1. YAZARLAR

  2. Dilek Karaaziz Şener

  3. Bir Yaz Gecesi Rüyası…
Dilek Karaaziz Şener

Dilek Karaaziz Şener

Bir Yaz Gecesi Rüyası…

A+A-

Geçen hafta, kışa hazırlanan serin bir Ankara gecesinde, William Shakespeare’in erken dönem romantik komedya romanı Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı izlemeye gittik. Böylece yıllardır vazgeçemediğim, Ankara Devlet Opera ve Balesi’ni izleme müptelalığımı bu yıl da başlatmış oldum. Koreografisi ve sahnelenmesini Hans Henning Paar’ın üstlendiği tek perdelik modern dans gösterisinin prömiyeri, 16 Nisan 2010 tarihinde Tanz Theater München/National Theatre Gärtnerplatz’da gerçekleşmiş. Genel temanın özeti ise şöyle: Birliktelik ve sevgi ile bunlara eşlik eden beklenti ve dileklerin farklı bakış açıları.

Sahnedeki dansçıların her hareketi, mimiği ve birbirleriyle jestleşmelerine kapıldığınızda, müzik de sizi etkisi altına aldığında “birliktelik ve sevgi” ikilisi üzerine izleyici kendi rüyalarının ritminde buluyor kendini. Birden eserin 1600’lü (Kaynaklar, Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın ilk basımını 1600 olarak veriyor. Sahnede ilk kez gösteriminin ise 1594 veya 1595 yıllarında olduğu düşünülmektedir.) yılların başında yazılmış olduğunu unutup, kendi dünyanızın post modern süreç içindeki tuhaf örümcek ağına takılıp kalıyorsunuz. Şöylesine bir düşündüğünüz de bile, günümüzde, etrafınızda tanıklık ettiğiniz birçok yaşamın, birliktelik ve sevginin eksik kalmışlığıyla örülü olduğuna hüzünleniyorsunuz. Birliktelik ve sevgiler güçlü olsaydı, yaşanmazdı tüm huzursuzluklar, özellikle de bireylerin arasında… Bireyleri birbirine ekleyip topluluğu dönüştürdüğünüz de ise alın size topyekûn sevgisizlik bulutlarına takılıp kalmış toplumlar gerçeği… Engeller ve karışıklıklar içinde kocaman bir kartopu yumağına dönüşüp bayır aşağı yuvarlanmaktayız, gibime geliyor… Son zamanların medya dilindeki veya sosyal ağına takılan ileti karmaşasında “güzel şeyler de oluyor hayatımızda/yaşamımızda” söylemlerine bile inanmak istemiyorsunuz. Hayatın içinde akan sevgi nasıl oluyor da bir an’lık öfke nöbetleriyle alt üst olabiliyor? Aşkın gözü körse eğer, sevgiye, birlikteliklere ve evliliklere zerk edilen bu keşmekeş tohumu niye?!

Sorulara bir de Shakespeare’in söz cambazlığı eklenince, içinden iyice çıkılmaz bir rüya âleminin dibine dibine dalıyorsunuz. Shakespeare, çağının pek çok İngiliz yazarı gibi, söz sanatlarına olan düşkünlüğü ile biliniyor. Eserleri kelime oyunlarıyla, alışılmadık benzetmelerle, çarpıcı kişileştirmelerle doludur. Bir Yaz Gecesi Rüyası’ndaki kahramanlardan Bottom bunun en güzel örneğidir. Söz buraya kadar gelmişken tiyatro eleştirmeni veya uzmanı değilim. Sadece naçizane izleyiciyim. Shakespeare’e olan hayranlığım Sanat Tarihi’nde özellikle XVI. ve XVII. yüzyılların Avrupa Sanatı’na duyduğum ilgiden kaynaklanıyor. Bununla birlikte yıllar önce izlediğim bir tiyatro oyunundan etkilenerek kendimce okumaya çalıştığım oyunlarından ve repliklerinden örülü kafamın içindeki gerçekliğin şu olduğunu da buraya yazmak istiyorum: eserleri sahne için yazılmıştır. Bu nedenle ne zaman bir oyununu izlesem, hakkında yazılmış bir yazıyı okusam, hayal gücümü sınırsızca kullanmaya çalışırım. Sırası geldiğinde oyuncu (burada dansçı), bazen yönetmen ve çoğunlukla da rüya gören bir izleyici rolüyle sahneye bakıyorsunuz. Bugün onun otuz beşi aşkın eserini bilmek demek, benim gözümde, on altıncı ve en yedinci yüzyılların Batı kültürünün satır aralarını, bir dil cambazının kaleminden okuyabilmek demektir.

***

Engeller ve karışıklıklar üzerine kurulu romantik komedyanın, aynı zamanda, bir düğün üzerine kurulu olduğunu da anımsadığınızda veya bilmiyorsanız sahneden çıkarımladığınızda, beklenmedik bir an’da, bir dans gösterisi ile yaşadığınız şaşırtıcı buluşmadan bazı sorular takılıyor aklınıza: Aşk için seçilmiş kişi, gerçekten de doğru kişi midir? Seçimler genelde bilinçli olmamakla birlikte, birliktelikler neye ve kime güvendiğinizin sınanmasıdır. İnsanların birbirinden pek de farkı yoktur. “Aşk mı? O da ne?!” gibi bir soru cümlesi için, herkes kendi rüyalarını yaşarken, omzunu sevgi dolu birisine yaslamanın özlemini çekiyor.
Günlerden bir gün, hadi adını koyalım ve bir yaz gecesi diyelim: Rüyalarının kapılarını aralayan herkes, ister ormandan kaçarken, isterse de rüyalara ve uyuşturucu sarhoşluğuna daldığında, toplumun istemlerinden bir kaçışın senaryosunu, en azından rüyalarında yaşama serbestîsini tadacaktır. Gecelerden bir gece gözlerini kısıp dalacaksın uykuya ve sonrasında açacaksın gözünü karanlıklarından korktuğun ormanda. Ağaçların arasından bir ses duyacaksın ve üzerine perilerin serptiği yıldızlı bir tozla başka bir yaşama uyanacaksın. Rüyandaki her bir kahramanı, bir yerlerden anımsasan bile, her biri henüz yaşanmamış bir hikâyedir. Bu gerçeklikle derinleşecek uykun ve acı bir tat bırakırken yaşadığın şehir dilinde, ormanın gölgelerinden yükselen seslerle dansa başlayacaksın. Sonrasında ise ormana senin gibi rüyalarıyla gelen herkesle, ardında bıraktığın şehrin her türlü pisliğinden, gürültüsünden, karışık birliktelik ve ilişki yumaklarıyla salyangoz kabuğu gibi sarmalanan samimiyetsizliğinden çıkardığın masalları anlatacaksın. Dikkat edilmesi gereken şu ki: periler kişileri karıştırırsa ve tozlar başka başka rüyaların sahnelerine serpilirse, uykudan uyandığınızda hiç olmadık bir kişinin omzuna dayamak için başınızı, çabalarken bulacaksınız kendinizi. Buyurun, oyun içinde oyun başlıyor!
Gerçekle hayal, rüyayla uyanıklık çatışmakta!
Son perde başlarken tüm bu karışıklıklarla, her şeyi bir kenar iterek, toplumsal kurallardan kaçmaya ve tatmin edilmemiş ihtiyaçlarla, dilekleri en azından hayal âleminde kurulan bir sahnede yaşamaya/kutlamaya ne dersiniz?
Önce “bilgi” gelsin sahneye ve desin ki: karşınıza çıkacak her şeye hazır olun!
Tam bu sırada “yaşam” fırlar perdelerin arasından ve der ki: gerçekler bilinmeli ve olduğu gibi kabul edilmeli!
Puck bilgiye ve yaşama muzipçe gülümserken seyirciye “özgür” düşünebilmeyi öğütler:
“Biz gölgeler, kusur işlediysek eğer,
Şöyle düşünün ve bizi hoş görün:
Bu hayaller görünürken sahnemizde,
Siz de biraz kestirdiniz yerinizde.”

Bu yazı toplam 3208 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar