Bir Yaşar Ersoy Eseri; ‘Hüzün Ana Ve Çocuklari’
“Bir şey yaparken benim kimliğimi taşıması gerekir çünkü herşeyden önce ben bir rejisörüm. Dünyada da belirli bir kimlik kazanan her rejisörün belirli bir üslubu, bir karakteri vardır.”
Filiz Uzun
Fikret Demirağ’ın yazdığı, Yaşar Ersoy’un oyunlaştırdığı ‘Hüzün Ana ve Çocukları’ oyununu oynandığı ilk gala gecesinde izledim. Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun tüm oyunlarını izlemeye çalışan biri olarak tüm oyunlardan etkilenerek çıkmışımdır. Umutsuzluğumuzun yüksek seviyede olduğu bir döneme denk geldiğinden olsa gerek ‘Hüzün Ana ve Çocukları’ oyunu beni çok daha fazla etkiledi. Sahneyi dolduran birçok kişi de benimle aynı fikirdeydi. Dakikalarca alkışlanan Hüzün Ana oyuncuları ve 50. sanat yılını dolduran Yaşar Ersoy, Erol Refikoğlu, Osman Alkaş ve o gece galada olamayan sevgili Işın Cem; sizleri ne kadar alkışlasak az kalır.
Bu oyunla bir kez daha gördük ki bir ülkenin tarihi sadece tarih kitaplarından öğrenilmez. Tiyatro da şiir de yaşadığımız coğrafyanın tarihsel ve kültürel sürecini gözler önüne seren çok etkili sanat dallarındandır. Bu anlamda Fikret Demirağ’ın şiirlerinin ve Yaşar Ersoy’un oyunlarının katkıları büyüktür.
‘Hüzün Ana ve Çocukları’ oyunu sahnesinden müziğine, şiirlerden oyuncu performansından ışığına kadar her şey büyük özen, titiz ve çok fazla çalışmanın ürünüydü. Toprak Anamıza ağladım izlerken, içinde ağlayan analarımıza da ve maalesef değişmeyen kötü kaderimize de. Toprak anamız Kıbrıs’ta; annelerimizin annesi, annelerimiz, şimdilerde de bizler çok ağladık, çok acılar çektik. Umarım çocuklarımız ağlamaz. Umarım oyundaki kırık aynalara bakarak yüzsüzlüklerimizden utanırız. Umarım kendimize gelir ve birlik oluruz. Umarım kendi bireysel çıkarlarımızı bırakıp toprak anamız Kıbrıs için çocuklarımızın geleceği için ve sınırları olmayan güzel bir ülke için birlik oluruz.
Umarım…
Hüzün Ana oyununu ilk oynandığı gala gecesinde izledim. Oyun bittiğinde dışarda izleyenlerle sohbet ederken birçoğunun ortak fikri “tam bir Yaşar Ersoy oyunuydu, oyuncular da birer Yaşar Ersoy oldu” fikri vardı. Bu bilinçli bir tercih miydi?
Tesbit doğrudur. Ben 50 yıldır tiyatro yapıyorum. Yüzü aşkın oyun sahneledim oyunlarda oynadım. Kitaplar yazdım, belgesel filmler yaptım. Demokrasi kültürünün toplumda yaygınlaşması için sivil toplum örütlerinde, sendikalarda, derneklerde, birliklerde mücadeleler verdim. Kültür sanat gazeteciliği yaptım, Fikret Demirağ ile birlikte sanat dergisi çıkarttık, televizyon ve radyo programları yaptım. Birşey yaparken benim kimliğimi taşıması gerekir çünkü herşeyden önce ben bir rejisörüm. Dünyada da belirli bir kimlik kazanan her rejisörün belirli bir üslubu, bir karakteri vardır. Nasıl ki bir Emin Çizenel resmine baktığın zaman bu Emin Çizenel resmi dersin, okuduğun bir romanın yazarına bakmadan bu Yaşar Kemal romanı dersin ben de hangi tür hangi biçimde oyun sahnelersem kendi imzamı, kendi kişiliğimi, karakterimi, kendi sanat anlayışımı, kendi üslubumu yansıtmaya çalışırım. Ekiple de bunu paylaşırım. Zaten bu böyle olmazsa ortaya bir kimliksizlik çıkar. Örneğin çok farklı bir oyun türü olan ‘Kabare’de de, ‘Ada’ oyununda da benim kimliğim vardır.
YAŞAR ERSOY KİMLİĞİ VE İMZASI
Hemen hemen tüm oyunlarınızı izleyen bir izleyici olarak söyleyebilirim ki Yaşar Ersoy oyunları “Tepkisel, gündemi analiz eden, yoğun ve yüksek tempolu, enerjisi çok yüksek ve izleyiciyi etkisi altına alan” oyunlardır. Bu yüzden izleyenler Yaşar Ersoy imzasını tanıyabilirler. Bu oyunda da imzanız bariz belliydi.
Benim hocalarımdan Yücel Erten, Yıldız Kenter gibi sanatçıların bir kimliği vardır. Aksi biraz ondan, biraz bundan olur ki o zaman senin kimliğin nerde diye sorgulanır. Bu sanatın tüm dallarında geçerlidir. Ben de bir Yaşar Ersoy olarak uzun yıllarda kazanılmış bir kimliğim var ve sanatıma elbette yansıyor. Öncelikle ben sanata toplumsal anlayışla bakarım. Ve toplumsal yürek vuruşunu yakalarken aynı zamanda toplumun tarihsel yürek vuruşunu da yakalarım. İster Aristophanes oynayayım, ister Shakespeare oynayayım, istersem Aziz Nesin oynayayım bu oyunu hazırlarken, rejisini yaparken bu oyunları kendi kimliğimle yoğururum.
Öbür türlü taklit olur zaten.
Bu anlamda büyük bir gururla söylemek isterim ki yüzü aşkın oyunumda da hiç taklit oyunum yoktur. Bunu oyunlarımı izleyen hocalarım da söylüyor. Kendi kimliğimi oyunlarıma yansıtabiliyorum. Hangi tür sanat yaparsam yapayım, hangi döneme ait, hangi türde, hangi biçimde ve biçemde tiyatro yaparsam yapayım kendi kimliğimde yapmayı ilke edindim. Bu benim toplumdaki duruşumdur da ayrıca.
FİKRET DEMİRAĞ: “KARŞI BİR ŞİİR GEREK BİZE”
Fikret Demirağ’ın şiirlerini çok seven biriyim. Yıllar öncesinde yazılmış şiirleri böyle bir oyuna çevirmek, bu dönemde, tam da bu zamanlarda olması planlı mıydı? Benim merak ettiğim bugünlere dair bir cevabınız mıydı bu oyun? Toplumun nabzını tutmuş gibisiniz.
Sevgili Filiz çok güzel bir soru, bu soru için teşekkür ederim. Bir tiyatro insanının, rejisörünün attığı ilk adım oyun seçimidir. Soracağı sorular vardır; Neden bu oyun? Bunu sağlam bir şekilde izah etmelidir. Sonra, Neden bu zamanda?, Nerede? ve Nasıl? Bu soruları sorup cevaplarını da sağlam, net ve tutarlı bir dünya görüşüyle cevaplayabilmelidir. Fikret Demirağ ile benim uzun yıllara dayanan bir sanat yoldaşlığımız vardır dostluğumuzun yanı sıra. Bizi ortak paydada buluşturan toplumcu anlayışımızdır. O Kıbrıs Türk şiirini bireyci anlayıştan alıp toplumsal anlayışa dönüştüren ve yeni bir yol açan, Türkçeyi çok iyi kullanıp bu coğrafyanın değerleri ile de zenginleştiren bir şairdir. Hem tarihsel, hem kültürel, hem mitolojik, hem de politik bir duruşu vardır. Bütünüyle bunlar Fikret Demirağın şiir anlayışını yani politikasını belirlemektedir. Aynı şekilde benim de öyle. Fikret Demirağ “Karşı bir şiir gerek bize. Etkileyici, çarpıcı bir karşı şiir” demiştir. Neden bunu istiyor? Çünkü bu toplumun o trajedisi, değerlerini kaybetmesi, toplumsal mücadeleleri, çalkantıları, altüst oluşlarını anlatabilmek için karşı şiire ihtiyaç vardı. O zaman ben de Fikret Demirağ’dan yola çıkarak “O zaman ben de karşı bir tiyatro yapacağım, etlikeyici, çarpıcı, karşı bir tiyatro” dedim. Hüzün Ana ve Çocukları oyunu burdan doğdu. Her zaman sanatın söyleyecek bir sözü olmalıdır. Hümanist sızlanmalara, mıymıntılığa hiç gerek yoktur. Dario Fo’nun dediği gibi “artık insanlar başı dik yürüyor. Ama bu onurdan değil, b*ka battıkları için”. İşte tam da bu noktada karşı bir tiyatro lazımdı.
KARŞI BİR TİYATRO: HÜZÜN ANA VE ÇOCUKLARI
Tam da şimdi karşı bir sanat lazımdı bize, karşı bir tiyatro.
Böyle bir dönemde bu oyunu yapmazsak ne zaman yapacaktık? Bizler LBT’sunu kurarken de, Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’ndan 1980 fırtınası içinde atılırken de arkadaşlarımla birlikte bu anlayışla yola çıktık. Kıbrıs’ta şiddetli alt-üst oluşlar vardı. Şavaşlar, ganimetler bir kap kaç düzeni, insani değerlerin yok olduğu bir dönemden geçiyoruz. Böyle bir dönemde batan geminin duvarlarına başka ne yazabilirdim ki? Ayrıca Tiyatro anın sanatıdır. Yüzyıllar önce yazılan bir oyunu sahnelerken bile alıp onu yorumlayıp bu çağa, bu döneme, bugüne getiremezsek eksik yapmış oluruz. O zaman tiyatro müzelik olur. Tiyatro toplumsal, tarihsel yürek vuruşu o anda olan bir sanat dalıdır. O yüzden bir halk okulu, demokrasi okulu olarak kabul edilir. Tiyatro bir aynadır aslında.
1974 SONRASI “YAŞAYAN ÖLÜLER TOPLUMU”
Oyunda yüzyıllar boyunca akıp giden bir tarihsel süreci izledik 1 saat 15 dakikalık sürede. Ancak 1974 yılları sonrası sanki daha etkileyiciydi ve çarpıcıydı bana göre, belki de yaşadığımız bir dönem olduğu içindir. Sanki tüm dönemlerden daha çok toplumsal kayıplarımız oldu şimdilerde. Bilinçli olarak mı daha mı çok üzerinde durdunuz?
Yaşayan ölüler toplumuna dönüştük. Kesinlikle sahnede kullandığım herhangi bir aksesuar, dekor, danslar, müzik, oyuncuların dizilişi bile belli bir amaca hizmet eder. Hepsi işlevseldir. O nedenle sahnede ne yapılmışsa bilinçlidir. Ancak bu amaca hizmet ederken yapılan her şey estetik ortalamanın üstüne çıkması gerekir diye düşünürüz. Hem vermek istediği mesaj hem de estetik değerler açısından yüksek düzeydeydi. 30. sanat yılımızda yaptığımız ‘Ölü Kentin Nabzı’ oyununda tam da bu bahsettiğini oynamaya çalıştık. Bir ölü kent var. Sadece yaşamak yemek içmek nefes almak değildir. Yaşamak üretmektir.
50 YILDIR DEĞİŞMEYEN MAKUS KADERİMİZ
Hem Fikret Demirağ’ın yıllar önce yazdığı şiirlerde, hem sizlerin 50 yıldır yaptığınız oyunlarda verdiğiniz mesajların hala güncel kalması ne kadar acı değil mi?
‘Hüzün Ana ve Çocukları’ oyununda tam da bunu anlatmaya çalıştık. Bu makus, kötü kaderimizin değişmesi gerektiğini. Adanın ilk yerlilerinden; Akatlar, Fenikeliler, Bizanslılar, Lüzinyanlar, Venedikliler… Kim gelmişse bu adaya, gelen özne olmuş yerliler ise nesne. Belirleyiciler dışardan gelenler olmuş hep. Şu anda da yaşadığımız budur. Bu oyunda da “Ey bu topraklarda yaşayan Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumlar, Maronitler, Ermeniler, Anadolu’dan aş derdiyle, iş derdiyle gelen tüm insanlar seni besleyen bu toprağa sahip çık, bu toprağın şarkısını söyle” diyor Fikret Demirağ. İşte biz de diyoruz ki ayrım gözetmeksizin hepimiz birlikte bu toprağın şarkısını söyleyebilirsek Kıbrıs adındaki bu ana toprağımızın makus kaderini değiştirebiliriz. Ve onurlu, cesaretli bir şarkı söyle diyerek bitiriyoruz oyunu.
KIRIK AYNALARDA YÜZLEŞME
İnsanlara aynalarla vermek istediğiniz mesaj bakın ve yüzleşin değil miydi? Neden aynalar kırık?
Bu soru için de teşekkür ederim Filiz. Aynalar evet yüzleşmek içindi ama düz bir aynada yüzleşmiyorsunuz. İnsanlar hergün hiç eksiksiz aynaya bakarak çıkıyor evinden. Kendine çekidüzen veriyor çıkmadan önce. Ancak sadece dış görünüşünüze. Tiyatro; içimizi, aklımızı, yüreğimizi, duygularımızı göstermek içindir bizlere. Shakespeare: “Tiyatro hayatın aynasıdır” demişti. Biz aynaları parçaladık. Çünkü hayatlarımız parçalandı. Ülkemiz parçalandı. Dünyamız parçalandı. Ruhumuz parçalandı. Parçalanmış aynalara bakarken bunları görün istedik. Bir de kırık aynalara bakarken yüzünüzü de parçalar halinde göreceksin. Parçalara ayrılmış olan yüzünü gör. Ya da yüzsüzlüğünü. Ve hesaplaş. Kendini sorgula. Ne diyor Fikret Demirağ; Hangimiz tertemiz silinmiş bir camdan bakar gibi bakabiliyor içine ve bunu sorgulayabiliyor ve hesaplaşabiliyor. Lif lif bütün güdülerimizi, bütün bencilliklerimizi, çıkarlarımızı, alçaklıklarımızı, ihanetliklerimizle, kalleşliklerimizle, vurdumduymazlıklarımızla yüzleşebiliyoruz. Bunu soruyor oyun.
KADIN OYUNCULARIN PERFORMANSLARI HARİKAYDI
Üç kadın oyuncu Özgür Oktay, Döndü Özata, Melihat Melis Beşe… Üçü de harika oynadılar. Nefesimi tutarak izledim onları. Yüksek enerjisi olan bir oyunu haftanın 2 günü oynamak oldukça yorucu olacak. Gerçekten dünya çapında oyunculardır LBT oyuncularının hepsi de.
Müthiş oynadılar. Hepsini alınlarından öpüyorum. Bizim oyuncularımız mütevazidir. Hiçbir zaman ben oldum demediler. Bu oyun için çalışırken çok fazla zorlandılar. Ama hiç pes etmediler. Zorlandıkça keyif aldılar. Ne mimiklerini, ne enerjilerini, ne performanslarını hiç kaybetmeden oynadılar. Tek bedenmiş gibi oynadılar. Nazım Hikmet’in şiirinde dediği gibi hem bir ağaç gibi tek ve hür duruyorlardı sahnede hem de bir orman gibi kardeşçesine.
EROL REFİKOĞLU ÇOK YÖNLÜ SANATÇI
Erol Refikoğlu’nu sahnede görmek mutluluk vericiydi. Hem onu hem de Sevcan Çerkez ile birlikte yaptıkları Hüzün Ana heykeli ile birlikte. 50. sanat yılınızda ikinizin birlikte sahnede olması neler hissettirdi size?
Erol Refikoğlu Lefkoşa Belediye Tiyatrosunu birlikte kurduğumuz arkadaşlarımdan biridir. Bir diğeri Osman Alkaş ve Işın Cem’dir. Hepimizin de 50. yılıydı. ‘Hüzün Ana ve Çocukları’ oyunu da bizim 50. yılımızın anısına yapılmış bir oyundu. Işın arkadaşımız sağlık sorunları nedeniyle aramızda olamadı maalesef. Ona da buradan acil şifalar diliyorum. Erol Refikoğlu bu ülke tiyatrosunun önemli bir aktörüdür. Öylesine zengin, sahnede ışığı olan bir aktör çok az bulunur. 70 küsur yaşına geldik. Ve bu 50 yıldır birlikte neler oynadık, neler yaşadık.
Bence sanatla haşır neşir olan insanlar bedenen yaşlansa da ruhları yaşlanmıyor.
Nazım Hikmet’in dediği gibi “yeter ki sol memenin altındaki cevahir kararmasın”. Erol Refikoğlu, Osman Alkaş ve ışın Cem bu ülkedeki tiyatro sanatına çok önemli katkıları olan insanlardırlar. Kıbrıs Türk Tiyatrosu için bir şanstırlar.
OYUNUN SAHNESİ VE MÜZİKLERİ
‘Hüzün Ana ve Çocukları’ oyununda sahneyi de çok beğendiğimi söylemeliyim. Oyunla çok uyumlu. İnsanı yormayan sade ama amacına uygun bir dekordu. Özlem Yetkili’yi de kutlamak gerekir.
Herşeyin oyuncuya hizmet etmesi gerekir tiyatroda. Oyun ile bütünleşmeli. Özlem Yetkili çok yetenekli bir sahne tasarımcısıdır. Kadromuza katılmasından dolayı mutlu olduğum biridir. Özlem İle oturup sahne için konuştuğumuzda Kıbrıs’ı sembolize eden esas şeyi Anne Toprak olarak sembolize ettik. Burdan yola çıkarak sahne şeklini eski haritalarda çizilen Kıbrıs şekline benzetmek istedik. En mühimi de Ana Tanrıça heykelini sahneye koyma fikriydi.
ANA TANRIÇA HEYKELİ
Ana Tanrıça heykeli çok iyi bir fikirdi. Sanat içinde sanat çok yakıştı sahneye.
Ana Tanrıça heykeli M.Ö 1400-1200 yılında yapılmış bir heykeldir. Şu an Güney Kıbrısta’ki Arkeoloji müzesinde sergilenmektedir. Bu heykeli araştırarak buldum. Kil topraktan terokato yapılmış kucağında çocuğuyla Kıbrıs’ın ana tanrıçası. Küçük bir heykelciktir. Biz onu sahneye koymayı istedik. Çok da iyi oldu. Sahne 3 basamaktan oluşuyordu. Ana tanrıçaya ulaşmak için bu basamaklar çıkılıyordu. Sahnede 3 kadın vardı ve kadınların dizilişleri, yatışları da üçgen şeklindeydi. Çünkü piramitlerde üçgen kadını simgeler. Anne toprak üreten doğuranı simgeler ve kadınla sembolize edilir. Sahnedeki ana tanrıça heykelini Erol Refikoğlu ve Sevcan Çerkez birlikte yaptılar. Her ikisine de teşekkür ederim.
Müzİk de çok güzeldi. Mistik bir hava verdi oyuna.
Daha önce birçok müzisyenle çalıştım. Cahit Kutrafalı, Ersen Sururi, Hüseyin Kırmızı, Kamran Aziz ve birçoklarıyla. Ben müzisyenin oyundaki duyarlılığı yakalamasını isterim. İnal Birsel’i ben tanımıyordum. Mete Hatay’ın önerisi ile tanıştık. Mete; Epik/destansı müziği çok iyi yapacak bir müzisyen olduğunu söyledi. Oyunun her sahnesinde o döneme, o kültürlere göre müzikler yapıldı. Başarılı bir genç müzisyen, onunla çalışmaktan çok memnunum .
Bir saat on beş dakikalık bir sürede toprak anamız Kıbrıs’ta yaşanan bir çok acıyı gözlerimizin önüne serdiniz. Ben hem toprak anamız hem de bu adada en çok ağlayan analar için ağladım oyunu izlerken. İzleyicilerin geri bildirimleri nasıl oldu?
İzleyen herkese bu duyguyu geçirmeyi başardık sevgili Filiz. Senin gibi tüm izleyenler de aynı duygu ile ayrıldı oyundan. 4 haftadır oyunu oynuyoruz. Hem kendiyle yüzleşiyor hem de acılara ortak oluyor. İyi geri dönüşler alıyorum. Ernst Fischer Sanatın Gerekliliği kitabında söyle der; “Sanat insanın dünyayı tanıyıp geliştirebilmesi için gereklidir. Ama salt özünde taşıdığı büyü yüzünden gereklidir”. Biz de bu oyunda bunu yaptık. Bu kötü kaderimizi değiştirmek için sanatın büyüsünü, ilizyonunu kullandık.
DÖRT MUHTEŞEM TİYATRO SANATÇISININ 50. SANAT YILI
Son olarak söylemek istedikleriniz?
Kıbrıs Türk Tiyatrosunda eş zamanlı bir buluşma yaşandı. 50. sanat yılımızı kutladığımız bu yılda 45 yılını birlikte sanat yaptığımız 4 insan var. Ben Yaşar Ersoy, Erol Refikoğlu, Osman Alkaş, Işın Cem. Bu buluşmayla Kıbrıs Türk Tiyatrosunda bir milat oluşturduk.
İyi ki buluştunuz. İyi ki hepiniz varsınız. Sadece Kıbrıs Türk Tiyatrosu için değil toplumun sanat anlayışı için de önemli adımlar attınız. Bizlere sanatta ekip çalışmasının ne demek olduğunu gösterdiniz. Teşekkür ederiz hepinize. Tüm LBT oyuncularını ve tüm ekibinizi kutlarım.
Bu oyunda emeği geçen tüm ekibe tek tek ben de tekrar teşekkür ederim. Sana da Sevgili Filiz, tüm oyunlarımızı izlediğin, röportajların ve oyunlarımız hakkında verdiğin harika geri bildirimlerin için…