1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Bir Kıbrıslı Ermeni kadın: Nuritsa Nacaryan…2
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Bir Kıbrıslı Ermeni kadın: Nuritsa Nacaryan…2

A+A-

 

Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği yetkililerinden Alev Tuğberk’in Nuritsa Nacaryan’la röportajının devamı şöyle:

NURİTSA NACARYAN:
Amma annemin bir hikayesi var, hiç unutmam… Daima deridi çöllerde ne çektiler, ne zorluklar, ne ölüler, “Ölülerin üstünden geçerdik, yanından geçerdik” deridi, trats, ırmak… “Onun yanında bütün ölüler” deridi…

“Birşeyi unutmam” deridi. Çölde giderken bir yere yetişmişler, “Bunda rahat edebilirsiniz” denmiş çünkü kundura yok, sırt-baş yok falan. “Ordan” der, Halep’e yakın bir yere gelmişler, böyle evler görüküyor. Ancak ehali gidiyor böyle. Bir hanım kapıyı açmış böyle aralıktan bakıyor ki ne oluyor deyi… Bakar ki anneminen teyzem, dedim 8inen 12 yaşında…

Hanım ancak görmüş bunları ki bir şey yok, sırt-baş yok… Hemen, “Gelin içeri” der. Alır bu ikisini içeri, bunlar korkar. “Korkmayın, korkmayın” der, elini uzatır kapının aralığından. Bu ikisini içeri alır, ellerine birer parça ekmek verir, “Oturun şura” der. Onlar ekmeği yiyene kadar, tabii korkuyor bunlar ama “Hanım o kadar nezaketli ki” der… Sandık gibi bir şey varmış, üstünde kırmızı bir örtü varımış, “Oturun bura” demiş, ekmeği vermiş ellerine. Örtüyü çekmiş, iki tane iç donu kesmiş eliynan, dikmiş, geydirmiş, teyzeme de, anneme de, “Hade gızlarım” demiş, “çıkın gidin yavaşça burdan, onların arkasından gidin” demiş, “ama kim ki” demiş, “olmaya biri üstünüzü elleye, bırakmayın donunuzu açsınlar” demiş.

Mamam deridi ki “Çok ettiler” der, “çok öldürdüler, sefalet, dövdüler ettiler amma onu da eden Türküdü” der, “bunu da eden Türk… Ben nasıl demeyim bunları?” der. Böyle hiç kini yoğudu, zatı hastaya baktığında, ordan belli… Daima da deridi… Ben de derim… Siz var mıydınız geçen günkü toplantıda Dayanışma Evi’nde, kokteylin ertesi günü… Bir Alman oturuyordu önde. Ben bir Ermeni’yle konuşuyordum, Alman döndü, o sandı ki bir şey diyorum yani, “you lady, come on” dedi. Yani bir sorum varsa sorayım. Ben da “Dün akşam kitabı gözden geçirdim, Hıranuş da, Yael da Ermeniler’le konuşmuş. Evet kıtalda Türk vardı ama bu vakanın içinde Alman da vardı, Amerikalı da varıdı, İngiliz da varıdı, Fransız da varıdı, hepsi Türk’ü üste koymuşlar” dedim, “onlar da saf saf gelirleri vardır deyi ortaya düştüler, kestiler, biçtiler istedikleri gibi” dedim. “Acaba Yael” dedim, “birkaç İngiliz, Alman, Fransız, onları da sual edeydi, neydi o kıtal, vaktında, olmaz mıydı?” dedim. “Bu benim fikrimi meşgul etti” dedim.

Alman böyle etrafına baktı, “Ona belki Hıranuş cevap verir” dedi. Hıranuş da şok oldu yani, böyle bir şey beklemiyordu. Durdu, birşeyler dedi amma ben o vakıt öyle oldum ki pişman yedim sorduğuma da! Çünkü açıkça milletlerin ismini verince, o da Alman, alındı tabii… Amma doğrusu oyudu… Değil mi? Şimdi bu toplantıda tartıştığımız kitapta, Ermeniler’in çektiğini biliyoruz, neyidi bu kitabın maksadı? Neyidi? Hepsi bilir Ermeniler’in çektiğini, yaptığını. Ya da Türkler’in kıtal ettiğini, “massacre” olduğunu, hepsimiz de bilirik, açıktır bu. Amma garıştır altını bakalım… Ne fikire bu kitap basıldı? Hakikaten diyorum yani… Neyidi amaç? Bu hikayeleri biz bilirik. Ben aldım bu kitabı, başkaları da aldı. Neçin? O hikayelerin kitabıdır deyi aldım. “As a rememberance…”

(“Hatırlamak amacıyla…”) Soruma hala bir cevap alamadım, zatı Hıranuş da ne dedi pek anlayamadım… Çünkü dakikasında bir sükunet oldu, bir de ilk evvel Almanlar filan deyinca… Ne gaynar sular döküldü o Ermeni öksüzlerin başına, ne zulümlar oldu, bunları unutaman… Amma tabii her vakıt fikrindedir, amma yeni nesil bilmelidir fakat orda durmalı. Bakıyorum yeni nesile bir araya geldiğimizde, “Amman bizim bundan hiç habarımız yok” deyenler oldu. “Ermeniler’in hakkında biz bu gadarını bilmiyorduk” deyenler oldu. O gün kiliseye de gittiğimizde, havlıda “Bizim hiç bunlardan habarımız yok” deyenler oldu. Ermeni kilisesinin burda anma töreni gününde gideridik, orda 1914 kıtal vaktının bir anıtı vardı orda. Onu kesmişler… 1974’te ben Birleşmiş Milletler’le beraber, Ermeniler’in fukarehanesi var orda, kalmış bir iki aileler varıdı, kişiler varıdı aile değil, onlara ekmek filan götürürdüm. O vakıt ben tercüman deyi UN’inan beraber gideridim, yemek, ekmek götürmeye, sigara götürmeye… Geçtik kilisenin havlısından, o kesilmiş idi, o anıtın sivri tarafı kesilmiş idi. Atatürk’ün bu kadar heykelini koymuşlarıdı. Bir şey demedim ben. Bir şey sormama izin yoktu zaten. Ondan yıllar sonra UN bu kiliseyi tamir edecek dediklerinde gittik, Yunanistan’dan benim gelinimin ailesi geldi, istediler kiliseyi görmeye. Gittik, kapı kapalıydı. Yan kapıdan girdim. Bir Türk hanım çıktı, orda herhalde ebistat birşeydi. “Aman” dedim, “Yunanistan’dan geldiler benim dünürlerim, resmini çekmek istiyorlar…”

O vakıt böyle baktım, Atatürk’ün heykeli de yoktu orda… Onu da çıkartmışlar! Dedim ki “Hanım” dedim, “affeden amma burda Atatürk’ün heykelini koymuşlardı” dedim. “Altında Ermenice yazılı kıtal vaktında falan varıdı” dedim. “Aman” dedi, “bizim ondan habarımız yoktur” dedi. “Eyi dedin bunu, hatırımızda olur” dedi. Onun bile bilgisi yoğudu.

Bu yeni nesil şimdi “recover” ediyorlar (“bulup geri getiriyorlar”), onların “judgement”ine bırakıyoruz (“yargısına”)…

Annemlerin hikayesine dönersak, başka lisan bilmezler, Türkçe bilirler – Larnaka’dan Türkler nerdeyse, o tarafa. Sarayönü tarafına bütün, Viktorya Sokağı’na ki şimdi “Arabahmet” deniyor… Ben zannediyorum ki Viktorya Sokağı’nın ismini 74’ten sonra koydular, 63’ten başladılar – o da ne koyabilirlerdi? Arabahmet Camisi orda olduğu için Viktorya’yı Arabahmet yaptılar, haklarıdır çünkü sokakların bütün ismi Türk oldu, tabii kim olursa yapacağıdı…

 

Devam edecek

Bu yazı toplam 2467 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar