Bir umut varsa…
Bizim hayatlarımız üzerinden nefret çoğaltıyorlar. İhtiyacımız hınç kültürü yerine barış inşasıdır oysa…
Türkiye’nin dayatmacı bir tavırla kendi iç siyasetine malzeme yaptığı Kıbrıs, bu topraklara tutunanların ana yurdudur. Bir dönem çatışan ve benzer acılar yaşayan toplumlar, ortak bir ülkede ve gelecekte, birlikte yaşayacaktır.
* * *
“Meğerse denizin ötesinden bir jön gelmiş, herkesi kurtarmış (!)” demiştim, isyanım hiç değişmedi.
Diziyle, iaşeyle, camiyle, ibadetle, bayrakla, ırkla, ulusla kuşatıyorlar hayatlarımızı, Kıbrıs’ı küçülterek “Türk Cumhuriyeti” üzerinden kendi dillerini kurguluyorlar.
Yıllanmış acıları ve korkuları yeniden kazımak, düşmanlık üretmek, ada yarısını rehin alırken meseleyi bir kan davası gibi korlaştırmak geleceği iyileştirmiyor.
* * *
“Kurtarılmak” zor!
“Kurtulmak” ise emek, cesaret, üretim, irade ve dayanışma gerektiriyor.
Biz kendimizi kurtaracağız önce, bunun için de sloganı, sızlanmayı, alt etme kültürü üzerinden nefret dilini, ‘en kahraman’ olma heveslerini, ‘bizden gayrı herkes kirli’ egoizmini bırakacak, gelecek inşa edeceğiz.
Bir projemiz ve düşümüz olacak; Kıbrıs’ta barış ve eşitlikle varoluşa salt birbirimizi değil başka insanları da inandıracağız.
* * *
“Birleşik Kıbrıs”a dair umutsuzluk çoğaltan koşullar karşısında “Türkiye yandaşlığı” ve “Türkiye karşıtlığı” üzerinden ayrışan kitleler, ne kadar güçlü “yandaş” ya da ne kadar yürekli “karşıt” olduğunun ispatına soyunurken “bölünme” içimize işliyor.
Böylece milliyetçilik belirliyor tüm tartışmalarımızın gündemini!
Yurt yaralı kalıyor, toprak acılı…
Yurdumuzun sınırsızlığında tanelenen hayalleri konuşmak, yeni bir Kıbrıs’ın fırsatlarını tartışmak, toplumsal kimliğimizle dünyaya açılmak, geleceği görmek ve hayattan keyif almak umudu kayboluyor.
* * *
Şair-Yazar dostumuz Neşe Yaşın’ın Avrupa Yurttaş Ödülü’nü alırken yaptığı konuşma ışık tutmalı yüreklerimize…
“Bir umut varsa o da bir diğerini bütün farklılıkları ile seven insanda. Bir umut varsa o birbirini tehdit etmek için sıkılmış yumruklarda ya da sahte, ikiyüzlü diplomatik manevralarda değil ama birbirine içtenlikle uzanan ellerde…”