“Bir genel vali gibi değil, büyükelçi gibi hareket ettim”
“Kıbrıs’ın halini beğenmiyorduk ama o halin bizim eserimiz olduğunu unutuyorduk.”
Bu sözler “rekor” sürede görevden alınan Büyükelçi Kaya Türkmen’e ait!
“Bir genel vali gibi değil, büyükelçi gibi hareket ettim” diyor, on yıl sonra…
Vali gibi davransaydı, kim bilir, yıllarca görevde kalırdı!
Türkiye Cumhuriyeti (TC) Lefkoşa Büyükelçisi sıfatını 6 ay taşıdı.
AKP iktidarı “derhal” geri çağırdı (!)
Hakikati haykıran, bugünkü gibi içişlerine ve bir toplumu iradesine, demokrasisine, kimliğine müdahale etmek yerine, ezber bozan bir Büyükelçi’ydi.
O dönem Kıbrıs İşlerinden de Sorumlu Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in ziyaretinde “Ankara ne paranı, ne memurunu, ne askerini istemiyoruz” pankartı açılmıştı.
Bakan Çiçek, “Cuma küfrettiler, pazartesi para yolladık” demişti ardından...
Fatura Büyükelçi Türkmen’e kesilmişti tabii…
Çünkü daha ilk röportajlarında özeleştiri yapmıştı.
***
Kaya Türkmen…
1 Ağustos 2010’da Kıbrıs’a göreve gelmiş…
28 Ocak eylemine şahitlik etmiş…
11 Şubatta görevden alınmıştı…
Kıbrıslı Türklerin kalbindeki yeri altı aylık görevinin çok çok üzerindeydi.
***
Global İlişkiler Forumu’nun dijital basılan Açık Telgraf adlı yayınına eski Büyükelçiler konuştu.
Kaya Türkmen de bu isimlerden biri oldu.
Açık Telgraf, Kıbrıs dahil farklı coğrafyalarda görev yapan 21 Büyükelçi'nin düşündürücü, renkli, samimi anılarını paylaştı.
Geçmişte pek çok eski Kıbrıs büyükelçisi, Türkiye’nin ölçüsüz müdahalelerini anlatmıştır.
Kaya Türkmen’in sözleri bu anlamda hem tamamlayıcı rol oynuyor, hem de aslında hepimizin bildiği “sırları” cesaretle yeniden deşifre ediyor.
Yeni yayınlanmış e-kitaptan bu anıları paylaşmak istedim sizlerle…
“İki ülke arasında eşitlik ve karşılıklı saygı temelli ilişki kurulmalıdır”
“Büyükelçilerden gittikleri yerden ilk bir ay içinde bir ‘İlk İzlenim Raporu’ göndermeleri istenir.
Birilerinin okuyacağı umuduyla kaleme aldığım raporda, KKTC’nin bütün yönleriyle kötü yönetilen bir küçük ülke görüntüsü verdiğini, kamu kaynaklarının ve Türkiye’nin yardımlarının bölüşümü ve yandaşlara dağıtımı üzerine kurulu bir siyasi düzenin hakim olduğunu yazdım. Kamu yönetiminde Kıbrıs sorunundan kaynaklanan belirsizlik ve önünü görememe vakıasının neden olduğu atalet, kurumsallaşmadaki başarısızlık ve Türkiye’den buraya göç eden nüfusun sosyal doku üzerinde yarattığı tahribatın doğurduğu huzursuzluğun ülkenin durumuna damgasını vuran başlıca
olgular olduğuna değindim.
Kıbrıslıların, Türkiye’nin KKTC ile ilişkilerinde kullandığı üsluptan şikâyetçi olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilerin eşitlik ve karşılıklı saygı temelinde yürütülmesini arzuladığını, buyurucu ve zaman zaman küçük düşürücü tavırlardan yakındığını bildirdim.
“Kıbrıslı Türklerin refah seviyesini Türkiye değil, güneyle kıyaslayınız”
“KKTC’deki refah seviyesini ülkemizdeki durumla karşılaştıran benzetme ve kıyaslamaların incitici olabildiğini, Kıbrıs Türkü’nün refah düzeyinin ortalama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyla değil, ortalama GKRY vatandaşıyla kıyaslanması lazım geldiğini, Kıbrıs bir milli dava ise, bizim ölçütümüzün de bu olması gerektiğini düşündüğümü ifade ettim.”
KKTC’nin küçük bir ekonomi olduğunu ve bu ekonomiyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak için gerekebilecek mali desteğin dünyanın en büyük 16. ekonomisi için ciddi bir külfet oluşturmayacağını anlatmaya çalıştım. Öyle ya, Kıbrıs’ın halini beğenmiyorduk ama o halin bizim eserimiz olduğunu unutuyorduk sanki. Orayı bir Monako yapmak elimizde değil miydi?
Kıbrıs’ta görev yaparken bu çizdiğim çerçeveye uygun bir tutum içinde olmaya çalıştım. Bağımsızlığını tanıyan tek ülke olarak KKTC’ye bunun gerektirdiği saygı ve ihtimamı göstermek en başta bizlere düşerdi. Bir genel vali gibi değil, büyükelçi gibi hareket ettim. Kıbrıs Türk halkı bunu gördü ve beni bağrına bastı.
Ama hükümetimizin tutumu farklıydı. Kıbrıs işlerinden sorumlu Başbakan Yardımcısı Kıbrıslıları sürekli tenkit ediyor, aşağılıyor, ‘siz adam olmazsınız’ edebiyatı yapıyordu.
Üslup farkı nedeniyle yıldızımız hiç barışmadı Sayın Bakan’la.
“Gösterilere müsaade etmememi söylediler.”
Bakan, KKTC’nin milli günü olan 15 Kasım törenleri için Ada’ya gelecekti. Gelişinden birkaç gün önce beni arayıp, o gün kendisi aleyhinde gösteriler yapılacağına ilişkin duyumlar aldığını, buna hiçbir şekilde müsaade etmememi söyledi.
Güvenlik Kuvvetleri Komutanı’nı aradım, Bakan’ın söylediklerini naklettim. “Tedbir alırız” dedi.
15 Kasım sabahı Bakan’ı karşıladım. Makam arabasıyla havaalanından ayrılırken daha ilk çemberde öğretmenler sendikası (KTÖS)’nın gösterisinin içinde bulduk kendimizi.
Bakan’a hitaben yazılı protesto pankartları arasından geçerek beklenmekte olduğumuz cumhurbaşkanlığı sarayına (saray dendiğine bakmayın, mütevazi bir villadır) gittik.
Yolda saraya kadar ağzını açmayan Bakan orada hükümet üyelerine boşalttı içini.
Orada bulunmak istemezdim.
Telefonla görüştüğümüzde, Bakan bana “senin maaşını ben veriyorum, benim hukukumu koruyamadın” dedi.
Sustum.
Devlet terbiyesi işte!
Ben hükümetimizin yerinde olsam o gösterileri işgalci olarak görüldüğümüz ülkede mevcut demokratik özgürlüklerin bir göstergesi olarak takdim etmeyi tercih ederdim.
Ama öyle olmadı. Büyükelçi’nin ipini çekmeyi uygun gördüler.
Ocak ayı sonunda düzenlenen toplumsal varoluş mitingi iyi bir fırsattı.
Lefkoşa’da henüz altı ay görev yapmışken Merkez’e çağrıldım.
Emekli olmama on yıl vardı. Kıbrıs olayı bütün mesleki şevk ve heyecanımı yok etti.
Maddeten muhtaç olduğum için bir tur daha büyükelçilik yaptıktan sonra 61 yaşımda emekliliğimi istedim. 1981 yılında Dışişleri Bakanlığında göreve başladığımda hayallerim bambaşkaydı oysa.
Büyükelçi Kaya Türkmen, adaya gelişinin ardından, uzun yıllar sonra YENİDÜZEN’i ziyaret eden ilk TC Lefkoşa Büyükelçilerinden de biri olmuştu. Büyükelçi Türkmen’i 13 Ağustos’ta, Yenidüzen ve Kanal Sim’in yer aldığı United Medya Grup tesislerimizde ağırlamıştık.