Bir musibet bin nasihat…
Sayın Eroğlu toplumsal sorunlarımıza ilişkin ufuk açıcı, yüreklendirici, zorlukları aşmak adına toplumu motive edici tek bir tavır sergilemeden görev süresini tamamlıyor. En ibret verici örnek Anayasa değişikliği referandumudur. “Anayasa değişikliği zaten böyle bir kişinin hazırlamasıyla ortaya çıkmaz” diyerek tercihini kaostan yana kullanan Sayın Eroğlu, krizlerden beslenen bir siyasetçi olarak değerli insanların emeğini nasıl bir kalemde silebileceğini ispatlamıştır. Aynı değerli insanlarla ilgili Sayın Eroğlu’nun desteklediği gazetelerde, “AKP’den talimat alarak Anayasa değişikliğini hazırladılar” babında fıkraların yayınlandığını da unutmamak gerekir.
Bir musibetin bin nasihatten evla olduğunun bilinciyle Cumhurbaşkanlığı seçimine giderken herkesin kendine şu soruyu sorması gerekmektedir:
Kaostan yana mıyız yoksa sosyal adalet ve ekonomik büyüme gibi hedefler üzerinden değişim ve dönüşüm vaktinin geldiğine kani miyiz?
Eğer niyet iyiyse 20. yüzyılın hastalıklarını sürekli yeniden üretmekten vazgeçme konusunda bir duyarlılık sergilemeliyiz.
Kıbrıs Türk halkına yapılabilecek en büyük kötülük, sürdürülebilir ekonomi için seferber olmamız gereken bir aşamada kapitalizm-sosyalizm tartışmalarını abartılı biçimde gündeme taşımak ve insanımızı kamplaşmaya zorlamaktır.
Özellikle kendini solcu olarak tanımlayan bireylerin kafasını allak bullak ederek hiçbir sonuca ulaşamayacağımız aşikârdır. Değişime ve dönüşüme dair bu ülkede umut varsa bu umudu yaratan da yaşatan da ilericilerdir ve ilericilerin kendi içlerindeki kısır tartışmalar umudu öldürmek dışında hiçbir işe yaramayacaktır.
Günümüzün temel sorunsalı olan sürdürülebilir ekonomi arayışlarının ne kapitalizmle ne de sosyalizmle doğrudan ilişkilendirilmesi sağlıklıdır.
20. yüzyıldaki kamplaşmanın odağında üretim ve dağıtımdaki sahiplik ve kâr olguları yatırken kapitalistler özel mülkü, sosyalistler üretim araçlarına üretenlerin sahip olmasını savunuyordu.
Bugün sürdürülebilir ekonomiyi tehdit eden başlıca unsur yatırımlara ve kamu harcamalarına ilişkin abartılı borçlanmalardır. Üretim araçlarının sahipliği konusundaki devletçi anlayış ise tökezlemektedir.
“Borçlanma iyidir” diyen kapitalistler de “üretim araçlarına devlet sahip olmalıdır” diyen sosyalistler de uygulamada çuvallamıştır.
Her iki yaklaşım da günümüzde ısrarla gündemde tutulmaya çalışılan eski yorumlamalardır.
Hiç borçlanmaya gitmeden ciddi yatırımlar yapan büyük şirketler olduğu gibi sahibi devlet olmayan ve başarıyla üretim süreçlerinde rol alan pek çok kooperatif de vardır.
Tarih boyunca her şeyin devlet kontrolünde olduğu ya da bankaların çuvalladığı tecrübeler yaşanmışsa da ne her alanda işletmeciliğe soyunan devlet ne de istikrarsız finans sistemleri ideolojik şartlardır.
Özünde sömürü olan ideolojilerden farklı olarak sosyalistler toplumsal süreçlerde eşitliğin gözetilmesine duyarlı olur, ilerlemenin engelleyicisi değil lokomotifi olmayı gözetir.
Nihayetinde, sınıf bilinci niteliği artırsa da sürdürülebilir ekonomi başka bir şeydir!
Sürdürülebilir ekonomi toplumların, kültürlerin ve bireylerin sürdürülebilir mali, ekolojik ve sosyal yapılarda varlıklarını devam ettirebilmesiyle alakalı bir hadisedir. Kapitalist ya da sosyalist ilkelere sahip olmanın sözü edilen yapıyla hiçbir ilgisi yoktur.
Kapitalist de olsanız sosyalist de olsanız sürdürülebilir ekonomi hedefini ötekileştirmezsiniz. Zaten her iki ideoloji de bu konuda uygulamada çuvallamıştır ve tam da bundan ötürü 21. yüzyılda insanlığın ortak hedefi sürdürülebilir ekonomi olmuştur. Bu açıdan sürdürülebilir ekonomi kapitalizmden devşirilmemiştir.
İnsanlar paylaşmak ve aynı zamanda gelir elde etmek istiyor. İnsanların birbirleriyle işbirliği yapmaktan kaçındığı yok, eşit koşullarda rekabetten de kimsenin gocunacağı yok. Birileri siyasal iktidar kavgası verirken ekonomi, işbirlikleri ve rekabetlerle tabanda devinimini sürdürüyor ve ekonomik sürdürülebilirliği sağlayacak olan da budur. Yeter ki sürdürülebilirlikle yönetim erki arasındaki çelişkiler aşılabilsin.
Özgürlükçü sosyalist CTP’nin misyonu ise sürdürülebilir ekonomi hedefini ötekileştirmek değil paylaşmanın, gelir elde etmenin, işbirliklerinin ve rekabetin eşitlikçi koşullarını oluşturmaktır.