Bir hikâyeyi tam olarak anlamak
Bizim kızın hatırına mutlaka izlediğim, Yılmaz Erdoğan’ın “İnci Taneleri”nde şöyle bir ifade vardı, son hafta…
“Bir hikâyeyi tam olarak anlayabilmeniz için tamamını okumanız gerekir.
Ama artık başlığını duymak bile yetiyor anladığımızı zannetmenin...
Ayrıntılar için vaktimiz de yok sabrımız da..."
***
Tam da öyleyiz.
“Başlıkları” okuyoruz, çoğunlukla…
Hayatı da öyle okuyoruz.
Üstelik o başlıklar yanıltıcı olmak, yönlendirmek, bir başka gerçeklik yaratmak, algıları değiştirmek, hakikati gizlemek için özellikle seçiliyor.
Hele siyasette…
Hele medyada…
İnsanlar kirlendikçe ve kişisel kinler, hırslar, menfaatler, hesaplar devreye girdikçe, başlıklar daha da yanıltıcı oluyor.
Çoğu insan ayrıntıları bilmeden, meselenin tümünü öğrenmeden, anlamadan ve özümsemeden yargılar ediniyor, yorumlar yapıyor, suçluyor, seviyor ya da nefret ediyor.
Bilmeden…
Anlamadan…
Dinlemeden…
***
Tek bir başlığın, sloganın, sözün, iddianın peşinde düşmek ve gerisini merak etmemek yaşadığımız çağın sorunudur galiba…
Bilmeden konuşmak…
Merak dahi etmemek gerçeği…
***
Kıbrıs sorunu da böyledir.
En az onun kadar ciddileşen kuzey Kıbrıs sorunu da…
Yaşananlara sonuçlar üzerinden tepki gösteren çoğunluk, sebepleri duymak bile istemiyor.
Mesele yalnızca sabır ya da vakit de değil…
Hikâyenin tümünü dinlemek, bilmek, anlamak kimi zaman kurtarmıyor.
Olmuyor o zaman!
Yalanlar ortaya çıkıyor…
Maskeler düşüyor…
Karanlık dağılıyor…
***
"Bir hikâyeyi tam olarak anlayabilmeniz için tamamını okumanız gerekir” deniyor ya…
Yeni medya ve sosyal medyanın dipsiz bir kuyuya dönüştüğü bu ortamda medya da epeyce kabahatli…
Hepimizi tozlu bir çukurun içine çekiyorlar.
O nedenle değil mi zaten güven endekslerinin dibine yerleşti medya…
Siz okumak isteniz de hikâyenin tümü yok yazılanlarda…
Başlığı okuyor, farklı anlıyorsunuz; haberi okuyor, o başlığı o haberin içinde bulamıyorsunuz.
Taraflar yok ortada…
Elbette etik, duyarlı, özenli medya ya da gazeteciler de korunmuyor.
Seçici olmuyor kimse…
Yalanı, yanlış yönlendirmeyi, çarpıtmayı kınamıyor, ayıplamıyor, utandırmıyor.
Siyasette de böyle…
İyisi de kötüsü de aynı teknede batırılıyor.
At izinin it izine karıştığı bir ortamda çirkef yatağında gülistanlık arıyoruz mumla…