Bir kaşık suda Zirve !
İstanbul’da Birleşmiş Milletler tarafından gerçekleştirilen “Dünya İnsani Zirvesi”’nin TC Cumhurbaşkanı tarafından verilen kapanış yemeğine Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı’nın da katılmış olması ve bu vesile ile BM Genel Sekreteri Ban ile görüşmesi, ciddi tartışmalara neden oldu.
Elbette, Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı’nın Kıbrıs sorununa Federal çözüm bulmak amacıyla her türlü fırsatı değerlendirmesi; pro-aktif olması; çözüm için kalıcı adımlar atması; barış kültürüne dönük simgesel eylemlerde bulunması; milliyetçi kökenden gelen Kıbrıslı Rum Liderden çok daha fazla sorumluluk üstlenerek, müzakere sürecine kararlılıkla yaklaşması ve çalışmasını barışsever Kıbrıslı Türklerin her zaman saygı ve takdir ile karşıladığı, kendisine tam destek olduğu açıktır.
Ancak, 2016 yılı sonuna çok az bir zaman kalmış olması ve barış rüzgarlarının hala ada üzerinde hissedilmemesi; ilerlediğini kabul ettiğimiz diyalog/müzakere sürecinin sadece müzakere masası dışında kendini gösterememesi; Türkiye’de AB ile çatışmayı tercih eden, “diyalog, barış ve müzakere kültürünü sonlandıran” bir iktidarın varlığı; Kuzey Kıbrıs’ta 11 Şubat 2014 Liderler Ortak açıklamasını ifade etmekten kaçan ve bizzat kendisininin yürüttüğü barış sürecini gerektiğinde frenlemek üzere kurulmuş milliyetçi hükümet cephesinin durumunu alt alta koyduğumuzda, elbette endişe duymak, gelişmeleri daha bir hassasiyetle izlemek kadar insani bir durum olamaz.
Kendisini eleştiren veya kaygılarını ifade eden Kıbrıslı Türk aydınların, Federal çözüm ve ortak, eşit bir Kıbrısı savunan ve bu bağlamdaki gelişmeleri her zaman destekleyen kişiler olduğunu belirtmek gereksiz olabilir.
Ancak bundan önce yaşanan, empati yaklaşımından yoksun tarihsel hataların yeniden tekrarlanmasını önlemeye çalışmak ve uyarmak elbette önemli bir yurttaş sorumluluğudur. Toplumların karşılıklı hassasiyetlerini ve BM parametrelerini dikkate alma zorunluluğunu ciddiyetle korumaya çalışmak da aynı sorumluluğun bir sonucudur.
Yani meseleyi 50 yıldır tekrarlanan “haklar” düzeyine indirgememekte ve kaygı-eleştiri ifadesinde bulunanları anlamaya çalışmakta büyük yarar vardır. Elbette bu olayı asla Sn.Cumhurbaşkanı’nın gerçekleştirdiği bir provokasyon olarak görme hadsizliğinde olmayanları…
Gelelim içeriğe…
Bizleri de çok yakından tanıyan Cumhuriyet Gazetesi’nin değerli yazarı Ceyda Karan bakınız toplantının içeriği ile ilgili 25 Mayıs’ta ne yazmış: “Dünyadaki riyakârlığı gözümüze sokan bir zirve için güzide kentimiz İstanbul’un seçilmiş olmasından gurur duyacak değiliz. Birleşmiş Milletler’in (BM) 70 yıllık tarihinde düzenlediği ilk “Dünya İnsani Zirvesi”, insanın ruhunu yaralıyor, en hafifinden derin bir iç sıkıntısı yaratıyor. Ev sahipliği yaptığımız “boş lafa dünyanın parası dükkânından” ibaret. Giderek otoriterleşen Türkiye yönetimine siyasi hırsları yüzünden müsebbiblerinden olduğu Suriye’deki yıkımdan ötürü “ödül niyetine gövde gösterisi” fırsatı veren bir nevi “BM şarlatanlığı”.
Yaşananların bütününe bakma cesareti gösterenler için bu görüşe katılmamak herhalde mümkün değil. 1996’dan beri Birleşmiş Milletler eğitim, bilim ve kültür kurumu olan UNESCO’nun iyiniyet elçiliğinden Zülfü Livaneli’nin “bu zirve nedeniyle” istifa etmiş olması, bu bağlamda çok anlamlıdır.
Dolayısıyla haklarımızı korumak ve temsiliyetimizi sağlamak adına, “bizler”in de “mutlaka” olması, yer alması gereken bir zirve kapsamından bahsetmediğimiz açıktır.
İkinci nokta, karşılıklı toplumsal hassasiyetler konusu ki, bunu çözümden önce aşabilmek oldukça zor. Bu nedenle diplomatların “yapıcı belirsizlik” diye ifadelendirdiği yöntem aracılığıyla, karşılıklı hassasiyetlere gri alan yaratarak çözüm üretme çabası üst düzeyde.
Kıbrıslı Rumların, büyük resim içerisinde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dair yüksek hassasiyetleri çok iyi biliniyor. Aynı hassasiyet farklı yönde bizim toplumda da var. Yine Kıbrıslı Türkler olarak, eşitliğimizi olmazsa olmaz olarak ortaya koyup, kapsamı ve gücü simgesel dahi olsa Dönüşümlü Başkanlığa yaptığımız vurgu gibi. İlgili BM parametrelerinin önemini vurguladığımız, oradaki eşitlik tanımlamasının altını ısrarla çizdiğimiz gibi. Garantörlük meselesindeki bilinen farklı yaklaşımlar gibi.
Dolayısıyla toplumların haklı veya haksız karşılıklı duyarlılıklarını gözetmeden, salt düz bir “hak” iddiası ile yola çıkmak, süreci olumsuz etkileme potansiyelini içinde taşıyarak, yolda kalmaya yol açabilir.
Bu bağlamlarda, Cumhurbaşkanı’nın zirveye katılımının, toplumların var olan karşılıklı hassasiyetlerini görmezden gelen bir yıpratma girişimi olarak okunduğunu, bu bağlamda eleştiri ortaya konduğunu düşünüyorum. Çözüm karşıtlarının büyük bir sorumsuzlukla yaptığı, yapabildiği hamleler konusunda barışseverlerin çok daha dikkatli olabilmesi önemli.
Son olarak yapılan açıklamalarda kulanılan ve “Rumlar” diye genelleştirilen, gayrı demokratik, etnik ve homojen bir siyasi öznenin olduğu mu düşünülüyor ? Bunun çok tehlikeli bir ötekileştirme söylemine dönüşme riskinin altını da ısrarla çizmek isterim. Bu barış dili değildir ! Bu tür bir söylem üzerinden kurulacak bir siyasi stratejinin, ya da barış yolunun bizi bir yere götüreceğine de inanmıyorum. Bunlar denenmiş ve bitmiş söylemler. “Rumlar ve bizimkiler” ayrımı yapıp, eleştiri yapan kesimleri “hazımsızlık”la suçlamak yerine, başta barışseverleri anlamaya çaba göstermek ve topluma daha açık bir siyaset yürütmek Sn.Cumhurbaşkanı’nın asli görevidir.
Anastasiades’in günün sonunda masaya döneceği malumdu. Biraz uluslararası ilişkiler okumuş herkes bunu bilir. Ancak bunu bir zafer kazanma edası ile hatasından dönme söylemi ile sunma, başlı başına ikinci bir gaftır. Bence gidişatın bu örnek üzerinden hiç de iyi olmadığı düşünülebilir.
2016 yılı sonuna dek çözüme ulaşamazsak veya görüşmeler kesilirse, Kıbrıslı Türklerin kaybedecekleri bugünkü durumdan çok daha büyük olacaktır. Bir tolumun varlığı, kimliği ve geleceğidir söz konusu olan. Olası tüm hataların toplumsal hanemize yazılacağı gerçeği de tepkiyi doğal olarak büyütür.
Aslolan çözüme ulaşmaktır ve görev de Sn.Cumhurbaşkanındadır. Tüm samimiyet ve içtenliğimizle de Federal çözüm yolunda “atacağı adımlar”da kendisine destek olmaya devam edeceğiz.