1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Bir toplum kendine olan inancını yitirdiği anda yok olma noktasına gider”
“Bir toplum kendine olan inancını yitirdiği anda yok olma noktasına gider”

“Bir toplum kendine olan inancını yitirdiği anda yok olma noktasına gider”

DAÜ, Fen ve Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatih Bayraktar, toplumun kendine olan inancını yitirmemesi gerektiğine vurgu yaptı

A+A-

Hiçbir toplumsal yapı, kendi bunu yapmadıkça tamamen çözülmez. Günün birinde Kıbrıslı Türk toplumu ortadan kalkacaksa bunu yapacak ya da yapmayacak olan da biziz. Kendimize olan inancımızı, değerlerimizi, kültürümüzü eğer yaşatamazsak zaten bu çözüldüğümüz anlamına gelir. Bir toplum kendine olan inancını yitirmemelidir, yitirdiği anda yokolma noktasına gider. O yüzden bir toplumu yalnızca kendisi yok edebilir, başkası bunu yapamaz”

“Kıbrıslı Türkler bu krizi de atlatacak. Ancak bunu kendimizi özeleştiri süzgecinden geçirmeden yapamayız. Krizdeki büyüme potansiyeli başka türlü ortaya çıkamaz. Ve bu süreci kendi kabuğumuza çekilerek de atlatamayız. Kolektif umut diye bir kavram var psikolojide, umut sadece bireysel bir duygu değildir. İnsanların birbirini beslediği umuttan bahsediyorum”

“Her bir kriz, içinde psikolojik büyüme kapasitesini de barındırıyor. Buna psikoloji biliminde dayanıklılık diyoruz. O bilindik ‘Yükselebilmemiz için en dibe vurmamız gerek’ lafı bu kapasiteyi gösteriyor işte. O yüzden ‘çözülüyoruz, çürüyoruz, batıyoruz’ tanımlamaları ne kadar gerçekse ‘Küllerimizden yeniden doğacağız’ da o kadar gerçek”

 

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ), Fen ve Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatih Bayraktar, toplumun kendine olan inancını yitirmemesi gerektiğine vurgu yaparak, “Bir toplum kendine olan inancını yitirmemelidir, yitirdiği anda yokolma noktasına gider. O yüzden bir toplumu yalnızca kendisi yok edebilir, başkası bunu yapamaz” dedi.

“Kıbrıslı Türkler bu krizi de atlatacak” diyen Doç. Dr. Bayraktar, krizlerin içinde büyüme potansiyelini barındırdığını da kaydederek, kolektif umudun önemine vurgu yaptı.

Doç. Dr. Bayraktar, şunları söyledi:

“Her bir kriz, içinde psikolojik büyüme kapasitesini de barındırıyor. Buna psikoloji biliminde dayanıklılık diyoruz. O bilindik ‘Yükselebilmemiz için en dibe vurmamız gerek’ lafı bu kapasiteyi gösteriyor işte. O yüzden ‘çözülüyoruz, çürüyoruz, batıyoruz’ tanımlamaları ne kadar gerçekse ‘Küllerimizden yeniden doğacağız’ da o kadar gerçek.”

Kıbrıslı Türkler’in mevcut kriz üzerinde hiçbir etkisi ve kontrolü olmadığını ve bunun da krizin bireyler üzerindeki etkilerini derinleştirebildiğini kaydeden Doç. Dr. Fatih Bayraktar,

“Birbirimize umutsuzluk pompalayarak bu süreçten sağlıklı biçimde çıkabilmemiz çok mümkün değil. Yapacağımız şey birbirimizi güçlendirmek olmalı” dedi.

“Her bir kriz, içinde psikolojik büyüme kapasitesini barındırıyor”

 

  • Soru: Sosyal, kültürel ve ekonomik koşullardaki değişmeler insanların psikolojisini nasıl etkiler?
  • Doç. Dr. Bayraktar: Tıpkı diğer bilim dallarında olduğu gibi psikoloji biliminde de birçok ekol var. Benim takip ettiğim ekol makro değişimlerin yani sizin bahsettiğiniz sosyal, kültürel, ekonomik koşullardaki değişimlerin bireyler üzerinde doğrudan ve dolaylı etkilere sahip olduğunu savunuyor. İnsan türünün evrimi halen sürüyor. Bu noktadan bakılırsa değişim kaçınılmaz bir gereklilik aslında. Ancak ani değişimler ve özellikle olumsuz olanlar insan psikolojisi üzerinde yıkıcı etkiler oluşturabiliyor. Bugün sosyal medyanın sağladığı yapay ilişkiler ağında insanlar aslında ne kadar yalnızlaştıklarının, diğerlerine somut olarak dokunmadan günler geçebileceğinin farkına varıp depresif belirtiler göstermeye başlayabiliyorlar örneğin. Ya da bugün yaşadığımız gibi ekonomik krizler tüm etik ve insani değerlerin alaşağı edilebilmesiyle sonuçlanabiliyor. Ancak insanlık o kadar da güçsüz ve kırılgan değil. Her bir kriz, içinde psikolojik büyüme kapasitesini de barındırıyor. Buna psikoloji biliminde “dayanıklılık” diyoruz. O bilindik “Yükselebilmemiz için en dibe vurmamız gerek” lafı bu kapasiteyi gösteriyor işte. O yüzden “çözülüyoruz, çürüyoruz, batıyoruz” tanımlamaları ne kadar gerçekse, “Küllerimizden yeniden doğacağız” da o kadar gerçek.

 

Çaresizlik duygusu...

 

  • Soru: TL’nin değer kaybı neticesinde son dönemde ortaya çıkan ekonomik sorunlar gelecek kaygısına da neden oluyor. İnsanlar her an fakirleşiyor, alım gücü düşüyor. Bu kaygı durumu insanların günlük yaşamında ne gibi sorunlara neden olabilir? Bunların topluma yansımaları nasıl olur?
  • Doç. Dr. Bayraktar: Burada iki temel sorun var bence. Birincisi Kıbrıslı Türkler olarak kriz üzerinde hiçbir etkimiz ve kontrolümüz olmadığını düşünüyoruz, ki bu doğru. Birbirine entegre edilmiş neo-liberal dünya ekonomilerinin krizlerini yaşamak durumunda bırakılıyoruz. Bu durum krizin bireyler üzerindeki etkilerini derinleştirebiliyor. İkincisi krizin vurduğu orta ve alt toplumsal sınıflar, sınıf bilinciyle değil bireysel ya da küçük zümresel tepkiler üzerinden hareket ettiğinden gerçek bir mücadele ortaya konamıyor. Bu da çaresizlik duygusunu daha da körükleyebiliyor. Ama burada yine bir büyüme fırsatı olduğunu görmek gerek. Alım gücünün düşmesi, fakirleşme aynı zamanda elinde avucunda olanın değerini bilmeyle, bir zamanlar hor gördüğü dar gelirli insanlara daha empatik yaklaşmayla, üretmeden tüketmemeyi öğrenmeyle sonuçlanabilir. Ne de olsa 1974 sonrası yaratılan nısbi refah toplumu uzun süredir, en azından Göç Yasası sonrasında, zaten yok. Bu bir süreç ve devam ediyor.

 

“En kötü belirlilik bile belirsizlikten daha iyidir”

En kötü belirlilik bile belirsizlikten daha iyidir. İnsan geçmiş, bugün ve gelecekte yaşar. Yani geçmişi düşünür, şu anı yaşar ve geleceği de planlar. Şu andaki krizin en büyük etkilerinden birisi geleceği daha fazla görememekle ilişkili olabilir, bu da zaman perspektiflerinde bir kaymaya neden olabilir. Ya bazı insanlar anı aşar, en yüksek seviyede andan keyif almaya bakar, ne geçmişi, ne de geleceği düşünür. Bazıları da nostaljik şekilde geçmişe takılı yaşamaya başlar, bu da hiç istemediğimiz birşeydir çünkü bütün gelişen ve ilerleyen toplumlar yüzü ileriye bakan, geleceğe bakan toplumlardır. Ayrıca toplumda öfke patlamaları krizin etkilerinden birisi olabilir. Bu günlük hayatımızda başkalarına karşı olabilir, cinayetlerde artış olabilir, insanların kendilerine yönelik şiddet yani intihar eğilimi artabilir ki bunlarhiç istemediğimiz şeyler. Ama toplumu yönetenlerin bunları öngörebilmesi ve bunlara dair önlemleri alması gerekiyor. Şu anda alınan önlemlerin  topluma çok hitap ettiğini düşünmüyorum ve dolayısıyla şu anda bu riskler var.

 

“Tüm emekçilerin aynı gemide olduklarını farkına varmalı”

 

Toplum derken öncelikle sermaye ile aynı gemide olduğumuz ve elimizi hep beraber taşın altına koymamız gerektiği önerilerine kesinlikle katılmadığımı söylemem gerek. Bana göre şu anda dörtlü koalisyonun aldığı tüm önlemler patronların bu krizden en az zararla, hatta karla çıkmasını sağlamaya yönelik. Önlemlerin, adil bir biçimde üst sosyo-ekonomik düzeydeki insanlarla alttakilere eşit oranda yansıdığını düşünmüyorum. Örneğin patronlar, kumarhane, bet ofis ve otel sahiplerine olan yaptırımlar 6 aylık ve bir kereye mahsus olan yaptırımlar ama sıradan insanlar krizi sürekli yaşıyor, burada bir adil olmama durumu var. O yüzden halkta biriken bir öfke olduğunu görmemek olanaksız. Bu öfke beraberinde bir dizi sorunu tetikleyebilir; ırkçılık, milliyetçilik gibi toplumsal hastalıklar artabilir, bireyler arası şiddet vakaları daha sık görülebilir, insanlar kendi mikro dünyalarına çekilip krizden korunduklarını zannedebilir ya da insanlar kitlesel olarak sokağa çıkabilir ki aslında bu bir sorun değil. Bence olması gereken sonuncusu.Yaşanan krizde kamu ve özel sektör çalışanları birbirlerine kırdırılmak isteniyor. Genç İşadamları Derneği’nin özel sektör çalışanları adına açıklama yapmasının başka bir anlamı yok. Tüm emekçilerin bizler-onlar ayrımı olmadan aynı gemide olduklarının, gemiye asla ayak basmayanların ise büyük sermayenin temsilcileri olduğunun farkına varmaları, tepkilerini buna göre göstermeleri gerek bence.

 

“Kıbrıslı Türkler ergene benziyor”

 

Kıbrıslı Türkler üretimden koparılmış bir toplum. İnsan gelişimi anlamında düşündüğümüzde, Kıbrıslı Türkler daha çok ergene benziyor; çocuk değil ama yetişkin de olamadı. Yetişkin olabilmesinin tek yolu üretebilmek ve ekonomik olarak özerkleşebilmekti. Sanayi Holding kapatıldığında, KTHY batırıldığında bu şansımızı kaybettik. Kalan 2-3 kurumumuzla benlik sahibi olmaya çalışıyoruz ama şu anda psikolojik anlamda hala ergeniz. Bu çalkantıların nedenlerinden bir tanesi de budur. Çünkü ergenlerde şöyle bir çatışma var genellikle; bir taraftan özerkleşmek isterler, diğer taraftan buna gücü olmadığını düşündüğü için dayanacak güçlü bir ebeveyn ararlar. Durumumuz budur bence. Bazılarımız Türkiye’ye dayanır, bazılarımız AB’ye, bazılarımız Güney’e dayanır. Hep birşeye dayanma ihtiyacı duyuyoruz, bu da ergen olmamızdan dolayıdır diye düşünüyorum.

 

“Şu ana ya da geçmişe takılı kalmak yapılmaması gereken şey”

 

  • Soru: Bireyler yaşadıkları sorunlarla nasıl başetmeli?
  • Doç. Dr. Bayraktar: “Ne yapmamamız gerektiği” üzerinden gidersek, şu ana ya da geçmişe takılı kalmak yapılmaması gereken şey. Kıbrıslı Türk halkının geçmişini analiz ettiğimizde krizlerin hayatımızda hep olduğunu görüyoruz. Bu krizler daha da büyüyerek gelebilir. Krizdeki büyüme potansiyelini görebilmemiz lazım. Bu krizden çökerek, yok olarak değil, daha da büyüyerek çıkabiliriz. Ama bunun tek yolu birbirimize sıkıca bağlanmaktır. Burada bireysel başetme yöntemlerinden bahsedilemez. Çünkü bu bireysel bir kriz değil. Tabii ki bu gibi süreçlerde psikolojik sorunların artış gösterdiğini, bu bireylerin klinik psikologlara daha sık gittiğini söyleyebiliriz. Ancak bireyin kendi yaşamında yapacağı tüm bu bireysel müdahaleler kısıtlı ve kısa vadeli çözümler olacaktır. Bu dönemde kendimizi değerli hissettiğimiz, kendimizi var edebileceğimiz alanlara yoğunlaşmak ama bunu yaparken de çok fazla kendimize yoğunlaşmadan, toplumsal süreçten kopmadan bunu yapabilmek yapılabilecek şeylerden en iyisidir. Aslında “Toplum olarak bu krizle nasıl başedebiliriz?” sorusunu daha sık sorduğumuz ve cevabını da hep birlikte aradığımız zaman etkili bir başetme yöntemine sahip olacağız.

 

“Bu sadece ekonomik değil, aynı zamanda psikososyal bir kriz”

 

  • Soru: Devlet bu sıkıntılı süreçlerde, toplumun psikolojisi açısından, krizin etkilerini hafifletmek, yıkıcı etkilerinin şiddetini azaltmak için neler yapmalıdır?
  • Doç. Dr. Bayraktar: Kuzey Kıbrıs’ın en zayıf olduğu alanlardan bir tanesi psikososyal destek ve müdahale ağlarıdır. Bunu çocuk cinayetlerinde de gördük, Ercan öldürüleli 3 ay oldu. Mustafa Diker öldürüleli neredeyse 8 yıl. Ne yazık ki bireyleri suçlu ilan edip, toplumsal linç yapıyoruz ama sistemi eleştirmiyoruz. Sistem gerçekten bu alanda çok yetersiz. Bu süreçte de aynı şeyi görüyoruz. Bu sadece bir ekonomik kriz değil, aynı zamanda bir psikososyal kriz. Ama bu psikososyal krize müdahale edebilecek yeterli ve yetkin personel yok. Örneğin Türkiye’deki Psikologlar Derneği bunun gibi toplumsal infial yaşanan dönemlerde krize müdahale masaları oluşturur ve travma ya da kriz yönetimiyle çalışan psikologlar buna doğrudan müdahale ederler, en kırılgan toplumsal yapılara destek olurlar. Bizde ne yazık ki böyle bir sistem yok. Herkes kendi başına bırakılmış görünümü var. Az önce de söylediğim gibi klinik psikologlara gitme oranı artabilir ama önemli olan bireysel çözüm değil çünkü bireysel bir kriz yaşamıyoruz. Klinik psikoloğa gitmek yalnızca bizi ve belki etrafımızdaki küçük çemberi kurtarır ama toplumun genelini kurtarmaz. O yüzden insanların topluca hareket edebilmesi gerekir, bunun da yolu devlet eliyle onlara topluca müdahale edebilmektir ama ne yazık ki böyle bir uzman kadromuz yok. Devletin bize her zaman söylediği şey, “yeni istihdamlar olmayacak çünkü bütçemiz bellidir” ama bir toplumun psikososyal ihtiyaçlarını öncelik haline getirmezseniz, o toplumun ruh sağlığını bir süre sonra kendiniz tehdit eder duruma gelirsiniz. Bu durum bizi geriye götürecek en büyük risklerden biri, çünkü çözülme olacaksa böyle bir yerden olacak.

 

“Sosyal medya hem büyük bir fırsat, hem de büyük bir risk”

 

  • Soru: Bu gibi süreçlerde sosyal medyanın insanların psikolojisine etkileri nedir?
  • Doç. Dr. Bayraktar: Sosyal medya hem büyük bir fırsat, hem de büyük bir risk. Orada örgütlenip somut tepkiler de ortaya koyabilirsiniz ya da klavye tuşlarıyla yalnızca kendi öfkenizi de tatmin edebilirsiniz. Tabii ki bu ikinci söylediğim bireysel bir risk değil, toplumsal bir risk. Yoksa insanlar kendi psikolojik sağlıklarını korumanın bir yolu olarak da sosyal medyayı kullanıyorlar. Ancak farkına varılması gereken şey bir yoruma atılan “like” sayısının değil, sokakta değişim talep eden insan sayısının önemli olduğudur. Çünkü birincisi yalnızca bir onaylanmadır, ki sosyal medya bu temel psikolojik gereksinim üzerine temellendirilmiştir, ikincisi ise gerçekleştirmedir.

 

“Barış talebini ötelemeden, günlük sorunlarımıza odaklanalım”

 

  • Soru: Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü insanların psikolojilerini nasıl etkilemektedir?
  • Doç. Dr. Bayraktar: Kıbrıs sorunu artık bu toplumun ana gündemi değil bunu kabul etmemiz gerek. Tüm sorunların çözümü de Kıbrıs sorununa bağlı değil. Tabii ki Kıbrıs’ta kalıcı bir barışın inşa edilmesini istiyorum ve bunun için bireysel olarak da örgütsel olarak da mücadele ediyorum. Ancak aynı zamanda sorunların bu kadar içinden çıkılamaz hale gelmesinin nedeninin gerçek sorunların çözümünü “büyük” çözümden sonraya erteleme olduğunu da düşünüyorum. Artık barışın kısa vadede olanaksız olduğunu hepimiz görebiliyoruz. Bu yüzden kendi gündelik sorunlarımızla  daha fazla yüz yüze gelmeye başladık. Bu yüzden küçük bir kesim dışında tek çözümün Federal Kıbrıs olduğunu dillendiren kalmadı. Belki de bu yüzden 1 Eylül büyük bir kesim tarafından unutuldu. O yüzden yıllardır yaptığımız hatayı tekrarlamayalım, Kıbrıs sorunundaki yüksek siyasete, başkalarından medet ummayya değil, barış talebimizi hiçbir zaman ötelemeden, günlük hayatlarımızdaki günlük sorunlarımıza odaklanalım.

 

“Bir toplumu yalnızca kendisi yok edebilir”

 

  • Soru: Son olarak ne mesaj vermek istersiniz?
  • Doç. Dr. Bayraktar: Hiçbir toplumsal yapı, kendi bunu yapmadıkça tamamen çözülmez. Günün birinde Kıbrıslı Türk toplumu ortadan kalkacaksa bunu yapacak ya da yapmayacak olan da biziz. Kendimize olan inancımızı, değerlerimizi, kültürümüzü eğer yaşatamazsak zaten bu çözüldüğümüz anlamına gelir. Bir toplum kendine olan inancını yitirmemelidir, yitirdiği anda yokolma noktasına gider. O yüzden bir toplumu yalnızca kendisi yok edebilir, başkası bunu yapamaz.

 

“Kıbrıslı Türkler bu krizi de atlatacak”

 

Kıbrıslı Türkler bu krizi de atlatacak. Ancak bunu kendimizi özeleştiri süzgecinden geçirmeden yapamayız. Krizdeki büyüme potansiyeli başka türlü ortaya çıkamaz. Ve bu süreci kendi kabuğumuza çekilerek de atlatamayız. Kolektif umut diye bir kavram var psikolojide, umut sadece bireysel bir duygu değildir. İnsanların birbirini beslediği umuttan bahsediyorum. Şu anda genellikle tam tersini yapıyoruz, sosyal medya üzerinden birbirimize umutsuzluk pompalıyoruz. Riskler olduğunu göz ardı etmememiz gerekir ama birbirimize umutsuzluk pompalayarak bu süreçten sağlıklı biçimde çıkabilmemiz çok mümkün değil. Yapacağımız şey birbirimizi güçlendirmek olmalı. Hepimiz aynı gemideyiz, büyük sermaye hariç. Gemide bütün emek verenler var, özel ve kamuda emek verenler var. Bunun farkına varırsak umutlarımızı perçinleyip, gerektiği yerde sokağa çıkabilirsek bu süreci bence daha sağlıklı atlatabiliriz. Kısacası kolektif umut birbirimizi besleyerek yükselteceğimiz umut demek ve ihtiyacımız olan tam da bu.

 

yeniduzen-satin-aliniz-812.jpg

Bu haber toplam 4939 defa okunmuştur