Bir masalın sonu
Dün Yenidüzen’de çıkan ve toplumda büyük tepki yaratan manşet haber, hükümetin kapanma sürecinin ardından hanesine başarı olarak yazmaya çalıştığı “sıfır vaka” masalının artık resmen sona erdiğini gösteriyor. Türkiye’den gelen bir grubun karantinadan muaf tutulmuş olması, en başından beri büyük bir koordinasyonsuzluk içinde, birbirlerinden habersiz bakanlarla ve muhtelif kurullarla süreci götürmeye çalışan hükümetin ipliğini pazara çıkarması bakımından önemli bir dönüm noktası oldu.
Halkın tüm kesimlerinin büyük bedeller ödeyerek yarattığı bir durumu, hükümet yetkililerinin kendi başarıları olarak yutturmaya çalışmalarının devasa bir aldatmaca olduğu, artık tamamen açığa çıkmış oldu. Tedbirleri çok iyi uyguladıkları, bu sayede vakaların kontrol altına alınıp sıfırlandığı yönündeki propaganda tümden çöktü.
Aslında tek tutunacak dallarının “sıfır vaka” propagandası olduğunun bilincinde olan hükümet yetkilileri, bu sayede sağlık altyapısını güçlendirme konusunda kayda değer hiç bir şey yapılmadığını hasır altı edebilecekleri umudunu taşıyorlardı. Ekonomi alanında hiç bir planlama yapılamadan kapanma sürecinin tüketilmesi, bunun başa çıkılması çok zor bir krize çanak tuttuğu gibi gerçekleri böyle bir propagandayla gizlemek, korku ikliminin hakim olduğu bir toplumda oldukça elverişli gözüküyordu.
Nitekim bu dala tutunmak suretiyle Başbakan, pandemi hastanesi yapılamamış olmasını eleştirenleri “Yeter artık, bizi dünyaya rezil ediyorsunuz” diyerek haşlayabiliyor, güneyde çalışan emekçilerin kamu sağlığının yüzü suyu hürmetine ödedikleri bedele dikkat çekilmesi, Başbakan yardımcısı tarafından “Popülizm zamanı değil, tüm toplumu düşünmek zorundayız” denilerek bertaraf edilebiliyordu.
Covid-19 sürecinin hükümet sözcülerine kazandırdığı en önemli hareket alanı, halkın sağlıkla ilgili endişesinden faydalanarak, “hepimiz aynı gemideyiz” safsatasını iyice yaygınlaştırmaları olmuştu. Bunu söylerken temel dayanak noktaları siyasetin toplum nezdindeki itibar kaybetmiş imajıydı.
Süreç boyunca olmayan kriz yönetimini eleştirmeyi, olumsuz mana yükleyerek “siyaset yapmak” olarak nitelemek, bu şekilde siyaseti toplumun uzak durması gereken bir alanmış gibi lanse etmek, hükümetin başlıca stratejisi konumundaydı.
Hatırlanacaktır, Kudret Özersay Meclisin 21 Nisan’da yapılan ilk toplantısında, Dünya Bankası genel direktörünün açıklamasından alıntı yaparak “Bu krizi siyasi puan toplama yönünde kullanmayın” şeklinde buyurmuştu.
Bunu söylerken süreç boyunca hükümet ortakları arasında her kritik kararda nükseden topu birbirlerine atma çabasını yadsımış, bizzat kendisinin “ben başbakan olsam süreci daha farklı yönetirdim” dediğini unutmuş, bunları nedense kendi tabiriyle “siyasi puan toplamaktan” saymamıştı.
Açılma günlerine dair büyük bir belirsizlik ve risk içerisine soktukları toplumu bu şekilde oyalayabilecekleri yönündeki planlar, bir noktada duvara toslayacaktı elbet. Keza gün geçtikçe gerçeklerle yüzleşmeye, ekonomik krizi tüm boyutlarıyla yaşamaya, tüm sektörlerde kapanmanın neden olduğu zararlarla yüzleşmeye başlıyoruz. Toplumun geniş kesimlerinin refah düzeyinin düşeceği, yoksulluğun yaygınlaşma riskinin artacağı, bıçak sırtında yaşanacak günlerin içerisindeyiz.
Fakat “hükümet başarısı” masalının kestirme bir yoldan çökmüş olması, bazı gerçeklerin daha erken anlaşılması bakımından toplumun yararına bir gelişme.
Bundan sonra sağlık alanında taş taş üzerine koyamamış olan bu hükümetin, doğru düzgün açılamama nedeniyle halkın ödemeye devam edeceği bedellere karşı nasıl bir savunma geliştireceğini merak ediyorum doğrusu.
Artık “lale devri” sona erdi, “büyüklere anlatılan masallar” defteri de kapandı çünkü.
“Bir musibet bin nasihatten iyidir” sözünü haklı çıkarırcasına...