“...Bir sabah..., kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu”
“...Bir sabah..., kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu”
Ezgi Ağım
[email protected]
Hayatın koşuşturması içinde nefes almayı tekrardan anımsamaya çalışanların hikâyesi hep yazılır ve bu hikayelerde son her zaman aynıdır. İnsanın o zorlu hikâyesinin giriş, gelişme ve sonucunun benzer olması, oyuncuların farklı fakat senaryonun aynı olduğu binlerce oyun ortaya çıkarıyor. Franz Kafka’nın “Dönüşüm” adlı eseri de Gregor Samsa üzerinden kapitalist sistemde mücadele veren; fakat yine aynı oyunla sahneye çıkan insanların bir başka hikâyesini anlatır.
Modern toplum bir bakıma çeşitli kurumlardan oluşan bir komplekstir. ‘Düzen’ ve ‘kompleks’ kelimelerinin oluşturduğu bu paradoks ise hayatı daha kolay ve yaşanılır kılmak amacıyla ortaya çıkan makineleşmenin kötü etkileriyle oluşturduğu çelişkiyi vurgular. Pek çok alandaki kurumların oluşturduğu sistem adını verdiğimiz şey, modern çağdaki insanların hayatlarını mekanik, duygusuz, hesaplanabilir ve ritüel hale getirmiştir. Makinelerin kullanılmasıyla bireylerin yaşamları da bir nevi makineleşmiştir. İnsan makine haline gelip bir robot gibi yaşamaya, nesneleşmeye; ve benliğini de sistemin içinde kaybetmeye başlamıştır. Makine ile dayatılan toplumsal düzen bireyin şahsi düzeniyle çatışarak, bireyi yenilgiye uğratıp onun kendisine yabancılaşmasına neden olmuştur. İnsan toplumun tasarladığı kostümleri giyerek hayat oyununu makineleşmenin yazdığı senaryo üzerinden oynamaya başlıyor. Toplumun amaçlarını takip edip, kendi olamayınca, makine gibi kendine söyleneni kendine dayatılan yaşam modeli içinde yapmaya başlayan insan da, kendini amaçsız ve anlamsız hisseder hale gelmiştir.
Marx, kapitalist toplumsal sistemde üretim ilişkilerinin insanın kendine ve çevresine yabancılaşmasıyla, insanın kapitalizmin bir aracı haline geldiğini savunmaktadır. Modern çağın insanı, biçimsel formlar altında, yapay dünya içinde bir prototip haline geliyor. Franz Kafka, “Dönüşüm” adlı romanında kapitalist dünyada kaybolan ve yalnızlığa sürüklenen bu prototipi Gregor Samsa üzerinden anlatmaktadır. Gerçek hayatta kişilerin özgürlükleri ne kadar kısıtlanmışsa, Kafka’nın romanındaki karakter de bir o kadar hayvanlaştırılmıştır. Bir böcek olarak uyanan Gregor Samsa, bir hayvan haline gelmesini yadsımak yerine hala iş yerine gitmeye çalışarak, nasıl makineleştiğini ve kendine özgü değerlerini nasıl kaybettiğini gözler önüne sermektedir. Romandaki elma metaforu, sistemin dışına çıkanların nasıl hayatta kalamadıklarını vurgulamaktadır. Elma yasak olanı sembolize ettiği için, dayatılanın dışına çıkarak, düzene aykırı harekette bulunanın cezalandırılacağını göstermektedir. Bu nedenle sistemden uzaklaşan, çevresine ve kendisine yabancılaşan Gregor Samsa da kapitalist düzene aykırı durumu sebebiyle ‘elma’ ile öldürülmektedir. Makineleşmiş toplumda insanın hiç durmaksızın koşuşturması ve yavaş yavaş aynı çürüyen elma gibi benliğinden ve kişiliğinden uzaklaşarak ölüme sürüklenişi romanda çarpıcı bir şekilde verilmektedir.
Makineleşme ile gelen yabancılaşma insanın kapitalist dünyanın gücü altında bir böcek gibi ezilmesine sebep olmaktadır. Bunu takip eden amaçsızlık, insanın kendi amaçlarını göz ardı ederek, hatta belki unutarak toplumun geneline uyup, toplumun ‘dayattıklarına’ hapsolmasına ve artık kendi insanlığından uzaklaşmasına neden olur. Kendi inançlarının gölgede kalmasıyla bir amaçsızlığa mahkûm olur insan; kendini unutur. Gregor, amaçsız bir şekilde bütün gün o odada kalmaktadır. Kapı açık olsa bile dışarıya çıkmaya çabalamaması, onu oraya mahkûm eden şeyin amaçsızlık olduğunu gösterir. Kaçınılmaz olarak toplumdan dışlanıp, o odada izole hale gelmiştir. Bu da kapitalist sistemin, dışlanma evresinden sonra insanı nasıl ölüme sürüklediğinin bir kanıtıdır. Bilinen kaçınılmaz sonun önsözü adeta.