Bir Tarafı Uçurum Bir Tarafı Ateş
Kitap... Kıbrıs’ta ortak bir mücadele tarihi bulunduğunu ve bunun hiç de küçümsenmeyecek bir zemine dayandığını, tarihten örneklerle gösteriyor
__________________________________________________
İncelenen çalışma
Abdullah Korkmazhan. Bir Tarafı Uçurum Bir Tarafı Ateş.
Lefkoşa: Baranga Yayınları, 2021, 114 s.
__________________________________________________
Hakan Karahasan
Kıbrıs’ın yakın tarihine bakıldığında, daha çok birbirleriyle çatışan milliyetçi ideolojiler ve mağdurluk üzerine önemli bir literatür bulunduğu iddia edilebilir. Diğer bir deyişle, yakın Kıbrıs tarihi deyince, birçok kişinin aklına adada nüfus olarak baskın olan iki toplumun (Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler) arasında bir güç, iktidarı elde tutma ve ithal edilen milliyetçilikler doğrultusunda birbirlerine yer yer şiddet de içeren bir ‘var olma’ ile ‘mağdur olma’ arasında gidip gelen, ilk bakışta birbirine zıt ama temelde benzer düşünceler üzerine odaklanma olduğu birçok çalışma ile görülebilmektedir. Özellikle resmi söylemlere bakıldığında, karşılıklı suçlamalar ve bu suçlamaların ‘tarihin derinliklerinden’ cımbızla ayıklanıp, ortaya kolektif, ulusal bir anlatı olarak sunulduğu ve bunun da tek doğru tarih olduğu düşüncesiyle birlikte, karşı tarafı tıpkı ilk dönem Western filmlerinde olduğu gibi salt kötü, ‘kendimiz’i de salt iyi olarak gören bir anlayış hakim. Western film benzetmesini literatüre kazandıran sosyal antropolog Yannis Papadakis, Sergio Leone’nin meşhur filmi İyi, Kötü ve Çirkin’den esinlenerek Kıbrıs tarihine bakıldığında durumun tıpkı filmin adı gibi olduğunu belirterek, adadaki tarih kurgusunu biraz da esprili bir şekilde bu filmin adına benzetir.
Kıbrıs’ın özellikle yakın tarihi denilen 1878 İngiliz Dönemi ve sonrasında, adada milliyetçiliğin her iki toplum üyeleri tarafından gün geçtikçe desteklenmeye başladığı düşüncesi hakimse de, bunun kitleler tarafından benimsenmesi için epey bir zaman ve çabalar sarf edildiğine dair çalışmalar da mevcuttur. Kıbrıslı Türklerin resmi anlatılarına bakıldığında, 1974 yılından 2004 yılına kadar adada orta eğitimde okutulan Kıbrıs Tarihi (Kıbrıs Türk Mücadele Tarihi) ders kitaplarının yazarı olan Vehbi Zeki Serter, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türklerin bir arada yaşayamayacağını ve bunun tarihten örneklerle gösterilebileceğini iddia etmekteydi. Serter’in kitapları, resmi söylemin ne olduğunun görülebilmesi açısından önemli bir örnek olarak okunabilir. Ancak, 2004 yılında revize edilen Kıbrıs Tarihi ders kitapları ile Kıbrıs merkezli ve kültürel tarihi öne çıkaran ders kitapları bir paradigma değişikliğine gidildiğine dair ip uçları vermekteydi. Hemen belirtmek gerekir ki, bu paradigma değişikliği uzun sürmedi ve 2009 yılında ‘eski paradigmaya’ dönüş denilebilecek bir anlayışla Kıbrıs (Türk) Tarihi ders kitapları bir kez daha yenilendi.
Lakin, Kıbrıs’taki yakın tarih üzerine konuşurken, Kıbrıs’ın nasıl bir tarihinin olduğu tartışmalarından bahsederken, sosyal tarih ve toplumların birbirleri ile olan ilişkilerini ele alan çalışmaların bulunduğunu yenilemekte fayda var. Bu çalışmalardan bir tanesi, yeni bir yayın olan Bir Tarafı Uçurum Bir Tarafı Ateş adlı çalışma. Abdullah Korkmazhan’ın kaleme aldığı çalışmanın adı, Kıbrıs’ta sol hareket tarihinde önemli bir isim olan Derviş Ali Kavazoğlu’nun, o dönem içinde yaşadığı durumu anlatmak isterken söylediği sözlerden birisi. Ömrünü sol mücadele, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumların birlikte yaşamasına adayan Kavazoğlu, Kıbrıs’ta birçok kişinin bildiği üzere, tam da bu sebepten ötürü cinayete kurban gitmiştir.
Kitabın neden yazıldığının anlatıldığı “sunuş” yazısında Korkmazhan: “Bu çalışmanın amacı, kurguya ve yalana dayalı resmi tarihin toplumsal bellekte yarattığı tahribatı bir nebze gidermek, Kıbrıs solu ile ilk ve ikinci kuşak Kıbrıslı Türk solcuların ortak mücadele tarihi ve deneyimlerini, özellikle genç kuşaklara aktarmaktır” (s. 2). Korkmazhan’ın ifadesi, özellikle 1974-2003 yılları arası doğup yetişen ve birbirleriyle neredeyse hiçbir iletişim fırsatı ol(a)mayan, diyalog kur(a)mayan nesiller göz önünde bulundurulduğunda daha bir önem taşıyor.
Kitabın birinci bölümünde, Kıbrıs’ta ilk köylü ve işçi hareketlerinin kısa bir tarihçesi aktarılıyor. Çalışma, kendisinden önce yayımlanan çalışmalar ve dönemde yayımlanan gazetelerden bolca faydalanmış durumda. Böylece ortaya, konu ile ilgili Türkçe literatürde hali hazırda var olan çalışmalara ek olarak, “sunuş” yazısında da değinildiği üzere, resmi tarih içinde bir gedik açıp, adada Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türklerin ortak bir mücadele tarihi geçmişine vurgu yaparak bunun resmi söylem içerisinde pek vurgulanmasa da, sınıf temelli olduğu gözler önüne serilmeye çalışılıyor.
Kitapta belirtildiği üzere, ilk başlarda ciddi bir sınıf bilincinin olmadığı adada, İngiliz yönetimi döneminde Lefke bölgesinde faaliyete başlayan Cyprus Mines Corporation (CMC) ile birlilkte işçi olma deneyimi, o dönem elitler dışında kendilerini daha çok bağlı oldukları din üzerinden tanımlayan halkın önemli bir çoğunluğu açısından yeni bir deneyimdi. Bu deneyim, çalışma hayatı, geçim sıkıntısı gibi ortak dertler ve bunlara yönelik itirazların ortaya çıkmasıyla zaman içerisinde ortak bir harekete doğru yelken aldı. Tabii bu durum, bugünkü tabirle Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türklerin bir arada örgütlenip, çalışma koşullarının iyileştirilmesini birlikte istemeye başlamaları siyasi elitlerin gözünden kaçmadı. Konuya hemen müdahale etmeyi tercih eden siyasal elitler, CMC’de gerçekleştirilen ve büyük grev olarak da adlandırılan grevi kırmak için araya girmekten çekinmemişlerdir (s. 35-40).
Konuyu tarihsel bir perspektifle ele alan Korkmazhan, öncelikle adadaki sosyo-ekonomik durum ve ilk hareketlere değindikten sonra, adadaki sol hareket içinde önemli bir yeri olan Kıbrıs Komünist Partisi’nin (Yunanca KKK, Türkçe KKP) Kıbrıslı Türkler ile olan ilişkisinden bahsediyor. KKP her ne kadar sınıf temelli bir parti olarak kurulsa da, bazı sebeplerden dolayı, ki bu sebepleri Korkmazhan son derece çarpıcı bir şekilde özetliyor, günün sonunda KKP’nin Kıbrıslı Türkler ile olan ilişkilere bakıldığında, bunun son derece sınırlı olduğu söylenebilir (s. 23). Lakin o dönemlere bakıldığında, tek sorun KKP ve KKP’nin Kıbrıslı Türkler ile olan ilişkisi değildi. “Emek Hareketinin Etnik Temelde Bölünmesi” adlı bölümde anlatıldığı üzere, 2. Dünya Savaşı sonrasında İngiliz Sömürge yönetiminin siyasi partilerin kurulmasına yeniden müsade etmesiyle, KKP’nin devamı olarak kurulan Emekçi Halkın İlerici Partisi’nin (AKEL) 1943 yılında adanın Yunanistan ile birleşmesi politikasını (Enosis) benimsemesi sonrasında, AKEL’in işçi sendikası olarak da bilinen ve önemli sayıda Kıbrıslı Türk’ün üyesi olduğu Tüm Kıbrıs İşçi Federasyonu’ndan (PEO) ayrılıp, Türk işçi birlikleri kurulmaya başlandı. Böylece, işçi mücadelesine etnik bir boyut katılıyor ve dönemin Kıbrıslı Türk lideri Dr. Fazıl Küçük’ün de işaret ettiği üzere, bu bölünme teşvik edilmekteydi. Bunun yanında, sendikal mücadele açısından önemli bir örgüt olan Türk Eğitim Kulübü’ün (TEK) kurulması ve buna yönelik milliyetçi liderliğin tepkisi anlatılırken, adadaki sınıf temelli mücadeleye bakıldığında, ilginç bir şekilde, gerek Türk milliyetçilerinin, gerekse Yunan milliyetçilerinin bu konuda yüzde yüz aynı noktada oldukları, tarihten değişik örnekler ile gösteriliyor.
İlerleyen kısımlarda PEO’nün Türk Bürosu ve sol mücadelede önemli bir örgüt olan AKEL’in Enosis politikasından vazgeçmemesi sonucunda, AKEL üyesi Kıbrıslı Türklerin nasıl büyük bir açmaza girdikleri ve buna yönelik tutumlarına değiniliyor. Daha sonra, Türk Mukavemet Teşkilatı’nın (TMT) Kıbrıslı Türk solculara yönelik bakışı ile kitaba adını veren sözü söyleyen ve ortak mücadele sözü edildiğinde sembol bir isim olan Derviş Ali Kavazoğlu’nun düşünceleri, AKEL içinde yaşadığı açmazlar ve Kıbrıs’ta sol mücadelenin o dönemler nasıl olduğuna dair önemli ip uçlarının verildiği kısım ile çalışma son buluyor.
Kitap, resmi söylemlerin neredeyse ezelden beri çatışma halinde olan iki toplum olduğu ve bir arada yaşanamayacağı düşüncesine inat, Kıbrıs’ta ortak bir mücadele tarihi bulunduğunu ve bunun hiç de küçümsenmeyecek bir zemine dayandığını, tarihten örneklerle gösteriyor. Bunu yaparken, adanın her iki tarafında hakim olan milliyetçi anlayışın bu ortak mücadelenin başarısız olabilmesi için ne kadar uğraştığı da örneklerle vurgulanıyor. Sonuç olarak, Korkmazhan’ın çalışması özellikle 1974 sonrası doğup büyüyen ve coğrafi ayrı yaşama neticesinde “öteki taraf” ile pek bir ortak alan/zemin bul(a)mayan, resmi söylem içinde yetişen nesiller için alternatif tarih çalışması denilebilecek, önemli bir katkı.