Bir tokattan ne çıkar? Hak etmiştir!
Yaklaşık bir hafta önce arka arkaya yaşanan iki olay, Kıbrıs’ın kuzeyindeki işkence ve kötü muamele problemini yeniden gündeme getirdi. İlk olarak Ercan Havaalanı’ndaki kameralara yansıyıp gizli tutulan ama her nasılsa basına sızan görüntülerin ardından, cezaevinde hükümsüz tutuklu olan bir şahıs, avukatın gözü önünde gardiyan tarafından tokatlandı.
Kıbrıs Türk Barolar Birliği İnsan Hakları Komitesi ve Kıbrıslı Türk İnsan Hakları Vakfı, her iki olayın ardından yayınladıkları basın bildirileri aracılığıyla, ortaya çıkan vahim tabloyu ve durumun iyileştirilmesi için neler yapılması gerektiğini kamuoyu ile paylaştılar. Söz konusu açıklamalar içerisinde, iç hukukumuzun parçası haline getirilen İşkenceye Karşı Mücadele’ye yönelik sözleşmelerde ve özellikle anayasada belirtilen işkence yasağına vurgu yapıldı. Buna göre, hiçbir şartta (olağanüstü koşullar ve savaş hâli dâhil) işkence ve kötü muamele uygulanamaz, bu tip bir fiil herhangi bir gerekçe ile meşrulaştırılamaz. Kısacası kısıtlanamayacak bir yasaktan bahsediyoruz. Ayrıca devletler; öncelikle ceza yasasında işkence ve kötü muameleyi ağır bir suç olarak düzenlemeli, iddiaları araştıracak bağımsız (sivil) soruşturma ekipleri kurmalı, sivil toplum örgütlerine tutulma mekânlarını inceleme hakkı vermeli, işkenceye uğrayanları tazmin ve rehabilite etmelidir…
Sistemimizde bunlardan hiçbiri yoktur. Vatandaşa şiddet uygulayan bir kamu görevlisi, darp suçundan yargılanabilmektedir. Ama bu yetersizdir. Çünkü yaşanan, iki eşit şahıs arasındaki bir kavga değildir. Zarara uğratan taraf, devlet gücünü elinde bulunduran ve onun adına hareket eden bir kişidir. Bu koşullarda, çok daha ağır sonuçları olan bir suç gibi tanımlanması ve cezalandırılması gerekir. Güvenlikten sorumlu bir meslek grubu mensubunun böyle bir davranış içine girmesi, toplumun teşkilata olan güveninde yara açılmasına da neden olur.
Devletin, işkence ve kötü muamele ile mücadele ederken elinde bulundurması gereken araçlar bunlarla sınırlı değil. Ayrıca memurları bu yönde eğitmesi önemlidir. Özellikle cezaevinde yaşanan şiddet vakasının ardından Hak-Sen ve Gardiyanlar Birliği’nin açıklamaları incelendiğinde, yolun ne denli başında olduğumuz anlaşılır. Sendika, olayda tutukluya dönük bir şiddetin yaşanmadığını söylerken, Birlik Başkanı yaşananların doğru olduğunu yani şahsın tokatlandığını kabul etti. Ama hemen ardından da “sorun bakalım neden?” cümlesine cevap olacak gerekçeler sıralandı. Her iki açıklamada da tutuklunun şahsi durumu ile ilgili, aslında toplumu ilgilendirmeyen hususlar paylaşıldı. Bunun için verilebilecek tek yanıt, yukarıda da söylediğim gibi; işkence yasağının keskin sınırları olduğudur. Hiçbir gerekçe, gerçekleştirilen eylemi meşrulaştıramaz.
Aslında bu gibi savunmalara zemin hazırlayan da bizleriz. Çünkü suç işlemiş veya işlediği iddia edilen kişilere yönelik, aşılmaz yükseklikte inşa edilen bir önyargı duvarımız var. Masumiyet karinesi veya mahkûm hakları mı? Onlar da ne demek? Hâlbuki hepimiz birer suçlu adayıyız. “Olmaz öyle şey. Ben duyarlı ve dikkatli bir vatandaşım” cümlelerini duyar gibiyim. Ama o kadar emin olmayın. Mesela sizi biri ihbar eder ve evinizde bulundurduğunuz bir kitap yüzünden gözaltına alınabilirsiniz, tapu dairesinde önünüze getirilen vekâletnamenin sahte olduğunu gözden kaçırıp işlem yapabilir ve bayram tatili boyunca karakolda tutulabilirsiniz, siyasi iktidar tarafından tespit edilen “terör örgütleri” ile bağlantınız olduğu iddiası ile yaka paça götürülebilirsiniz. Hepsini geçtim. Gerçekte ceza yasası kapsamına giren fiili siz işlemeseniz bile, suçla bağlantınız olmadığı anlaşılana kadar kendinizi zanlı pozisyonunda bulabilirsiniz… O yüzden bir kimsenin, tutuklu veya mahkûm olsun, her türlü muameleyi “hak ettiği” fikrinden vazgeçin. Çünkü her an siz de aynı pozisyonda olabilirsiniz.
Bu hususta zihnimizi açabileceğini düşündüğüm bir metin var. Tam da bu olayların ardından gözüme ilişti. Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Antalya Barosu İnsan Hakları Merkezi tarafından Türkçeye çevrilen, kısacası “Nelson Mandela Kuralları” diye anılan “Mahpuslara Muameleye Dair Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kuralları” belgesi, uluslararası sözleşme formunda olmasa da gerek AİHM içtihatlarında gerekse devletlerin uygulamalarında sıklıkla kullanılan düzenlemeler içerir.
Kurallar, sadece tutuklu ve hükümlülere insan onuruna yaraşır bir şekilde davranılması gerektiği noktasında durmaz. Genel uygulama kuralları altında belirtilen temel ilkelerden biri de “Mahpusların, hapishane personelinin, hizmet sağlayıcıların ve ziyaretçilerin güvenlik ve esenlikleri, her zaman güvence altındadır” diyerek, aslında temel hakların korunması noktasında hiçbir birey arasında ayrım yapılmadığıdır. Bunu belirtmemim nedeni, ne zaman işkence ve kötü muamele iddialarını ortaya atsak, polis ve gardiyanların çalışma koşullarının gündeme getirilmesidir. İşin gerçeğine bakıldığında, hem Barolar Birliği hem de Vakıf deşifre ettiği vakalardan sonra ortaya koyduğu taleplerde, çalışanların haklarının iyileştirilmesi gerektiği noktasını da vurgulamaktadırlar.
Sonuç olarak perdenin arkasındaki gerçekliği kabul etmeli ve onu iyileştirmek için neler yapabiliriz diye düşünmeliyiz. Meclis komitelerine kadar yansıyan iddialar, karakollarda yaşanan şüpheli ölümler, kendini polis merkezinden aşağıya atabilen yaşlı tutuklular ve meslektaşlarımızdan gelen ihbarlar varlığını korurken, bu ülkede işkence ve kötü muamelenin varlığı ortadadır. Bu sorunun çözümü açıktır. Gereken yasal ve kurumsal düzenlemeler hayata geçirilirse süreç başlamış olur. Ayrıca bu iddiaların muhatabı teşkilatlar da, “tokatlamanın” meşru gerekçesi olmayan bir kötü muamele olduğunu kabul ederek işe başlayabilirler. Unutmayın, ceza adaletini sağlayacak olan makam mahkemelerdir. Hiçbir güvenlik görevlisi, onun yerine geçerek, yasal olarak özgürlüğünden yoksun bırakılan bir insana karşı her ne sebeple olursa olsun şiddet uygulayamaz.
(1) Metnin tamamını okumak için https://tihv.org.tr/nelson-mandela-kurallari-turkceye-cevrildi/