1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bir Müzmin Yorgunun Dinlenmek Düşü
Bir Müzmin Yorgunun Dinlenmek Düşü

Bir Müzmin Yorgunun Dinlenmek Düşü

Çünkü hayat, aslında buçuklar imparatorluğudur.

A+A-

Emel Kaya
[email protected]

Çünkü bazen dinlenmek bir düş. Bir müzmin yorgun, o düşü metnin ima yüklü boşlukları ve kimi semantik muğlaklıklarıyla anlatabilir belki, dinlenmenin ne idiği hususunda bizatihi bir tecrübesi olmamaklığından. Sözlüklerdeki anlamı, maalesef yıllardır tasarladığı, bir gün elbet büyük bir coşku ve tevekkül ile kendini teslim etmeyi arzuladığı kavram dünyasını karşılayamadığından.

Neden dur durak bilmez, dinlenmez ki insan, diye düşünebilirsin. Ben de sana bir gürültü, uğultu ve vasatlık uçurumdan bahsetmeye başlarım o zaman. Her şeye yetişme, yaşamı kontrol altına alma güdümüzün önümüze büyük bir iştahla dikiverdiği mahviyet ve pişmanlık kulelerinin kenarından, üstelik de o uçuruma düşmeden sıyrılı sıyrılıvermenin ancak ve ancak durmamakla, dinlenmemekle mümkünmüş gibi göründüğünü de eklerim belki. Belki değil, kesin eklerim. Peki, ne olur o vakit? Bir müzmin yorgun olur. Yoğunluğu azalmış ilham ve coşkular olur. Anlarsın ki, Cioran’ın dediği gibi, her insan her şeyi vaat eder; ama her insan, kıvılcımın dayanaksızlığını ve hayattaki deha noksanlığını öğrenmek için yaşar. 

Çok mu umutsuz? Belki… Ama buna rağmen dinlenmek üzerine söyleyeceklerim var. Hiç değilse, ne menem bir şey olduğunu sezdirebilirim. Dinlenmek... sanki... yok, vazgeçtim, şuradan başlayalım:

Şimdi önce bir paket irmiği bir kaba boşaltalım. Sonra üzerine bir bardak şeker ekleyip ikisini birbirine iyice karıştıralım. İçine üç yumurta kırıp bir paket kabartma tozuyla bir bardak da sıvı yağ ilave edelim. Sonra da alabildiği kadar un. İyice karıştırıp oldukça sert bir hamur elde ettik. (İşte o hamur ‘ben’im). Hamuru fırın tepsisine koyup pişirelim. (Piştikten sonra kime dönüştüğünü bilmiyorum, rica ederim sorma!)

Diğer taraftan bir tencereye dört buçuk bardak su ile üç buçuk bardak şeker koyalım (Buradaki buçuklar çok önemli. Çünkü hayat, aslında buçuklar imparatorluğudur. Söz konusu uçurumun kıyısındayken yaptığın ince hesapların sonucu hep buçuğa çıkar.) Ocağı yakıp bu suyun içine yarım limon sıkalım ve bir paket vanilya dökelim. Bak, asıl püf noktası şimdi geliyor: Su kaynamadan önce içine 7-8 tane karanfil ve bir tatlı kaşığı tarçın ekleyelim, yoksa yaptığımız her şey yumurta kokar. (Bunlar, hani şu hayatın tuzu, biberi dedikleri cinsten naneler - o naneleri de yedikten sonra artık şerbetimiz hazır sayılır). Bu su, yaklaşık 10 dakika kaynadıktan sonra şerbet olur. İşbu şerbeti soğutmamız lazım; onun için, tencereyle birlikte “şimâl rüzgârları”nın estiği bir yere bırakalım. (Tencere soğuyana kadar isteyenler Cahit Külebi’yi öpebilirler, ama Külebi de onları öpecek).

Şimdi ustalık isteyen bölüme geldik: Şerbet dökme! Pişmiş hamur (Kek gibi bir şey oldu aslında. Bak, az önce hamurdu, loşça bir yere girdi –artık orada ne dolaplar döndüğünü bilmiyoruz-  alnı ak, sırtı pek çıktı oradan) sıcak, şerbet soğukken bu şerbeti kekin (‘Ben’ gibi bir şey aslında, pişmişliğinden dolayı emin olamıyorum) üstüne boca edelim. O sıcacık kek, o şerbeti iştahla emiyor, emiyor, emiyor, emi yor, e mi yor, e m i y o r ,  e  m  i  y  o  r ,  e   m   i   y   o   r  ,  e  m  i … Evet, emdi, bitti şerbet. Artık şerbet ve kek yok. İkisi bir oldu. Ne oldu? Revânî!

Bu revânî hazretlerinin afiyetle yenebilmesi, dağılmayıp güzelce kesilebilmesi için ‘içini çekmesi’ lazım. Ne demek içini çekmek? Şerbetin her bir damlasının her bir irmik taneciğine nüksetmesi, onları dolgun ve gevşek birer zerrecik haline getirmesi, aynı zamanda limonun etkisiyle şekerde oluşan sünmenin irmik tanecikleri arasında yumuşacık geçişlere (revân olmalara) zemin hazırlaması... Velhasıl kaskatı, sıcacık irmik tanelerinin kendilerini saran tatlı, serin bir buğu içinde yayılıp tam bir teslimiyetle kendinden geçmesi... demek, içini çekmek. Elbette bu, buzdolabında olmalı ve mümkün mertebe süre uzamalı.

Eğer bir gün dinlenilecekse, böylesi bir dinlenmedir düşümdeki. Ustalıkla hazırlanmış şerbete, öyle büyük bir iştah ve iştiyakla gark olmalıyım ki, bozguna uğramış ilham ve coşkular; zihnimin, kangrenini semirtmekle meşgul müteşebbis ve basiretli kıvrımları, tüm idrak ve irade kaleleri, bir sünme eylemi tarafından teslim alınıp muhtelif yönlere doğru çekiştirilmeli, inceldiği yerden itinayla koparılmalı, mezkur buğu içre kaybolup gidişleri bir keşiş umursamazlığıyla izlenmeli.

İçimi yeterince çektiğime kanaat getirdiğimde, zihnimi afiyetle yiyebilirim.  

Bu haber toplam 1016 defa okunmuştur
Gaile 510. Sayısı

Gaile 510. Sayısı