1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Bir Kıbrıslıtürk’ü öldüren Pervolya papazı ve ailesinin hikayesi…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Bir Kıbrıslıtürk’ü öldüren Pervolya papazı ve ailesinin hikayesi…”

A+A-

 

DIONYSIAKOS BLOG’dan önemli bir yazı

Kıbrıs’ın güneyinde yayın yapmakta olan “Dionysiakos Blog” internet gazetesinde 22 Eylül 2018 günü önemli bir yazı yayımlandı: “Bir Kıbrıslıtürk’ü öldüren Pervolya papazı ve ailesinin hikayesi…”

Bu yazıyı özetle Türkçeleştirip okurlarımızla paylaşıyoruz… Yazıda özetle şöyle deniliyor:

“Bu akşam size özetle bir ailenin hikayesini anlatacağım – bana göre bu Kıbrıs’ın modern tarihine odaklı bir hikayedir ve bu adanın işlenen cinayetler aracılığıyla nasıl mahvedildiğini ve ceza bile görmeyen bu insanların kalitesini yansıtıyor. Bir papazdan ve onun çocukları ve torunlarından bahsedeceğim size ve Kıbrıslırum toplumunun ne kadar suçlu olduğunu da size göstereceğim – o kadar ki bu cinayetleri işlemiş olanların dokunulmazlığa varan durumlarını yansıtacağım…

Toplumlararası çatışmalar çıktıktan bir süre sonra, Larnaka bölgesindeki Pervolya topluluğundan bir papaz, kiliseden çıkarak gidip silahını almış ve karşıdaki kahvede oturmakta olan bir Kıbrıslıtürk’e ateş açmıştı – müminlerine de “İşte onları böyle, köpekler gibi öldüreceksiniz” demişti…

O günden sonra köydeki Kıbrıslıtürkler kendi can güvenlikleri için korkmuşlar ve köyden ayrılarak yalnızca Kıbrıslıtürkler’in yaşamakta olduğu Civisil köyüne gitmişlerdi.

Tahmin edebileceğiniz nedenlerden ötürü adını telaffuz etmeyeceğim bu papazın evlatları vardı ve onlar da babalarını örnek alarak Kıbrıslıtürkler’e karşı nefret suçları işleyeceklerdi.

Papazın evlatlarından biri, iki arkadaşıyla birlikte o günlerde Softalar (Softades) köyünden üç Kıbrıslıtürk çobanı öldürmüşlerdi ve bunu Lefkoşa bölgesindeki Bodamya köyünde öldürülen bir Kıbrıslırum yangıncının intikamını almak için yapmışlardı. Bu olay, köyde yaşayan 15 kadar Kıbrıslıtürk ailenin dehşete kapılmasına ve Kıbrıslırum fanatiklerden korunmak maksadıyla Civisil’e yerleşmelerine yol açmıştı.

Papazın öteki oğlu, bölgeden dört arkadaşıyla birlikte her yaştan ve her cinsiyetten Kıbrıslıtürkler’i kitlesel olarak öldürmüştü ve bu bölgedeki köylerde yaşayanların bildiği ortak bir sırdı  ama bu Larnaka’da da biliniyordu. Bunların lideri bugün hayattadır ve Mazotolu’dur.

Onların liderini 3-4 sene önce köyün kahvehanesinde gördüğüm günü çok iyi hatırlıyorum – kapının önünde oturuyordu kahvede… Yanımdaki şahıs bana onun her zaman kapının önünde oturduğunu, eğer bir saldırıya uğrayacak olursa kaçabilmek için bunu yaptığını anlatmıştı… Pervolya’dan o papazın oğlunun çetesinin liderinin suçları o kadar kabarıktı ki, bu çetenin lideri hala sırtını kollamak zorunda kalıyor… Aslında işlemiş olduğu suçlardan asla pişmanlık duymuyor… Yanımda bana eşlik eden arkadaş o gün ona konuşmuştu ve benim önümde bu çete lideri “Şimdi (kan dökmek için) iştahımı kabartmayın!” demişti…

Birkaç ay önce bir başka Kıbrıslırum da bana bazı Kıbrıslıtürkler’in özgür bölgelere gelerek onu aradığını anlatmıştı – belki de olası bir intikam saldırısı korkularını arttıran da bu olmuştu – 1963 sonrasında Mazoto ile Dromolakşa arasında kalan bölgedeki korumasız Kıbrıslıtürkler’e yaptığı kötülükler nedeniyle…

Bu beş kişilik çetenin lideri – adını yine malum nedenlerle telaffuz etmeyeceğim – o günlerde Larnaka’da bir birahane sahibiydi ve bu da Kıbrıslırum liderliğinin o günlerde bu tür işlerini – örneğin Kıbrıslıtürkler’i fiziksel olarak yok etme gibi işleri – bu tür karanlık kişilere yaptırdıklarını gösteriyor…

Papaz’ın ailesine dönecek olursak, torunlarının da karanlık dünyanın parçası olduğunu belirtmek önemlidir – bu torunlardan birisi uyuşturucu kaçakçılığıyla uğraşıyordu ve hatta bu yüzden hapse bile girmişti. Öteki torun ise başkent mafyasının yeni liderinin en yakın yardımcısıdır. Gerçekten de bu şahıs Almanya’ya okumaya gidip bir Türk’ü bıçakladığı için hapse düşmüştü…

Bir başka deyişle bu insanlar dokunulmazlıklarıyla birlikte suç aktivitilerine günümüze kadar devam etmişler ve kuşaktan kuşağa bu sürdürülmüştür…”

 

https://dionysiakos.wordpress.com/2018/09/22/%CE%BF-%CF%80%CE%AC%CF%84%CE%B5%CF%81-%CF%80%CE%BF%CF%85-%CF%83%CE%BA%CF%8C%CF%84%CF%89%CF%83%CE%B5-%CE%AD%CE%BD%CE%B1%CE%BD-%CF%84%CE%BF%CF%85%CF%81%CE%BA%CE%BF%CE%BA%CF%8D%CF%80%CF%81%CE%B9%CE%BF/

 

(DIONYSIAKOS BLOG – 22.9.2018 -  Christina Pavlu Solomi Patça’nın yardımlarıyla Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ)


BASINDAN GÜNCEL…

 “Simite gevrek, İzmir’e Smyrna denir…”

 

Özgür Duygu Durgun

 

İzmir’de simite gevrek, incire yemiş denir. Peki ya İzmir’e Smyrna, Bornava’ya Burnabad, Karşıyaka’ya Kordelia denirse?

Kendine ait kılamadığın şeylere karşı bilenir nefret. Çocuksu bir “benim olacak” duygusuyla başlar, sonra kartopu misali büyür. Nesnelerden insanlara, insanlardan şehirlere, bazen tüm bir geçmişe, tarihe yönelir hınçla katık edilmiş bu duygu. Belki de bundandır, yaşadığımız yere olan hoyratlığımız. Bu yüzdendir asırlar geçse de “fethettiğimiz” toprağı şehvetle yeniden ve defalarca aynı hınç, aynı inatla tekrar ve tekrar “ele geçirme” merasimleri düzenlememiz…

Oysa senden önce de orada doğmuş, büyümüş, âşık olmuş, sokaklarında dolaşmış, yağmurunda ıslanmış, denizine bakıp hayal kurmuş niceleri olmuştur. Tarih böyle akar zaten. Geçmiştir gitmiştir, gönderilmiştir, sürgün edilmiştir ve hikâye olmuştur artık hatırlanmak istenmeyen. Sen hoyratlığını cömertçe kullanmış, gidenin üstüne yeni bir tarih yazmaya koyulmuşsundur çoktan. Önce kendini inandırmışsındır bu yeni tarihin özbeöz senin olduğuna, sonra izleyenlerini. Zamanla işin iyice kolayına kaçıp tribünler sana alkış tutsun diye mesela, abartılı biçimde hasletler yükleyip hayalinde başka bir kimlik verdiğin bir şehri, ucuz siyasetin ve hamasetin mezesi bile yapmışsındır çekinmeden. Ama ne yapsan nafile. Yeniden yazmalara doyamadığın o öykü balonu patlamıştır artık. Artık hikâyeler saklandıkları kuytulardan bir bir çıkıp oyunu bozacaktır…

 

Çünkü tarih böyle ister

Kimi kalemlerin elinde, hamaset dolu bir lise kompozisyon ödevinden başka bir şeye benzemeyen güzellemeler yüzünden son dönemde iyiden iyiye yıpratılmış bir kente dönüştü İzmir bana göre. Başbakan’ın İzmir’e “gâvur” deyip bu duruma bir son vermek gerektiğine dair tuhaf imalarının hemen ardından açılan kimi web sitelerinde “İzmir’e gâvur diyenin İzmir kadar başına taş düşsün” yollu çıkışmalar ise sadece acıma uyandırdı. Üstelik İzmir’e en çok yakışan tanımdı belki de “gâvur İzmir.” O halde inkâr neden? Hem tarih babanın bizzat kendisi diyor: 20’nci yüzyıl başında İzmir’in 230 bini aşkın nüfusunun büyük çoğunluğunu Müslüman olmayan cemaatler oluşturuyordu. Kimdi onlar? Rumlar, Yahudiler, Ermeniler, Latin Katolikler… Ayrıca şehre yerleşmiş 40 milletten yabancı da cabası…

Şimdi İzmirlilerin o çok sevdiği “bizde incire yemiş, simite gevrek denir” tekerlemesine gelin şunları da ekleyelim de zaten kıt tarih bilgimiz biraz olsun gelişsin: 1893 yılının İzmir’inde İzmir’e Smyrna, Bornova’ya Burnabad, Karşıkaya’ya Kordelia, Kadifekale’ye Pagus, Kuşadası’na Scala Nuova denirdi. Nüfusu yaklaşık 200 bin olan İzmir kentinde 89 bin Müslüman, 52 bin Rum Ortodoks, 5 bin 700 Ermeni, bini aşkın Latin Katolik ve 37 bin yabancı yaşıyordu. Aynı dönemde İzmir merkez sancağında ilk ve ortaöğretim olmak üzere toplam 235 okul bulunuyordu. Ortaöğretim okul sayısında Rum Ortodokslar öndeydi, Müslümanlar geriden takip ediyordu.

 

İzmir’in taşralaşan hali

40 yıllık ömrünün yarısını doğmak ve büyümek suretiyle İzmir’de geçirmiş biri olarak doğrusu bu bilgileri yeni öğreniyor olmaktan ötürü önce kendimi ayıplamam gerek. Sözkonusu bu veriler ciddi bir arşiv çalışmasından alındı. Tam da bugünlerde, yani 1922 İzmir Yangını’nın ya da bir kentin asli olan gayı-müslim unsurlarından temizlenip Müslümanlaştırılma ve Türkleştirilmesinin miladının 90’ıncı yıldönümünde açılan Bir Zamanlar İzmir sergisinden…

Sergi Osman Köker editörlüğünde Bir Zamanlar Yayıncılık tarafından, Heinrich Böll Stiftung Derneği ve Anadolu Kültür’ün desteğiyle hazırlanmış. Orlando C. Calumeno Koleksiyonu’ndan Kartpostallar ve Vital Cuinet’nin kentin 1922 öncesi istatistiklerinin de yer aldığı bir kitabın eşlik ettiği sergi, Amazon kraliçesi Smyrna’nın kentinin artık kartpostallarda kalan renklerine hüzünlü bir bakış aynı zamanda.

Kartpostallardan yayılan hüznün kentin değiştirilen etnik ve demografik yapısından çok, son 90 yılda bir Cumhuriyet kenti olarak sunduğu fotoğrafla ilgisi var kanımca. Avrupa’ya şekerleme ve kuru yemiş ihracatında liderliğe oynayan, sinemaları, tiyatrolarıyla canlı bir kültür hayatı olan, Rum’u, Ermeni’si, Avrupalısı, Afrikalısı ile yaşattığı çokkültürlülük sayesinde bir rol model olabilecek bu güzelim kentin bugün gün geçtikçe taşralaşan ve yalnızlaşan hali hüzünlendiriyor insanı.

Ve ben Bir Zamanlar İzmir sergisinde gördüğüm her kartpostalda, Papaz’ın Bağı denen mahallemize dair ufak bir ipucu arıyorum nafile bir merakla…

 (TARAF - Özgür Duygu Durgun – 21.10.2012)

 

Bu yazı toplam 2181 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar