Bir direniş bayrağı olarak dil
Dil bazen bir haysiyet ve mücadele alanı, örtük bir kimlik deklarasyonu, kendin olmaya dair bir isyandır. Kıbrıslıların hikayesinde dili biraz da böyle anlamaya çalışabiliriz. Şive mi ağız mı yoksa farklı bir dil mi tartışmasına girmeyeceğim. Kıbrıslı Rumlar’da da var bu tartışmalar. Kıbrıs Rumcası için bazı dilbilimciler ayrı bir dil demeye yakın ama onlar da kesin bir şey söyleyemiyorlar. Ne denirse densin merkezdeki dillerden ayrışmak bir kimlik deklarasyonu her iki taraf için de. Farklı coğrafya, farklı tarih, farklı kültür, farklı kamusal alanlarda şekil bulmuş diller bunlar. Bilimsel tanım ne olursa olsun dilbilimden çok sosyoloji, siyaset bilimi, kültür çalışmaları gibi alanların konusu bu mesele.
Kıbrıslı Türkler kültürel asimilasyona karşı çıkarken en çok da kendi farklılıklarının nişanesi olarak dillerine sarıldılar.80’li yıllardaki tartışmaları, folklor çalışmaları alanındaki hareketliliği, folklor derneklerinin birer kimlik mücadele alanı oluşunu anımsayabiliriz. 2000’li yıllarda ise sokağa dökülen gençlerin alanlara taşıyıp yazışmalarda dahi kullandıkları bir direniş dili olarak öne çıktığını görüyoruz Kıbrıs Türkçesinin. Şive mi ağız mı tartışmasından önce buna bakmak önemli. Bilimsel tanım ne olursa olsun bir farklığa inatla vurgu söz konusu olan.
Kıbrıslı Türkçesi ya da Kıbrıslıca konusundaki tutum biraz da kişinin siyasal yelpazenin hangi kanadında yer aldığının göstergesi. Şair Halil Karapaşaoğlu kendi anti-sömürgeci direniş mücadelesinde bir mihenk taşı olarak görüyor. Yine Sevgül Uludağ’ın bir kimlik deklarasyonu olarak buna sarıldığını görüyoruz.
Benim çocukluğumda Kıbrıslı birisinin İstanbul Türkçesi ile konuşmaya çalışması alay konusu olurdu. Sokakta, ev içlerinde konuşulanla entelektüel düzeyde konuşulan dil arasında bir farklılık vardı tabii. Bu durumda imdada yetişecek tarihsel entelektüel tartışma havuzuna ait Osmanlıca kelimeler Kemalist anlayışta bir gericilik olarak görüldüğünden Türk Dil Kurumu’nun önerdiği Öztürkçe kelimelere sarılınmıştı. Kutlu Adalı’nın Dağarcık’ında Özker Özgür’ün yazılarında sıklıkça rastlanıyor bunlara. Modern olmanın bir göstergesi olarak da görülmüştür öztürkçecilik.
Kıbrıs’ta demografik yapının kasıtlı olarak hızla değişimi Kıbrıslılar tarafından kültürel bir saldırı olarak algılandığından farklılığa en önemli vurgu olarak dile sarılınmıştır. Dil her şeydir çünkü bir anlamda. Dilin içinde kültürel kodlar ve bir insan topluluğunu halk yapan ideoloji gizlidir. Kıbrıslıca konuşurken resmi olmak çok zordur mesela. Bu da egemenlere bir isyan ve bireyler arasında eşitlik talebidir sanki. Dilin içindeki “cık” ekleri insana, nesnelere, hayata sevgi ve şefkatle yaklaşma girişimidir ki tadından yenmez. Gençlik argosu da bir çeşit resmiyet ve statükoya karşı direniştir bana kalırsa. Samimiyetin sınırları zorlanır bu argo ile, kurumsal etiketlerle bir çeşit dalga geçmedir de bu.
Yok oluyoruz, kültürümüz saldırı altında endişesinin direniş bayrağı olmuştur dil. Abartılı kullanım denilen şey bir direniş manifestosudur daha çok da. Biz varız ve biz farklıyız demenin yolu olmuştur Kıbrıslıca. Kıbrıslıca karşısındaki tutum önemli bir tavır alıştır Kıbrıs meselesinde.
Ben izole ve kitaplar arasında büyümüş bir çocuktum. Dilim kitapların diliydi daha çok da. Kıbrıslıca daha iyi iletişim için gerektiğinde kullanabileceğim bir dil daha çok da. Duygumu soracak olursanız bayılıyorum derim. Çocukluk kadar masum, kabalık dedikleri yanları bile halk zarafeti ile doludur bana kalırsa. Kendi olabilmenin, baskılara direnmenin de bir sembolüdür bu konuşma biçimi ayrıca. İçinde adadaki gelmiş geçmiş kültürlerin izleri vardır.
Çatışmada dayatılmaya çalışan nefret dili, milliyetçi retorik Kıbrıslıca tarafından itilmiştir hep. Birbirinden ödünç alınmış, ortak kültürün göstergeleri de olan kelimeler ortak vatan anlayışıyla uyumludur en çok da. Bu yazıcığı bunun için yazdım. Kıbrıslıcaya gülmeyin ama gülümseyin onu işitince. İnatla var olması sevinçli bir durumdur çünkü.