Bir kültürü tasfiye girişimi
“Bir halkı tasfiye etmenin ilk adımı hafızasını silmektir. Kitaplarını, kültürünü, tarihini yok edin. Sonra birisinin yeni kitaplar yazmasını, yeni bir kültür üretmesini, yeni bir tarih icat etmesini sağlayın. Çok geçmeden o halk ne olduğunu unutmaya başlar... İnsanın iktidara karşı mücadelesi, hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir…”
Yakın zamanda yitirdiğimiz dünyaca ünlü yazar Milan Kundere, “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı”nda bilincimize gönderir bu satırları… 45 sene önce kaleme alınmış duygular, bugünün Kıbrıs’ında yaşadığımız çıkmaza ışık tutar. “Yok olmanın” dayanılmazlığına karşı ne yapmamız gerektiği konusunda ortak bir hareket noktamız yoktur henüz.
Bir avuç direnirken, bin avuç ovuşturulur.
Ya “gücümüz yetmez” hissiyle yaşanan bir seyirci halimiz vardır…
Ya da konfor alanlarımızı korumak adına düzenle sessiz bir uzlaşımız…
***
Kıbrıslı Türk toplumunun hafızası siliniyor gerçekten…
Yeni bir kültür üretilmek isteniyor hatta üretiliyor.
Siyasi ve ekonomik bağımlılık için son yıllarda gizlenme gereği duyulmayan bir proje olabildiğince agresif yürürlüğe konuyor.
***
En stratejik noktaların kontrolünü tümüyle teslim ediyoruz.
Su ile başladık.
Düşünsenize, kontrol sizde değil ve birisi dese ki “artık yok” ne yapacağımızı bilemeyeceğiz.
Elektrik var sırada…
Havalimanı gitti, deniz limanları geliyor ardından…
Birer birer yönetim ve üretim alanlarını yitiriyoruz.
Üstelik tüm bu gelişmeler yaşanırken, kendi başarısızlığımızı, beceriksizliğimizi, kusurlarımızı da biliyoruz.
Yönetemedik, geliştiremedik, sahip çıkamadık.
Acısı: Ders almadık!
Uluslararası toplumun onaylayacağı bir çözümle yönetimine ortak olacağımız ne varsa, “elimizden alacaklar” diye korkutularak, kendi ellerimizle teslim ediyoruz.
***
Ne hazin değil mi, ne adanın kuzeyinde irademiz var, ne güneyinde…
Kendi geleceğimizle ilgili kararları veremiyoruz, ne orada ne burada…
Kıbrıs Cumhuriyeti yönetiminden “açılım” bekliyoruz umutla, hak dileniyoruz adeta ve en azından cebimizdeki kimliğe sığınarak hayat kalitemizi artırmak istiyoruz.
Öyle de “karar verici” değiliz.
Tıpkı kuzeyde olduğu gibi…
“Lefkoşa-Ankara” hattından ne zaman, ne çıkacağını bilmiyoruz örneğin; her an yeni bir “milletlerarası anlaşma” ile yeni bir sürpriz bekliyor hepimizi…
Bir sabah yeni bir “Külliye”ye sahip olacağımızı öğreniyor, bir akşam “türbanlı öğretmenlerle” yüzleşiyoruz ders kitaplarında… Havaalanımızın “askeri üs” olduğunu Anadolu Ajansı’ndan okuyor, yüzde altmış oyla seçilen parti başkanının gece yarısı evinden kaçırılarak görevden el çektirildiğini siyasi kulislerde duyuyoruz.
***
Bir toplum, bir yurt, bir kültür tasfiye ediliyor ve pek çok insan büyük bir coşkuyla karşılıyor bunu… Sınırlı ömürlerinde kendilerine sunulan kıyağa, koltuğa, makama, konfora, statüye teslim oluyorlar. Yurtlarını feda ediyorlar bu uğurda... Derin bir körleşme, dilsizleşme, sağırlaşma arasında her türden dayatmayı alkışla karşılıyorlar.
Gülüşün giderek kaybolduğu yarı/m adamızda, unutuşun tarihi yazılıyor.
Yine de direnenler var, yine de inatla kimliğini, kültürünü, benliğini ve haysiyetini, iradesini ve özgürlüklerini korumak için dört elle sarılanlar var hayata…
***
Kıbrıs’tan ne krallar geldi geçti, ne büyük medeniyetler…
Surları kaldı geride, sırları kaldı…
Sınırlar kalmadı!
Coğrafya oldu kader…
Ne milliyetçilik, ne din de kazandı.
Işın Cem’e saygı
Işın Cem ya da Işın abla…
Işıklar kapandı, alkışlar yükseldi, veda etti sahneye…
Geride bir “Tiyatro” bırakarak…
“Ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil” sözü gibi…
Çok daha fazla izlemeyi hak etmiştik oysa…
Kıbrıslı Türk toplumu, sahneler, tiyatro önemli bir değerini yitirdi.
Yaşar Ersoy, Osman Alkaş ve Erol Refikoğlu ile birlikte Lefkoşa Türk Belediye Tiyatrosu’nun 4 kurucusundan biriydi, Işın Cem… Yıllar yılı tek kadın oyuncusu olarak sahneye çıktı.
Ne mutlu ki temellerini attıkları tiyatro, gelişerek ve güçlenerek bugünlere geldi, toplumsal direnişe ve sanata katkısını sürdürüyor, halen…
Işığı daim olsun, tiyatro yaşadıkça…
Umarım, bir tiyatro müzemiz olur gün gele ve tüm bu isimler hep anımsanır.
Ders kitaplarını güncelleyeceksek eğer Yaşar Ersoy’un eserlerini kaynak alarak yola çıkabiliriz.
Çocuklarımız bu coğrafyanın değerlerini öğrenmelidir, sanatta, sporda, toplumsal üretimde…
Bu güzel insanların en zor şartlarda, dirençle, dayanışmayla, bilgiyle ortaya koydukları emek önemlidir ve hakları böyle ödenir, hep anımsanarak…