1. YAZARLAR

  2. Tümay Tuğyan

  3. Bir taşla iki kuş!
Tümay Tuğyan

Tümay Tuğyan

Bir taşla iki kuş!

A+A-

 

(Cuma gününden devam...)

1878’de İngiltere’ye kiralanan, Kurtuluş Savaşı’nın ‘siyasi manifestosu’ niteliğindeki Misak-ı Milli (Ulusal Yemin) sınırları dışında bırakılarak ise tamamen gözden çıkarılan Kıbrıs adası, 1950 sonrasında Türkiye için yeniden önem arz eder duruma geldi.
Çünkü Yunanistan, Enosis’i dillendirmeye başlamış, hatta İngiltere’yi, adayı Yunanistan’a devretmeye çağırmıştı.
Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler’e başvurarak ulusların self determinasyon haklarının Kıbrıs için de uygulanmasını talep etmesi üzerine de Türkiye’nin meseleye olan hassasiyeti arttı.
BM (o dönemdeki adıyla Milletler Cemiyeti) 1954 yılında Kıbrıs gündemli uluslararası bir konferans toplamaya karar verdi.
Ancak çeşitli siyasi gerekçelerle bu konferans ertelendi ve Birleşmiş Milletler’in bu girişimi ancak 1955 yılının Ağustos ayında hayata geçirilebildi.
29 Ağustos 1955’te Londra’da başlayan ve Türkiye, Yunanistan ve İngiltere temsilcilerinin katıldığı, Kıbrıs gündemli bu ilk uluslararası konferansta müzakereler zorluydu, Türk heyeti sıkıntılıydı. Türk kamuoyunun dolaylı baskısına ihtiyaç vardı.
Türkiye’deki ortam da bu dolaylı baskıyı yaratmaya son derece elverişliydi. Çünkü Türk kamuoyu, bir süredir basın tarafından Kıbrıs konusunda zaten kışkırtılmaktaydı.
EOKA’nın 1955 yılının Nisan ayında faaliyete geçmesinin ardından Türkiye basını Rumlara karşı yoğun bir karalama kampanyası başlatmış, Hürriyet Gazetesi’nin öncülüğünde başlayan kampanyayla, Türk basını, Kıbrıs’la ilgili sistemli bir şekilde haberler kurgulayarak, Türk halkını tahrik etmekteydi.
Türk basını, Kıbrıs’la ilgili sistemli bir şekilde uydurduğu haberlerle Türk halkını tahrik ededursun, Kıbrıs Türktür Cemiyeti de 28 Ağustos Pazar günü Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türkleri katledeceğini ilan ediyor, tansiyonun yükselmesine yardımcı oluyordu. (Cemiyet üyeleri, 1960 darbesinin ardından kurulan Yassıada mahkemelerinde, katliam yapılacağı yalanını, halkı tahrik etmek için uydurduklarını itiraf etmişlerdi).
Velhasıl zaten galeyana gelmiş olan Türk halkını, İstanbullu Rumların (aslında tüm gayrimüslimlerin) üzerine salmak için ufak bir kıvılcıma daha ihtiyaç vardı ve o kıvılcım da Selanik’te yanmıştı.
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın emirleri doğrultusunda yayın yapan İstanbul Ekspres Gazetesi, 6 Eylül öğleden sonrası yaptığı ‘acil!’ ikinci baskıda, Atatürk’ün Selanik’teki evine bombalı saldırıda bulunulduğunu duyuruyordu. Daha bomba patlamadan ( ki sadece evin bir camı kırılmıştı) gazete hazırlanmış, çoktan baskıya girmişti.
Gazete dağıtılır dağıtılmaz, yine devlet tertibiyle yüksek öğretim gençliğine düzenletilen bir gösteri, akşama doğru kitlelerin katılımıyla büyümüş, yoğunlukla Taksim’de toplanan kalabalık kısa sürede kontrolden çıkmış ve provokatörlerin çığırtkanlıkları sonucu başta Beyoğlu ve Karaköy’de olmak üzere Rum, Ermeni ve Yahudilere ait evlere ve dükkanlara saldırılmıştı. (Muhtarlardan alınan bilgiler ışığında gayrimüslimlere ait mekanların duvarları önceden kırmızı haçlarla işaretlenmişti).
Cam, çerçeve ne varsa kırılmış, eşyalar talan edilmiş, sokaklara atılmıştı. İbadethaneler kullanılmaz hale getirilmiş, bu da yetmemiş, talan edilen mekanlar kundaklanmıştı. Rum mezarlıklarının içler acısı hali de cabasıydı.
“Kıbrıs Türktür Türk kalacaktır, Rumlar ittir it kalacaktır” sloganları atan saldırganlar, resmi kayıtlara göre 3, gayriresmi kayıtlara göre 15 kişiyi öldürmüş, onlarcasını yaralamış, hastane kayıtlarından edinilen bilgilere göre de yüzlerce Rum kadın tecavüze uğramıştı.
Sonradan, 6-7 Eylül olaylarını provoke eden Selanik’teki bombalama olayının failinin, Türk basınının iddia ettiği gibi Yunanlılar değil, bizzat Türkiye Cumhuriyeti derin devleti olduğu da ortaya çıkmış, Türkiye’den konsolos vasıtası ile Yunanistan’a gönderildiği tespit edilen bomba, Selanik Üniversitesi’nde Türk devletinin bursu ile hukuk eğitimi alan bir öğrencinin işbirliği ile yerleştirilmişti.
Ve evet plan başarıyla uygulanmış, bir yanda ‘milli dava’ya katkı yapılmış, Yunanistan’ın, Kıbrıs için self determinasyon hakkı başvurusunda bulunması üzerine toplanan Londra Konferansı, 6-7 Eylül olaylarının gölgesinde, bir sonuç alınamadan tamamlanmıştı.
Diğer yandan da homojen bir ulus devlet yaratma ve ekonomiyi millileştirme politikası güden Türkiye Cumhuriyeti devletinin, varlık vergisi ile başlattığı gayrimüslim nüfusu yıldırıp toprakları Türkleştirmek adına yürüttüğü faaliyetler açısından önemli bir başarı sağlanmıştı.
Olaylar sonucunda yaklaşık 15 bin Rum Yunanistan’a göç etmiş, sade kendileri değil, ataları da bu topraklarda doğup büyüyen 15 bin insan, vatanlarını terk etmek zorunda kalmıştı.
Bir taşla iki kuş birden vurulmuştu.

Bu yazı toplam 2009 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar