Bir sonuç: Karikatür
Utku Karsu’nun karikatüründe ırkçılık var mı yok mu?
Son zamanların en önemli gündem maddesi bu…
‘Karikatür’ aslında bir gerçekliği ve sonucu yüzümüze vuruyor ve biz gerçekleri tartışmak
yerine karikatürü tartışmayı yeğliyoruz.
Aslında sorun karikatürde değil, sorun; içinde yaşadığımız sistemde…
Karikatüre konu olan da içinde yaşadığımız bu eğreti sistem.
En başta ‘kimlikle giriş’ meselesi sorun yaratıyor, bunu bir kenara not etmek gerekiyor.
Kıbrıs’ın kuzeyine bütün dünya ülkelerinin vatandaşları kimlikle giremiyor!
Bu uygulama Türkiye için yaratılmış.
Yaratılmış, çünkü Türkiye’yi yıllar yılı yöneten zihniyet Kıbrıs’ın kuzeyini ‘Türkiye toprağı’ sayıyor.
Bu ‘yanlış anlama hali’ yüzünden yanlışlar bütünü de bir çorap söküğü gibi geliyor.
Adayı Türkleştirmeden tutun da, İslamlaştırma hallerine kadar yaşadığımız birçok sorun aynı merkezden yönetiliyor, oradan gaz alıyor.
'Karikatür olayı' bir etki yaratmış anlaşılan ve konuları konuşmak için bir fırsat penceresi yaratıyor.
* * *
Hatırlayınız, bundan yaklaşık 6 ay önce Lefkoşa’da Lokmacı Barikatı civarında bir olay yaşanmıştı.
Olayda bölgede ikamet eden bir grup bardan çıkan Kıbrıslı gençlerin üzerine saldırmış, olayda kan akmıştı.
Lokmacı Barikatı civarında yaşanan olay aslında normal bir adli olay olmaktan çok farklı öfkelerden farklı negatif motivasyonlardan beslenen bir sürecin getirisiydi…
Surlariçi’nde yetişen yeni bir neslin, sınıfsal bazı tepkileri-öfkeleri biriktirdiğini, bunu da etnik temel kıskancında göstererek, aslında yoksulun bir üst sınıfa gösterdiği kızgınlığı 'Türkiyeli-Kıbrıslı' gerilimi çerçevesinde ortaya koyduğu görmezden gelemeyiz.
Bu tarzda bir söylemi YDP’nin Genel Sekreteri Bertan Zaroğlu’nun açıklamalarında da görüyoruz.
Zaroğlu ülke kaynaklarının “eşit paylaşımından” bahsediyor.
Hatta “Biz ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, bu ülkenin kaynaklarından eşit ve adil şekilde faydalanamayanların partisiyiz” diye konuşuyor.
Yani ortada bir ‘ezilmişlikten’, ‘ötekileştirilmişlikten beslenen yeni söylem var!
* * *
Olayın bir de "Kıbrıslı" tarafı var tabii…
Karikatür olayında da bu “Kıbrıslı” tepkiyi ve isyanı izliyoruz.
Bu kez; Kıbrıslı Türkler neden deniz ötesinden gelen 'yabancıya' öfke duyuyorlar, bu kızgınlık ve çatışma halini neler besliyor, bunu tartışıyoruz.
Ve bu tartışmalarda her zaman haklı çıkan “Kıbrıslı” tepkiyi görüyoruz.
Ancak malumunuz, yaşadıklarımız bir sonuç!
Bu sonuca gelmeden bazı hatalar sürecinden geçtiğimizi ve bu hatalarda payımızın olduğunu görmüyoruz.
Hepimizin malumu, Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin önemli bir kısmının Kıbrıslı Türklere yönelik vesayetçi yaklaşımlarına ve kimi yöneticilerimizin onlar karşısındaki kayıtsız şartsız biat etme tutumlarına içerleyen Kıbrıslı Türk “entelektüelleri”, çalışanları ve sendikacıları büyük bir öfke içerisindedirler.
Bu öfke, bir yandan Türkiye’ye, diğer yandan da adaya çalışmak ya da iş kurmak için gelen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yönelmektedir.
“Kıbrıslı” çalışanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin hazırladığı ekonomik paketler ve adaya gelen ucuz işçilik dolayısıyla işsiz kalacaklarını, hatta göç etmek zorunda bırakılacaklarını düşündükleri için, memleketin tuzu kuruları da, ülkedeki “sosyal ortam” bozulduğu, “sokaklarda bir tek Kıbrıslı Türk dahi göremedikleri” için şikâyetçidirler durumlarından…
Yani bu öfke-kızgınlık hali, yalnızca alt ve orta sınıflara değil, halkın tamamına aittir bir biçimde…
O hâlde sınıfsal bir temeli yoktur ve Kıbrıslı Türk olmak, bu öfkenin öznesi olmak için yeterlidir, önce bu tespiti yapmak gerekiyor.
Aslında genele yayılan bu tepkinin beslendiği alan siyasettir, yöneten-yönetilen ilişkileri ve onun sonuçlarıdır.
Surlariçi'nde yaşayan, gelişen yeni kültürün diğer gelir gruplarındaki bireylere gösterdiği kimi tepkiler etnik çerçevede sayılsa da aslında sınıfsal bir öfke olurken, Kıbrıslı Türklerin genelinde adı konmasa da yayılan ‘karşı öfke’ sınıfsal olmaktan uzak mikro milliyetçi bir dışa vurumdur.
Elbette bu tepkinin haksızlığını konuşacak değilim, genel fotoğrafı çekmeye çalışıyorum.
Ve elbette böylesi tepki adres kimi zaman yanlış olsa da bir siyasi sürecin doğal sonucudur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı vesayetçi yetkililerine, seçilmişlerimiz arasındaki iradesizlere, dayatılan ekonomik paketlere direnmek Kıbrıslı Türklerin bir bölümünün var oluş ve onur mücadelesinin vazgeçilmez unsurlarıdır.
Ancak bu noktada topyekun bir başkaldırıdan bahsedebilir miyiz?
UBP ve DP’yi bu mücadelede nereye koyuyorsunuz?
Sonuçta ülkeyi yöneten, her seçimde binlerce oy alan yine bu partiler!
Ve sözünü ettiğimiz tepkileri gösteren birçok Kıbrıslı Türk de bu partilere gidip oy veriyor.
Kızını kamuya istihdam etti, oğluna arsa verdi, kendisine geri dönüşsüz kredi sağladı diye gidip çatır çatır UBP’ye oy veren Kıbrıslı Türkler de bu sonuçlardan birinci derecede sorumlu değil mi?
Ve bu partileri de bile bile bu toplum seçmiyor mu?
* * *
Karikatürde konu edilen “turistlere” karşı tepki daha önce de belirttiğim gibi bir sonucun fotoğrafıdır.
Elbette genelleme yaparak böylesi bir öfkenin hepimizde olduğunu söylemiyorum.
Ancak yavaş yavaş artık ayyuka çıkan, fazlalaşan, her soruya-soruna “cevap” gibi gösterilen "Türkiyeliler potansiyel suçludur" şiarı artık toplumsal meselelerimize sağlıklı çözümler üretmekten bizleri mahrum edecek boyutlara ulaşmıştır.
Ve bu durumun doğal sonucu da karşımızda “YDP” olarak durmaktadır.
Çünkü bu işler etki-tepki meselesidir ve belli ki büyük merkezler artık bu yöntemle Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyasete yeni bir şekil vermeye yönelmiştir.
Belli ki artık yeni bir başka sonuç doğmuştur ki; bu çok daha uzun bir sürecin habercisidir.
* * *
Kıbrıs Türk toplumu ve özellikle Kıbrıslı Türk solu çok uzun yıllar Türkiye egemen siyasetine karşı çok dirençli ve dirayetli ve uzun soluklu bir mücadele vermiştir, hiç kuşku yok.
Bu süreçte bazı geliştirilen dil ve o dönemin getirdiği “kim olursan ol bizden ol” anlayışı içerisinden partiler içerisinde belli başlı kadrolar evirilmeye başlamış ve Türkiye karşıtlığını birey/kişi karşıtlığına eşdeğer tutmaya başlamıştır.
Her azınlık kendi kültürünün yok oluşuna yönelik olarak böyle bir refleks-tutum geliştirebilir, Kıbrıslı Türker'de çok uzun zamandır kendi kültürel varlıklarını tehdit altında görmekte ve son yaşanan TC yetkililerinin aşağılamalarıyla da birlikte haklı bir refleks-tutum geliştirmektedirler.
Peki bu nasıl mikro milliyetçilikten arındırılıp belli bir etnik nasyonal zırh bürünmeden, mücadele alanına çevirtilebilir bunun üzerine düşünmek gerek.
Buradaki birçok TC kökenli yurttaşın da KKTC’yi TC’nin bir alt yönetimi olarak idrak edip (Kıbrıslı Türklerin hissiyatında ve dünyanın algıladığından farklı olarak) buranın sesinden çok TC’den çıkan seslerden etkilenip ona göre reflekslerini geliştirmeleri anlamını taşıyor.
Örneğin Kıbrıs’ın kuzeyinde X köyde doğmuş, büyümüş bir 12 yaşındaki kız çocuğuna “Nerelisin abim sen?” diye sorduğumda aldığım “Trabzonluyum” cevabı da bu durumun bir yansımasıdır.
* * *
Kıbrıslı Türklerin negatif hissetmesi içinse birçok neden vardır, bunlardan bir başkası da gelecek vizyonsuzluğudur.
Günün sonunda rotası belli olmayan bir gemide sürekli seyahat eden kişi psikolojisindedir toplum.
Memleketin “sağı” mevcut sistemin devamını, hatta “ilhakı” önerirken, sol siyaset de "Federal çözüm hayali" dışında somut bir siyaset ortaya koyamıyor.
Ara ara yarım yamalak da olsa iktidar ortağı olan sol partilerin iktidarda bekleneni ortaya koyamaması, emek, sivilleşme, demokratikleşme adımlarında yetersiz kalması, vesayete karşı verilen mücadeleyi bir toplumsal mücadeleye dönüştürememesi bu olumsuz düşünceyi besliyor.
Siyasi kısır döngüde beklediğini bulamayan toplumun diğer yandan nüfus olarak da başka bir
ülke nüfusunun altında olduğunu sürekli hissetmesi ve kendi vatanında sayısal azınlıkta olması maalesef algı ve tepkilerde mikro milliyetçi unsurları çoğaltmaktadır.
Bu salt Kıbrıs- Türkiyeli, Türk-Rum meselesi olarak değil, hayatın her alanda kamplaşmanın ve doğruyu tartışarak bulabilmenin yerine zıtlık ve varoluştan farklılık noktasına çekiyoruz ki, bu tartışmalar sonu bizi doğruya değil, üzüntüye ve kedere doğru sürüklüyor.
Toplum kendini bitmiş hissediyor ve buna karşı bir koruma kalkanı geliştirmiş, o kalkan da sadece “laf” aslında.
“Bittik, tükeniyoruz, kaç kişi kaldık, yeycekler bizi” söylemlerini yine aynı tarzda söylemlerle besliyor, büyütüyor ve reddedişçi bir ruha büründürüyoruz.
Ve duygusal reddediş siyasetleri-çıkışları da çözüm üretmiyor, günde kalıyor ne yazık.
Utku Karsu’nun karikatürü de işte tam da bu ruh halimize ayna tutuyor.
İlk fırsatta gösterilen ani bir parlama, bir tepki, dışa vurum yaşıyoruz; her yeni doğan günde bunu sürdürüyoruz ancak sadece söylemde…
Çok sert, okkalı cümlelerde isyan sözleri yazmak prim yapıyor sosyal medya denen sanal dünyada…
Oysa gerçek dünyadaki değişimi, sert çıkışlarla değil, akılcı politikalarda belirleyebiliriz.
Ve bunu yaratabilecek, tüm bu yanlışlara dur diyebilecek, iktidara gelince Kıbrıs’ın kuzeyini, yanlışlarını topyekun değiştirecek siyasetçileri arıyoruz.