“Bir fotoğrafın çağrıştırdıkları... 5, Mevlevi Tekke Sokağı...”
KIBRIS’TAN HATIRALAR...
Ertanç HİDAYETTİN
“İçindeki sanatı sev. Sanatın içindeki kendini değil."
15 Nisan tarihinde Dünya Sanat Günü idi. Yukarıdaki sözleri ünlü Rus tiyatro sanatçısı ve direktörü Constantin Stanislavski söyledi.
Sanat sübjektif bir kavramdır. Birçokları için büyük bir şaheser olarak kabul edilen bir eser başkaları için anlamsız bir şeydir.
Sanat konusunda geçmişte yazdığım makaleler olduğundan bugün sadece çoğu zaman sanatın fakir akrabası olarak görülen fotoğraf sanatına değinip bir fotoğrafın bana anımsattığı şeylerden bahsedeceğim.
Cep telefonlarının iletişim olduğu kadar fotoğraf makinesi olarak da kullanıldığı günümüzde fotoğraf sanatçılarının değerinin, fonksiyonlarının azaldığı düşünülebilir.
Benim açımdan bu hiç de öyle değil. Fotoğrafçılık benim için çok önemli bir sanat dalıdır. Profesyonel çekilmiş bir fotoğraf hala çok değerlidir ve fotoğraf sanatçılarının hala çok önemli bir işlevi vardır.
Bir fotoğraf bin kelimeden daha çok şey ifade eder derler. Ne kadar doğru.
Hazım Gönenç Facebook arkadaşlarım arasındadır. Birkaç yıldan beri kim olduğunu bilmeden “Çocukluğumuzun Lefkoşalıları” grubunun sayfasında çektiği fotoğrafları büyük bir beğeni, büyük bir nostalji ile izlemekteyim.
Birkaç hafta önce grupta gördüğüm fotoğrafı beni gafil avladı. Bahsettiğim grubun sayfasında 50’li yıllarda Lefkoşa’da, Mevlevi Tekke Sokak’ta kaldığım evin fotoğrafına rastladım. Aniden gözlerim doldu. Uzun zaman kendime gelemedim.
Anılar bir saat boyunca film şeriti gibi gözlerimin önünden akıp gitti.
Sokağın başında, bir tarafı Abdi Çavuş Sokağına bakan büyük bir evdi. Kocaman pencereleri, panjurları vardı.
Avlunun ortasında kocaman bir su havuzu vardı. Fonksiyonunun ne olduğunu pek hatırlamam. Ama biz çocuklar için büyük bir eğlence, ailelerimiz için ise korku kaynağı idi. Su ile dolu olduğunu pek hatırlamam.
Hazım’ın 4 Haziran 2017’de çekilen fotoğrafından havuzun yanındaki ulu dut ağacının haşmetli dalları görülüyor. Bunca yıl sonra çocukluğumun dut ağacının varlığının devamını görmek beni sevindirdi.
Dut ağacının taze yapraklarını toplar, potin kutularına doldurur ve ipekböceği beslerdik. Onların kozalarını ne yaptığımızı hatırlamam. Tabii dut ağacının nefis meyvelerini bol bol mideye indirmeyi de ihmal etmezdik.
Evin diğer ucunda büyük dedem (büyükannemin babası), Ali dedemin odası vardı. Çok yaşlı olan Ali dedem odasından pek çıkmazdı. Ender dışarı çıktığında beni elimden tutar, Lozan’ın yanındaki Cemal Efe’nin kahvesine giderdik.
Çok mutlu günlerim geçti o evde. Ama yaşadığım korku dolu bir günü de 6 yaşında olmama rağmen hiç unutmadım. Ne de unutacağım.
Kıbrıslı Türkler için bir milat olan 27-28 Ocak 1958 olaylarının küçük bir kesitine evin ön odasındaki pencereden şahit oldum.
27 veya 28 Ocak mıydı hatırlamam. Soğuk, bulutlu bir gündü. Sabahtı sanırım. Bağrışmalar duyunca Abdi Çavuş Sokağı’na bakan pencereden dışarı baktım.
Tam pencerenin altında bir grup Kıbrıslı Türk gencini tam teçhizatlı İngiliz askerleri itiştiriyor, onlara silahlarının dipçikleriyle acımasızca vuruyorlardı.
Ansızın evin içi duman doldu. İngilizler gençleri dağıtmak için göz yaşartıcı bomba atmışlardı. Teyzem koşarak beni içeri çekip panjurları kapattı. Benim ve kendi başına ıslak havlu attı. Ama dumanın tesirinden kurtulmamız epeyce uzun sürdü.
Olayın anısı aradan 62 yıl geçmesine rağmen belleğimde taptaze duruyor.
O korku dolu günü sonradan daha kötü birçok günler takip edecekti tüm Kıbrıslılar için.
İşte sevgili okurlar, Hazım Gönenç dostumun fotoğrafı bana genellikle güzel, ama bir de korkulu anımı anımsattı.
Hazım’ın kardeşimin çok samimi bir arkadaşı olduğunu fotoğrafla ilgili yazışmalarımızda anladım. Onu çok iyi hatırladım.
Çok sağ ol sevgili Hazım. Eminim fotoğrafların daha birçok insanın anılarını tazelemiştir, tazeliyor. O tarih kokan fotoğraflarını çekmeye lütfen devam et. Seni ve diğer fotoğraf sanatçısı dostlarımı sevgi ve saygı ile selamlarım.
(KIBRIS POSTASI – Ertanç HİDAYETTİN – 18.4.2021)
Gerçek Lefkoşalılar Grubu’ndan bir fotoğraf...
Abdi Çavuş Sokağı’ndan hatıralar...
Rahmetlik Turgut Esendağlı, 2013 yılında Gerçek Lefkoşalılar sosyal medya grubunda paylaştığı bu fotoğrafla ilgili şöyle yazmıştı:
“Kıbrıs’ın tam göbeği
Lefkoşa Surlar İçi’nin geçmişte olduğu gibi gelecekte de adanın en gözde yeri olma konusunda rakipsiz bir birikim içerisinde olduğunu görebilmek için söyle otomobilinizle bile içerisinden geçmeniz yeterli.
Bugünlerde sessiz bir duruş sergilese de Bakır bir yüzük gibi duran surların ortasında üzeri tozlanmış bir zümrüt olduğunu yeniden keşfetmek için sadece biraz silmek yeterli olacak. İşte bu zümrütün tam ortasında bulunan ve can damarı niteliğindeki çocukluğumun geçtiği Abdi Çavuş Sokağı’nı baştan sona bir hatırlamak istedim.
Arkamı hısara vererek başladığım yürüyüşte önce sola ve sağa giden ilk kolarına şöyle bir baktım. Sola gitsem Sarı Karıncaları ve meyhaneci Mustafa’yı sağa tarafta ise Bakkal Rifat, Deli Hüseyin’in Fırını ve Girne Kapısı’ndaki tüm güzellik gözlerimin önünden geldi.
Mahallenin ilk evleri sağda Bananacılar’ın, karşı tarafta ise Fırıncı Emine, biraz ileride Düriye hanımın evi ve namıdeğer Pembe, köşeye vardığınızda ise Bakkal Yusuf. Herşeyin satıldığı bir bakkaliye varsa o da Bakkal Yusuf’un dükkanı idi. Pirinçten nohuta, cezveden kuş lastiğine, el fenerinden kap kacağa, yemişten dondurmaya, hediyelik eşyadan aklınıza ne gelirse her yerden iki kuruş daha pahalıya bu dükkanda bulmanız mümkündü. Bu noktadan sola giderseniz Deveciler’i, okul arkadaşım Boğaç’ın dedesi Peynirciler kralını, Beyaz’ın fırını, yolun sonunda sütlü böreği elleri yalattıran Ekrem dayı. Sağ taraftaki dar yol ise sizi Efe’nin kahvesi ve Lastikçi Kamalı’nın dükkanına bağlayan bir tüp geçit gibi Celaliye Sokağı.
Yolun başında Hasan Yusuf, makineleri olan ambarı ve karşıda evleri. Dökülür vaziyette duran evler asrasında inci gibi parlayan Kurabiyeci Ahmet dayı ve hanımı Fatma hanımın evi. Eskilerden birini görme olasılığı bile beni heycanlandırıyor. Yanımdaki arakadaşlara ‘bu kapıyı çalmadan edemeyeceğim’ diyerek yavaşça kapıya vuruyorum. Kapıyı açan Hülya aradan geçen 25 yıla rağmen görür görmez ‘Turgut hoşgeldin” diyerek beni karşılıyor. Sevincimi anlatmak mümkün değil. İçeriye giriyorum aklım bahçedeki hurmalarda. Yıldırım düşmesi sonucu devrilmiş ve kurumuş ama Bülent’in balıkları halen havuzda yüzmeye devam ediyor. Ahmet Dayı ile Fatma teyze vefat edeli uzun zaman olmuş ama kızları Perihan ve Ayten de, Hülya ile birlikte halen birlikte yaşıyorlar. Kahve için ısrar ediyorlar, benim gözlerim ise Sıdıka’yı arıyor göremiyorum sormaya çekiniyorum . Ve 93 Abdi Çavuş benim için başka bir dünya. Çocukluğumun geçtiği Turgut Avkıran Fırını. Şu anda kiracımız olarak orada olan beyden müsade alarak evi gezmeye başlıyorum. Alttan yanmalı Kubbeli hamamımızın camları kırılmış yerine pet şişe koymuşlar ama halen duruyor. Evin içerisindeki kıvrımlı merdivenler ve içinde kaplumbağıların olduğu ve sonradan fırın inşa edilen bahçe gözümün önünde canlanıyor. Aslına uygun olarak tamir edildiği zaman ihtişamlı bir bina olacağı duvarları tutan sarı taştan kemerlerden belli. Kapıdan çıkarken biraz hüzünlü ama umudumu yitirmemiş bir şekilde etrafa bakmaya devam ediyorum. Hemen yan tarafta Kemaneci Kör Mehmedali’nin evi, Ziynet ablayı ve çocuklarını hatrırlamamak elde değil. Nadide, Altıparmak, Bulli, Arifcik ve niceleri Mehmetali dayının yanına uğramadan edemezdi. Ayşe teyze ve kızları ve hatta onların ninelerinin çıkrık ile yün sarışını hatırlıyorum. Yolun karşısında Bakkal Yusuf’un annesinin evi ve yanında Horozcu Mustafa dayı.
Mahalle arkadaşım oğlu Metin ile horozları yedirir, dövüşlerini izlerdik. Çocuk olduğumuz için mi bize büyük görünürlerdi bilmem ama bazı dövüş horozları vardı ki boyumuz kadar büyük olurdı. Fatma hanım ve kiraya verdiği iki küçük ev ve bu evde kalan sonradan şişköfteci ama esasta Polis Çavuşu Vasfi, karşıda ise bu bölgede yaşayıp da ingilizce dersi almayanın olmadığı değerli öğretmenimiz Peyker hanım. Bandabuliya’da mannav Mehmet Said ve Odacı (messenger) Hasan dayı. Önce sağdaki Mevlevi Tekke Sokağı ve dertlere derman olan iğneci Pervin Ebe ve sandüviçci Talat’ın ambarı, sonunda bağlandığı Şehitlik (Tekke Bahçesi), bisikletçi Köse ve Tüfekçi Ömer.
Ha biraz gayret edip köşeyi dönünce Lozan Otobüsleri. O zaman için aklımda kaldığınca pek hoş tutulmamakla birlikte bekarlara kiralanan Ayşaba’nın evi ile yolumuza devam ediyoruz. Ailelerin tepside getirdiği kebapları pişiren Alpaslan Sokağı’nda Fırıncı Ayşe, Okul Müdürü Lisani Bey ve kendi kadar uzun iki oğlu, Sinamacıoğlu, Dülger Zeka, tenekeci Mazlum ve önce Çolakoğlu daha da ileride Cahit Örek’in baklaliyeleri. Abdi Çavuş’ta yolumuza devam edersek bizim fırında çalışan ve babamın Alaman diye çağırdığı fırıncı ve aynı evden değerli antrenörüm Çetinkaya’nın ünlü oyuncusu (Japon) Orhan.
Sağa açılan Bodamyalı sokağına gelinceye kadar arada yaşayan Demirci Ziya’lar. Bodamyalı Sokak’ta ise Gençlik Gücü’nde top oynayan Rıza, Yıldıray Kuşo ve tüm adanınn en ünlü terzisi İstanbul dikimevi sahibi İrfan Ergün, müzisyen değince akla gelen Ahmet Belevi ve niceleri. Yol üstünde Gazioğluları ve karşısında Agah Necat’ın depoları ve Ardından Annemin nesli Nermi, Nevin ve İngiltere’yen yerleşip sonradan adaya dönen Nesrin ve benim neslim ile İnciser’in evleri. Namı değer Aliriza’nın oteli. Lefkonuklu Mehmet, hanımı Nevay ve oğluları Ercan Hacı dayı’nın köşe üstündeki bakkaliyesi ve karşısında Gönyelili Erbay’ın makinist dükkanı ve de ta Deniz Kitabevine dayanan Tabak Hilmi sokağı. Şifa Eczanesi ve karşıda Laleli Cami’nin bulunduğu Ali Ruhi Sokak ve bağlandığı Kuruçeşme Hastanesi. Ana kapısı Atabey sokağına açılan Genel Hastane ve aynı yol üzerinde bulunan Genel Ev’in isim benzerliği bu güne kadar bende herhangi bir çağrışım yapmamıştı. Bisikletçi Şafuri’nin dükkanına ve Ciğerci Ahmet’in lokantasına açılan sokakta bulunan Genel Hastane Kıbrıs Türk halkı için büyük önem içermişti. Ve nihayet yolun sonu ve Eczacı Nebil Nabi ve karşısında Altay Kardeşler’in dükkanları. Mecideye Sokağa geldiğinizde sola dönerek Akpınar pastanesi, diş doktoru Günay ve sonunda Asmaaltı’na gidebilir, sağa dönerek de Bedevi pastanesi kitapcı ve eczacı Macid. Necati Özkan’ın evlerine ulaşmak mümkün, oradan da ver elini Sarayönü. İşte surlar içindeki çocukluğumun geçtiği bir sokağa yaptığım kısa bir ziyaret ve hatırlayabildiğimce yaşayan eski sakinleri...”