BİR KENTİ YÜCELTMEK
Bir kenti yüceltmek nasıl olur sizce?
Sokakları pırıl pırıl; geniş meydan ve parklarıyla güzelleştirilmiş; yaşamı kolaylaştırıcı altyapısı (engellilere yönelik yapılaşma dahil) tamamlanmış bir kent yeterli mi?
Mersin’de yaşayanlar bunun yeterli olmadığının farkına varmışlar yıllarca önce; kültürel alt yapı da önemli demişler… Müzelerin, tiyatro/konser salonlarının yapılması; yüzlerce sanatsal etkinlik dahi yetmemiş; tutmuşlar, kentin adına bir de “Edebiyat Ödülü” koymuşlar…
Mersin’in, “edebiyat başkanı” şair dostum Celal Soycan’ın önderliğinde, kentin diğer şairlerinin de katkısıyla (10 yıl önce) başlatılan Mersin Kenti Edebiyat Ödülü, o gün bugündür Türkiye’nin tek kent edebiyat ödülü unvanını koruyor.
Ödülü, MERSİN Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) veriyor. Seçici kurul ise şair ve yazarlardan oluşuyor. Ödülün kime verileceği kararı şair ve yazarlar tarafından veriliyor anlayacağınız…
Sina Akyol, Celal Soycan, Ogün Kaymak, Metin Cengiz ve Cemal Sakallı’dan oluşan seçici kurul, bu yılın ödülünü; eserlerinde güncel, kültürel değerleri kavramayı öne aldığı, eleştiri yazılarında her kesimden okura ulaşıp açık şefkatli bir dil kullandığı, yenliğe açık tavrıyla ekol haline geldiği, hayatın canlı ritmine sanatı katabildiği, yeni olanın değerini, eski unutulmuş olanla bağlantı kurarak işaretlediği, edebi hafızayı güncellediği gerekçesiyle Doğan Hızlan’a verdi.
“Mersin, sanata ve sanatçıya desteğini sürdürecek” anlayışıyla, birçok şair ve yazar da bu “ödül buluşmasına” konuk olarak çağrılıyor…
Ağırlıklı olarak İstanbul ve İzmir’den gelen bu yılın konukları arasında, Kıbrıs’tan da iki kişi vardı (Şair Emel Kaya ve ben).
Ödül töreninde ilk konuşmayı yapan Celal Soycan’ın şu sözleri, Mersin’de edebiyata verilen önemi anlatıyordu: “10. Yılın ödülü anlamlı bir büyüğümüzle buluştu. Edebiyatın Cumhurbaşkanı Doğan Hızlan, bu ödülü kabul etmekle bizi, edebiyatı, ödülümüzü ve Mersinimizi onurlandırdı. Bu, Mersin kentine yakışır bir ödül. Çünkü Mersin’in geleneğinde edebiyat var. Biz Mersin’de hem konuşur hem de birbirimizi dinleriz. Bu birçok bölgede olmayan bir özellik. Çünkü birçok yer dinlemeyi bilmez, yalnızca konuşur. Edebiyat ise dinleme bilimidir. Dinlemek edebiyatta çok önemlidir. Bir kitap okurken birisiyle konuşur gibi konuşamazsınız, susmak zorundasınız. Susup dinleyerek kendimizi anlarız. Bu nedenle Mersin ve edebiyat özdeş kavramlardır.”
“Ben ne dersem o olur” mantığıyla tırmandırılan diktatörlüğe, çatışmacı anlayışa ciddi bir eleştiri getiren o konuşma, edebiyatın gücünü gösteriyordu aslında… Oluk oluk kan akan; herkesin ötekileştirildiği Türkiye coğrafyasında edebiyat, aklıselime davet ediyordu herkesi… Bu sağduyu / barış çağrısını diğer tüm konuşmalarda da bulmak şaşırtmıyor beni… Ne yazık ki, bölgemizde kan durmuyor; durmak bir yana acıyla / gözyaşıyla yoğrulup bir çığ gibi sarıyor tüm bölgeyi…
Bir şiirimde, “anne şunlara bir şey söyle / durdursunlar savaşı” diye yazmıştım; savaş / çatışma, insanca bir yaşamı durdurmuş oysa…
Bu barbarlık halinden kurtulabilmek için, edebiyata, sanata her zamankinden daha çok ihtiyacı var dünyanın. Umarım bunu görebilen insanların sayısı artar…