıklarını tam olarak gözümde canlandıramasam da barış, özgürlük isteği kalbime girmişti bir kez...
Ben büyüdüm ve kızım oldu... Kızım 3 yaşında başladı meydanlarda bizimle “EY ÖZGÜRLÜK” ve “ÇAV BELLA” şarkısını söylemeye, minik yumruğu havada... Kızım şimdi onüçünde...
3 kuşak, barışa hasret...
Büyülü bir dünyadan haberler gibi dinlerdim annemlerin güneyde yaşadıkları yerleri, ülkemin görmediğim bir yarısının olduğunu bilerek merakla büyüdüm...
Bu haksızlık değil miydi? Hep düşündüm, kim, neden barış istemez?
Çözümsüzlük kimin çıkarına, kimin hayrına? Kıbrıslı’nın değil tabii ki...
Özgür, mutlu ve barış içinde yaşamak varken, adanın güneyindekiler de, kuzeyindekiler de onca yıl tellerle bölünmüş bir Kıbrıs’ta yaşamayı haketmediler hiçbir zaman.
... Ve barikatlar kuruldu, kapılar açıldı. Yıllarca mahrum kalınan güzelliklerle, hatıralarla, dostlarla kucaklaştı her iki taraf ama yine yetmezdi, yetmedi...
Barış adına bir dileğim vardı...
Bunun içinse Pazar sabahı gözlerimi açar açmaz aklıma gelen yer, Apostolos Andreas Manastırı oldu.
Yurtdışından gelen ailemi, güneyden gelen arkadaşlarımı defalarca götürmeme rağmen, bu yaşıma kadar hiç dilek tutmamıştım...
Kimbilir, belki de çaresizlik... Kendi gayretlerimle, seçtiklerimle ulaşamadığıma ulaşmak için.
Mucizelerin hayat bulduğu Apostolos Andreas Manastırı’ndan içeriye papaz ile aynı vakit girdim. Karanlıktı...
Birkaç adım attıktan sonra girişte durdum... İlk önce giriş kapısının tam karşısındaki kapıyı açtı...
Bana baktı, sonra beni hiç görmemiş gibi dolaşarak tek tek ışıkları açmaya başladı, “Girebilir miyim?” diye Türkçe olarak sordum. Gülümsedi, eliyle “gel” anlamında işaret yaptı...
İçeriye girdim, bir mum seçtim ve adamız için tüm kalbimle “Barış” diledim... Askersiz bir Kıbrıs diledim...
Eşim ve kızım birazcık dolaşmak için evden çıktığımız gezinin buraya kadar ulaşmasından biraz şaşkın olsalar da keyifliydiler.
Aklıma geleni hayata geçirmenin huzuru ile manastırı incelemeye başladım, kimbilir kaç kişi benle aynı dilekte bulunmuştur diye ve mumları gördüm... Bebek şeklinde mumlar çoğunluktaydı, birbirine sarılmış kadın ve adamdan mum vardı, bellki ki biri sevgi için manastırı ziyaret etmiş, sevilmek istemiş sevdiği tarafından...
Kırmızı kiremit çatılı mumdan bir ev ve hepsinden ön planda, bembeyaz bir mumdan yapılmış bir Kıbrıs, üzerindeki yazı “İRİNİ” yani “Barış”, çok güzeldi...
Not: Manastıra en son iki yıl önce gelmiştim, o günden bugüne kadar ne çok yıpranmış.
İç mekan duvarları rutubetten dökülmeye başlamış, manastırın yan tarafında, şifalı su olduğuna inanılan çeşmeye inen merdivenlerin son iki metresi kırılmış, parçalanmış...
Son 20 yılda çeşitli zamanlarda Apostolos Andreas Manastırı’na geldim, her seferinde de tadilat varmışçasına etrafta iskalosalar kurulmuştu ama ne yazık ki yıllar boyu hiçbirşey yapılmamış olduğu aşikar... Manastıra giden yoldan itibaren bakımsızlık, pislik ve yıkık döküklük ön planda...
Merak ettim, güney-kuzey, tüm Kıbrıs halkı için manevi bir önemi olan, ayrıca yurtdışından gelen turistlerin görülecek, gezilecek yerler arasında birinci sırada yer alan Apostolos Andreas Manastırı, neden bu kadar bakımsızlığa, ilgisizliğe terkedilmiş?