1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bir insan
Bir insan

Bir insan

Bir insan

A+A-

 

Tayfun Çağra


Bir dağın yamacına kurulmuş kulübe diyebileceğimiz küçük evinde birkaç tavuğu, bir-iki keçisi ve iki domuzuyla yaşardı yaşlı adam…
Yaşlı dediğimiz de 60’lı yaşlar civarı ki artık o yaşları çok da yaşlı olarak saymak doğru olmaz herhalde!..
10 yıla yaklaşmıştı orada yerleşeli… Ekip biçiyor, tavuğundan yumurtasını, keçisinden sütünü alır, haftada bir birkaç kilometre aşağıda bulunan köye götürür, satardı.
Sabahı güneş doğarken karşılamak, geceyi ayın hareketine göre bitirmek, yüzünü kulübesinin önünden akıp giden derenin suyuyla yıkamak onun yaşından da genç durmasını sağlıyordu.
***
Günler böyle akıp giderken ve her zaman güneşi, tepenin ardından ilk ışığını verdiği an yakalayıp kalkmaya hazırlandığı sırada adam, kulübenin kapısının acıyla vurulduğunu duydu. Korkmuştu biraz ama yine yılların taşıdığı tecrübeyle sakince kalktı, kapıya yürüdü.
Kapıyı açtığında üstleri başları perişan bir halde ve genç bir kızın kollarının desteğiyle ayakta durmaya çalışan genç bir adamın çaresizce içeriye girmek için yalvarır bir şekilde bakan yüz ifadeleriyle karşılaştı.
Şaşkınlık 1-2 saniye sürdü, onları hemen içeriye aldı, kapıyı kapadı. Genç adam kızın kollarından kurtulup ortada bulunan sandalyeye çöktüğünde bacağından yaralı olduğunu gördü kulübenin sahibi… Bir kurşun yarasıydı.
Hiçbir soru sormadı, ocağın üzerine hemen biraz su koydu, evdeki en ince uçlu bıçağı ateşte ısıttı, dolabından biraz alkol çıkardı.
Genç kadın adamın yaptığını hem merak ve şaşkınlık hem de daha şimdiden minnettarlıkla izliyordu.

Yaralı genç, adamın yatağına yatırılmıştı, kendinden geçmiş yarı baygın halde yatıyordu.
Bıçağın ucu kırmızı oldu, ateşteki su kaynadı… Genç kadın suyu ateşten aldı, adam bıçağın ucunu alkole batırdı, o alkolden biraz da yaraya döküldü ve bıçak etin içine gömüldü.
Yarı baygın genç, etine batan bıçağın acısıyla yatağın içinde kıvrandı ama ne yapıldığının farkında olsa gerek ki çok da hareket etmemeye çalıştı. Yaşlıca adam biraz derine girmiş kurşunu çıkarmak için epeyce uğraştıktan sonra başarılı olurken genç adam artık kendinde değildi.
Yarayı sarıp sarmalama işi genç kadına düştü. Acil olan iş bitip de, yaralı genç yatağında kendinden geçmiş halde yatırken “aç mısın” diye sormaya gerek kalmadan masaya birkaç parça peynir, bir somun ekmek ve keçilerinin sütünü koymuştu bile adam…
“Hade gel bişeyler ye” dedi genç kadına…
Günlerdir ağzına bişey koymamış kadın büyük bir iştahla yedi masadakileri…
O yerken, adam dışarıya çıkmış, hayvanlarını yediriyor, yumurtalarını topluyor ve bahçesine ektiği çeşitli sebzeleri suluyordu. Pencereden adama uzun uzun baktı kadın… Adam, çok konuşmuyordu, hatta hiç. Onlara da hiç soru sormamıştı. Yaralı birileri, hem de kurşun yaralı birileri evine geliyor, o da hiç soru sormadan yarasını temizliyordu.
Kimdi bu adam, neden hiçbişey sormamıştı. O gün, bütün gün yine öylesine konuşmadan geçmişti. Öğle saatlerinde adam yine bahçesindeki otlardan kaynattığı bir çorbayı masaya koymuş, ekmeğini de parçalamış, kadını da masaya çağırmıştı.


Genç kadın çorba içerlerken adama birkaç kelime etmeye çalıştı ama adamdan ses çıkmadı. Çorbasını bitirdi, tabağını kaldırdı, yine dışarıya çıktı adam... Kadın yatakta yatan arkadaşının durumuna baktı, elini alnına koydu, ateşini ölçmeye çalıştı, ateşten yanıyordu genç adam… Dışarıya çıkan adama kapıdan seslendi, “ateşi var, ne yapayım?” diye sordu. Sorarken mutlaka kurtarıcı bir cevap geleceğinin güvencesiyle sordu o soruyu… Adam da zaten kendinden emin bir şekilde “dolapta biraz sirke var, suya biraz dök, bezi batır, alnına, her yanına sirkeyle pansuman yap, biraz beklet” dedi.
Kadın adamın dediğini yaptı, biraz sonra da ateşin düştüğünü gördü zaten… Kadın da bunun rahatlığıyla yatağın kenarında günlerdir kapanmamış gözlerini dinlendirdi biraz…
***
Genç adam akşam saatlerinde kendine gelmeye başladı. Önce şaşkınlıkla nerede olduğunu anlamaya çalışırken arkadaşını gördü başucunda… “Nerdeyiz?” diye sordu.
“Merak etme güvenli bir yerdeyiz” dedi kadın…
Odanın bir köşesinde gözünün iliştiği adam öğlen yaptığı çorbayı ısıtmış, bir çanağa koymuş “ona da içir de kendine gelsin” diyerek kadına vermişti.
“Kim bu” gibisinden bir bakış attı kadına yaralı adam…
“Anlatırım” dedi kadın ve çorbayı kaşık kaşık adama içirmeye başladı. O gece öyle geçti. Çorbalar içildikten sonra üç kişi yatakta yatan yaralı gencin dışında o kulübenin içinde kendilerine bir yer bulmuşlar, sabahın ilk ışıklarına kadar rahat bir uyku çekmişlerdi.
***
Daha erken kalkan adam, yine masaya ekmeğini, peynirini ve sütünü koymuştu. Bu kez köye indiğinde aldığı balı da koydu masaya… Ne de olsa yaralı genç adamın bala da ihtiyacı vardı. Masa hazır olunca “hade uyanın artık” diyerek kaldırdı onları…
Genç adam da yavaş yavaş kalktı, arkadaşının yardımıyla masaya gelip oturdu. “Balı da ye” dedi genç adama otoriter sesiyle adam… Genç adam sesini çıkarmadan yedi. Kahvaltıları bitince kulübenin sahibi adam “hade anlatın bakalım” dedi.
İki genç şaşkındılar, hiç konuşmayan adam şimdi konuşmuş ve konuşmalarını istiyordu;
“Neyi anlatalım?” diye sordu gençler.
“Hade benimle oyun oynamayın, nereden geldiğinizi biliyorum”
“Nereden gelmişiz!”
“Size benimle oyun oynamayın dedim” derken kükredi sanki…
Gençler korktu, bütün yardımlarına rağmen hâlâ güvenip güvenmemekte emin olamadıkları adama hikayelerini anlatıp anlatmama konusunda düşünürlerken adam konuştu yine…
“Sınırı geçtiğinizi biliyorum.”
“Ama, şey…”
“Bişey saklamanız mümkün değil, etinden çıkardığım kurşun askerin kullandığı silahtan çıkan bir kurşun.”
“Biz senin sand……..”
“Bakın, komşuda isyan edenlerden olduğunuzu biliyorum… Çantanızın içindeki silah, bazı evraklar zaten kimliğinizi ele veriyor.”
Adam böyle söyleyince gençler masadan kalkmak ve kulübeyi terk etmek istediler.
“Oturun” dedi adam. “Sizi ele vermeyeceğim.”
“Peki ama neden?”
………………………….
Bir sessizlik oldu.
“Neden diye sormuştuk…”
“Çünkü ben de sizin gibiydim de ondan…”
***
Adamdan gelen son cevap uzun bir sohbetin kapısını açmıştı ve soruların…
“Neden buradasın peki, neden mücadeleyi bıraktın, neden aramızda değilsin, bu kadar insana ihtiyaç varken… vs, vs, vs.”
“Bu mücadele sırasında iki oğlumu kaybettim ben… Karımı gözlerim önünde vurdular. Mücadele dediğiniz bu şeye ben hayatımı verdim, oğullarımı verdim, karımı verdim, daha ne verebilirim ki!..
Gençler sustular… Susmak zorunda kaldılar, Bu sözlerin üzerine ne söylenebilirdi ki!..


Bu hikaye şimdilik bitti ama sözü edilen o mücadelenin bir yerinde yeniden başlayabilir.

Bu haber toplam 1171 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 118. Sayısı

Adres Kıbrıs 118. Sayısı