“Bir yumağın içinde kayboldum ama hayata tutunuyorum…”
Kanser oldu, acıyı gördü, adaletsizliği gördü, duyarsızlığı yaşadı… “Çok canım yandı…”dedi, isyan etti… Psikolojik travma yaşarken, kaza yaptı nabzı durdu… Tam morga götürülürken ‘çığlık’ attı, yeniden hayata döndü… 33 yaşındaki Fezile Özataç, yakalandığ
• Dolu dolu geçen bir yaşamın içinden aniden saç dökülmeleri, erken uyku halleri, eklem ve bacak ağrıları, nefes darlıkları, yürüme ve yutkunma zorlukları başlar Fezile’nin hayatında. Uzun uğraşların ardından Hodghin Lenfoma teşhisi konulur. Çareyi Türkiye’de ameliyat olmakta bulur ve zorlu olan bu süreçle mücadeleye başlar. Hastalığı ve tedavileri ağır gelir, yaşadığı psikolojik travmalar da… Bunların yansıra maddi olarak hem Fezile hem de ailesi yavaş yavaş sarsılır… Ama en büyük dayanağı olan annesinin desteğiyle çoğu şeyi yener Fezile Özataç...
• 18 Haziran 2015’de büyük bir trafik kazası geçirir… Tek hatırladığı şey gözünü hastanede açması… En acısı da nabzı durduğu için ‘öldüğü’ zannedip morga doğru götürülmesi. Morgdan içeri girmeye bir adım kala, kendi çığlığı kurtarıcısı olur ve kapıdan geri döndürülür… Sağ kolundan felçli kalır, defalarca ameliyat olur…
• “Kanser iyi insanlara denk gelir. Çünkü içine atan, karşısındakine zarar vermek istemeyen, iyi insanlardır hastalıkla yüzleşir. Kalbi taş kesmiş insanlar da yoktur… Olmaz da… Bencil yaşamayı bilen insanlar sağlıklıdır. Ben hastanın bir tanesine ‘Abi biz neden kanser olduk’ diye sordum. O da bana ‘Kötü olamadığımız için’ dedi...”
Didem MENTEŞ
Hayata hep güler yüzle baktı… Hep iyiyi sevdi, yüreği hep iyiden yana oldu… Dans, müzik gibi birçok aktivitelerde etkin rol oynadı… Capcanlı ışıl ışıl bir hayatı vardı… İçi insan sevgisiyle dolu bu genç kız, illet dediğimiz o acımasız gerçekle tanıştı… Kötülük onu da yakaladı, boynuna sarıldı… Yerinde duramayan Fezile Özataç, ‘eşi!’ dediği kanser ile hikayesine 3 yıl önce başladı…
Kimi zaman sesi titredi, kimi zaman gözleri doldu…
YENİDÜZEN, ‘4 Şubat Kanser Günü’ dolayısıyla 30 yaşında Hodghin Lenfoma kanserine yakalanan Fezile Özkıraç ile görüştü. Fezile, kanser nedeniyle yaşadığı acıları, olumsuzlukları, vicdansızlıkları, duyarsızlıkları ve adaletsizlikleri gördü, üzüntüyle anlattı. Kimi zaman sesi titredi, kimi zaman gözleri doldu… Bu ülkede kanser hastalarına gereken önemin, verilmediğini, beklenen yardımın yapılmadığına dikkat çekti. Fezile, bazı doktorların acımasız üslupları, devletin genç yaştaki bu hastalara sahip çıkmamasını, özel sektörün duyarsızlığını ve sosyal devlet gibi bir anlayışın olmadığını vurguladı...
Maddi olarak düştüğü zorluğu, emekli olan annesi ve babasının da tükenme noktasına geldiğini, ayakta duracak gücü kalmadığını isyan etti… Kanser hastalarının içine düştüğü psikolojik travmalara dokundu… Morgun kapısından son dakika attığı ‘çığlık’ ile hayata geri döndüğünü ifade etti…
Kanser Hastalarına Yardım Derneği dışında hiçbir mekanizmanın hastalara gerçek anlamda sahip çıkmadığının altını çizdi. Hukukçu olan annesi Nedime Özataç ile birlikte ‘Kanser Politikası’ olmayışına dikkat çekti.
Kanserin ilk belirtileri…
26 Şubat 1983 Lefkoşa doğumlu Fezile Özataç… DAÜ İçmimarlık ardından YDÜ Pedagojik Enformasyon üzerine master yaptıktan sonra Güney’de Kıbrıs Üniversitesi’nde Yunan Dili Eğitimi’ne başladı. Hukukçu olan annesi Nedime Özataç ile birlikte eğitime giderken ara vermek zorunda kaldı.
2013 Kasım ayında yavaş yavaş bedenini sarmaya başlayan bir kötü hücre nedeniyle. Bu arada Fezile oldukça sosyal bir insandı. Dans, müzik gibi birçok sosyal aktiviteyle uğraşan, mesleğine aşık bir insandı. Bunlarla dolu dolu geçen yaşamın yerini yavaş yavaş saç dökülmeleri, uyku halleri, eklem ve bacak ağrıları, nefes darlıkları, yürüme ve yutkunma zorlukları alıyor. İlk başlarda bu sorunları yoğun geçen temposuna bağlıyor Fezile. Daha sonra kontrol amaçlı Dr. Osman Köseoğulları’na gitmeye karar veriyor. O dönemlerde tiroitlerinde küçük nodüller çıkmış tam ona üzülüyorken daha ağır bir sorunla karşı karşıya kalır.
“Doktor geç kaldın öleceksin” dedi
“ Doktor, boyun bölgem için ultrasound istedi. Göğüs kafesinde bir şey olduğunu gördüler. Bunun üzerine sonuçları internette araştırmaya başladım. Bu arada Hematolog Dr. Dilek Yazman’ın özel kliniğine gittim. Bir sürü testler verdi, bir şey çıkmadı. Sadece akciğer de bir şey çıktı, bunun üzerine Dr. Hasan Sav’a gittim. Hasan Sav, antibiyotik başlattı. 15 günlük aradan sonra gene gittim, kan tahlillerimde hematologa gitmem gerektiğini söyledi. Hematolog Dilek Yazman’a gittiğimde, ‘Geç Kaldın Ölecen... Sen nerdesin’ dedi bana. Açıklamamı yaptım, ne gibi işlemler yaptığıma dair. Doktorun bana bunu söylediği an başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
O kadar travma yaşattı ben ki arabaya bindiğimde Metehan’dan Çağlayan’a giderken duvara girmek istedim… Ağlayarak eve geldim. Annem ne olduğunu sordu, ‘öleceğim, beni rahat bırakın’ dedim ve yattım. (Fezile bunları anlatırken yeniden yaşlar o zor anları ve boğazı düğümlenir). Bu arada Annem doktoru Sağlık Bakanı’na şikayet etti. Biyopsi yapılması için ertesi gün yeniden hastaneye gittim. Konsültasyon oldu aslında, benim lenf düğümüm doktorların ellerine gelmedi. Hodghin Lenfomaydı benim rahatsızlığım. Normalde lenf bezi sol tarafta yukarıya doğru büyümesi gerekirken, benim sağa tarafta aşağıya doğru gelişti. Atar damar ile toplardamar olduğu için çok zor fark edilen bir konumdu.
Çareyi Türkiye’de bulur…
‘Ameliyat olman gerekir’ dediler Fezile’ye. O emin olabilmek için uzman kişilerin yapmasını istedi. Ve annesi ile birlikte, ufak birikimlerini de yanlarına alarak İstanbul’un yolunu tuttular. Türkiye Hematologlar Derneği Başkanı ve Hodghin Lenfoma Birimi’nin de başkanı olan Acı Badem Hastanesi’nde Prof. Dr. Ahmet Öztürk’e giderler. Orada yine tahliller, biyopsiler ve tomografiler yapılır Fezile’ye. Kıbrıs’a geldikten sonra raporlar mail olarak ulaştırılır kendisine. Tabii bu arada o güne kadar sadece bir dernek olarak gördükleri Kanser Hastaları Derneği ile bir aile yakının tavsiyesi üzerine tanışır Fezile Özataç. Dernek Başkanı Raziye Kocaismail’in İngiltere’de olmasına rağmen oldukça yardımcı olduğunu aktarır. Türkiye’den gelen yazıyı tahlil laboratuarına ve Güney’deki doktorlara gönderilerek bir konsültasyon yapıldığını, yeniden parça alımı gerektiğini öğrenir. Bunun üzerine genel cerraha ve kulak burun boğaz uzmanına gider, her iki doktor da kendiişleri olmadığını ifade etmesiyle birlikte 1 aylık bir süreç de böyle geçer. Kendi ülkesinde tedavi olamayan Fezile, yeniden İstanbul’un yolunu tutar ve başarılı bir ameliyat geçirir.
Maddi sıkıntılar başlar…
Hastalığı ve tedavileri yanı sıra maddi olarak hem Fezile hem de aile yavaş yavaş sarsılmaya başlar. Türkiye’deki ameliyatı bir tanıdığın aracılığıyla indirim yaptırılarak tamamlanır. “Eksi olarak Kıbrıs’a geri geldik. Sonuçlar 20 gün sonra çıktı. Tabii bu arada mecbur kaldığım için yine Dilek Yazman’a gittim. Kemik iliği biyopsisi yapalım dedi ama bana Türkiye’deki doktor gerek duymamıştı. Çünkü hastalığın 2’inci evrenin başında olduğunu, bu tarz uygulamanın 3- 4’üncü evrenin başlarında uygulandığını söylemişti. Tabi burada yapılması gereken neyse onu da yaşadık. Açıkçası uyuşturulduğumu hissetmiyorum, kazıdılar diyebilirim. Çok canım yandı… hala daha kemik iliğinin sonuçları ne çıktı bilmiyorum. Bu arada Türkiye’den gelen evrakları, ben, hastanede Dilek Yazman’a iki kez verdiğim halde ikisini de kaybetti. Bunun yanı sıra tomografilerim çekildi ancak netlik içermiyor.
“Bir kanser hastası ağlatılmaması gerekir”
Tomografi sonuçlarının bilgisayar kaydı altına alınmadığını, el yazıyla, hastane mührü ve doktorun imzası olmadan tomografi sonuçları verildiğini anlatıyor Fezile Özataç. Onkoloji hastası olan bir bireyin bütün tetkiklerin doktorların elinde olması, arşivlenmesi gerektiğine vurgu yapıyor. “Çok söylenecek söz var” diyor Fezile Özataç. “Bana damar yollarım kötü olduğu için Dilek Hanım port takılması gerektiğini söyledi ve takıldı. Fakat normalde göğsümün yukarısına takılması gerekirken, normalin aşağısına takıldı. Bu defa kemoterapiye girerken, beni çok zorlardı ve kan gelmezdi. Kemoterapiye gireceğimde Dilek Hanım’a, Dr. Öztürk’ün protokolünü uygulamasını istedim. O da ‘tamam’ dedi. Pazartesi geleceğimi ve içerde olup olmadığını sordum. ‘İçerdeyim’ dedi. Ben Türkiye’ye gittim, protokolü aldım geldim. Geldiğim zaman Dilek Hanım’ın 1.5 ay izne çıktı söylendi. Hem radyoterapi hem de kemoterapi almam gerektiği için kurulla YDÜ Hastanesi’ne sevk edildim.
Saçları sıfıra vurdurur…
Psikolojik olarak kemoterapiye adapte olabilmek için, beline kadar uzamış olan simsiyah güzelim saçlarını da sıfıra vurur Fezile… Güney’de tedavi olmak istemesine rağmen maddi olarak sarsılmışlardı. Güney’de yatırımı olmadığı için yararlanamadı ve YDÜ’deki tedavisine başladı. “Maddi olarak tükendik çünkü oldukça bir para gitti. Annemler neredeyse 3 ay para almadı. 3 ay boyunca evdeki erzaklarla günümüzü geçirdik. YDÜ’de kemoterapiye başladım, 15 günde bir seansım vardı. Bir kür iki seanstı, sabah 8:00’de girerdim 17:30’da çıkardım. İkinci kürden sonra Dilek Yazman bana zorluk çıkardı. Kağıdı imzalamadı çünkü kendi ayrı oda hazırlarmış ve tedaviyi kendisi yaparmış. Benim yasal olarak hakkım olan bir şeyi senin doktor olarak elimden almaya hakkın yok. Beni ağlattı…
“Bir kanser hastası ağlatılmaması gerekir. ” diyor Fezile… Kemoterapiye girecek olan hastaların her 15 günde bir kurul raporu aldığını ve adeta eziyet çektiklerini vurguluyor. Bu arada anne Nedime Özataç, söze giriyor ve Devlet Hastanesindeki aletlerin çok ilkel aletler olduğunu söylüyor. YDÜ’deki aletlerin ilaç gitmediği zaman uyarı verdiği ancak Lefkoşa Hastanesi’nde bu durumun söz konusu olmadığını anlatıyor. Hastaların da yan yana koltuklara oturarak, enfeksiyona açık bir şekilde beklediklerini bir hasta yakını olarak vurguluyor. Fezile de devlet hastanesinde galoşlu giriş olmadığını, herkesin elini kolunu sallayarak girip çıktığı bir bölüm olduğunu, denetim olamadığını dile getiriyor. YDÜ’de iste her hastanın ayrı odalarda olup, ebeveynlerin de ayrı odalarda olduğu, hemşireler de dahil herkesin maskeyle girip çıktığı yer olduğunu ifade etti.
“Bazen dil söylemez ama el yazar…”
Her kanser hastası gibi zor bir süreç yaşadığını vurguluyor Fezile Özataç. Kemoterapi sürecinde Raziye Kocaismail’den çok yardım ve sıcaklık gördüğünü anlatıyor. Psikolojik travmalar yaşadığını anlatıyor. Kanser Hastaları Derneği’nin desteğiyle eve iki kez psikolog geldiğini söylüyor Fezile. Psikolog desteği yanında kendi içerisinde de bunu atlatması gerektiğinin farkındaydı Fezile Özataç. Özellikle de ilk başlarda Kıbrıs’taki doktorların onun içinde yarattığı fırtınalar büyük bir felakete neden olmuştu. Kendi iç dünyasında yaşadıklarını dışarıya vuramamanın ağırlığını da yaşıyordu Fezile. Belli başlı şeyleri dışarı vurabiliyordu, kendisini daha çok ifade edebildiği yer ise sosyal medya üzerinden olur. Duygularını ifade ederken, kimi zaman eleştirilir, duygu sömürüsü yapmakla itham edilir. “Bazen dil söylemez ama el yazar” diyerek İç dünyasında yaşadıklarını yazdıkça rahatladığını anlatır. Kemoterapinin son süreçleri oldukça zorluk yaşatır Fezile’ye. Aygın girip baygın çıktığı günleri hiç unutmaz... Koku hasiyeti artar, sevdiği yemekleri bile yemek istemez. Su içmek bile acı gelir ona...
“En büyük dayanağım annem”
En büyük dayanağı olan annesinin desteğiyle çoğu şeyi yener Fezile Özataç... Geceleri yatakta konuşa konuşa uyuyakalırlardı anne kız. Gece yarılarına kadar ayakta duran o capcanlı insan, akşam saat 7’yi gösterdiği zaman enerjisini yitirir. Bu arada işini de bırakmaz Fezile. Ancak onkoloji hastası olduğu için devletten yardım alabileceği kendisine söylenmedi. Bu desteği alamadığı için işlemek zorunda kalır. Hafta sonu dinlenip, Pazartesi de işe gidebilmek için kemoterapisini Cuma günleri yaptırır. “Benim için zor bir süreçti. Vücut zaten yorgun, beynin de vücudun da savaş halinde. Ama bir taraftan da iş yapmak zorundasın. İşveren de seni anlayabildiği kadar anlar ve para verdiğini zanneder. Ben iç mimar olarak Bin 600 TL maaş alırdım, çalışma izinlerini yapardım, iç giyimin sorumlusuydum ve ISO ile uğraşırdım. Tabii hepsi boşa çıktı, ondan sonra görevimden yavaş yavaş uzaklaştırıldım sonra da ben görevimden istifa ettim.
“Morgun kapısından çığlık atarak döndüm”
Özel sektörde yaşadığı zorluklar ve sıkıntılar bir gün ölümle burun buruna getirir Fezile Özataç’ı. 18 Haziran 2015’de büyük bir trafik kazası geçirir… Nasıl ve ne şekilde olduğunu hatırlamaz. Tek hatırladığı şey gözünü hastanede açması… En acısı da nabzı durduğu için ‘öldüğünü’ zannedip morga doğru götürülmesi. Morgdan içeri girmeye bir adım kala, kendi çığlığı kurtarıcısı olur. Kendi hayatını çığlığına borçludur Fezile. Film gibi bir hayat hikayesine imza atar… “Kazadan sonra pelvisim kırıldı, idrar kesem patladı, leğen kemiğim kırıldı, sol elim ortadan kırıldı. Fakat hastanede doktorum hiçbir şeyin yok dedi. Sağ kolum ortadan kırıldı ve felç oldu. 5 gün süreyle ameliyata alınmadım. Bana söyledikleri tek bir şey vardı daima hastaneye gittiğinizde onkoloji hastası olduğunuzu söyleyin. Arkasından kolumdan 3 kez daha ameliyat oldum. Yine Kanser Derneği bana yardımcı oldu. Bir noktadan sonra çıkmaza giren... Param yok, annem babam aldığı emekliliği verir, onların sağlık problemleri var. Bir yumağın içindesin ve kaybolun…
Bazı veriler yine yüksek çıktı Fezile’nin. “Benim şuanda arka beyin için MR istenildi. Bazı değerler yüksek çıktı. Kolumda platin olduğu için MR’a girip giremeyeceğimi soracağım. Kanser hastası atlattı diye bir şey yoktur. Onkoloji uzmanı hayatın boyunca yaşayacağın bir eşindir. Yani benim bir kocam yok ama bir hayat arkadaşım var; kanser… Her zaman karşı karşıya gelebileceğimiz bir risktir. Onun kontrol zamanları da bende büyük travmaları vardır. Kontrol gitmeden 3-4 gün öncesi kaza yaptım. Hatta facebook’a sonuçların nasıl çıkacağını, ‘acaba ölecek miyim?” diye yazmışım. Tabi kaza sonrası bende nabız yoktu, durmuştu. Çok daha çekeceğimizi gösterdi.
Hayatın ne kadar kısa olduğunu, kanser hastası bir insanın iç dünyasının ve hayata bakışının çok farklı olduğunu anlatıyor Fezile… “İnsanı kanser eden insanlardır” diyor… “Kanser iyi insanlara denk gelir. Çünkü içine atan, karşısındakine zarar vermek istemeyen, iyi insanlardır hastalıkla yüzleşir. Kalbi taş kesmiş insanlar da yoktur… Olmaz da… Bencil yaşamayı bilen insanlar sağlıklıdır. Bencilliği beceremeyen insanlar da kalbi, beyni yufka insanlardır bu rahatsızlığa düşen. Kötülük yoktur içlerinde… Karşısındaki insana zarar vermek istemeyen insanlardır. Ben hastanın bir tanesine ‘Abi biz neden kanser olduk’ diye sordum. O da bana ‘Kötü olamadığımız için’ dedi.
“Devlet genç onkoloji hastalarına sahip çıkmalı”
Genç bir onkoloji hastası olarak devletin kendilerine sahip çıkmasını, koruma altına alması gerektiğini, sosyal devletin bunu gerektirdiğini söylüyor Fezile Özataç. “Sosyal devletin, kanserle yüzleşen insanları ekonomik bağımsızlıklarını sağlamaları gerekir. Kontrolleri ve tedavilerini zamanında yerine getirebilmeleri için koruma altına almaları gerekir. Bu demek değildir ki ben devlet hastanesinde kontrol olmak zorundayım ki her insanın doktor seçme hakkı vardır. Bana bu hakları sunması lazım. Ekonomik olarak da kendi sağlıma uygun şekilde iş ortamı sağlaması gerekir. Çünkü gerçekten o enerjimiz yoktur. Belki gülüp eğlenin ama eski enerjin gücün yoktur. Kanserden evvel 8 km yürüyebilirsen, şimdi 3 km yürüyebilirsin. Bu rahatsızlık seni senden alır. Gençsen bile seni 20 yaş ileriye götürür… Fiziksel olarak genç olabilin ama beyin olarak yaşlandırır seni. Akıl yaşın, dünyaya bakış açın, enerjin değişir. Mutlusun, yaşama azmin vardır ama aynı eforda değilsin. İnsanlar seni anlamaz, gün gelir ailen anlamaz, devlet zaten anlamaz… Kanser Hastalarına Yardım Derneği var olması lazım, devletin derneğe duyarlı olması gerekir.
“Adaletsizliği, duyarsızlığı, aksaklıkları gördüm…”
Fezile, hayatını kanser öncesi ve kanser sonrası ikiye ağrıyor. Bu rahatsızlığı yaşamaya başladıktan sonra; adaletsizliği, sağlık sisteminin aksaklıklarını, duyarlı insanlar yanı sıra çok duyarsız insanlar da olduğunu, devletin sosyal devlet olmadığını fark eder. “Kanser öncesindeki özveriye, enerjiye, sinir sistemine sahip değilim. Ben artık özel sektörde çalışabilecek güçte bulmuyorum. Çünkü özel sektör sömüren bir yapı, kölelik bir sistemdir. Benim bünyem artık bunu kaldırmaz” diyor.
-----------------------------------------------------------
Annenin isyanı: “Ben ne oldum değil ne olacağım demeli”
Fezile Özataç’ın annesi Nedime Özataç da bir kanser hastası yakını olarak duygularını dile getirdi. Ayrıca bir hukukçu olarak yaşanan adaletsizliğe de dikkat çeken Özataç, sosyal hukuk devletinin satır aralarında kaldığını vurguladı. Benim kızım özel sektörde çalışırken çok çekti. Hastalığı yüzünden kasiyerliğe kadar getirdiler, işten çıktı. Başka yerde başka sorunlar çıktı, istifa etmesini söyledim. Burada kurum ve kuruluşların zayıflığı ortaya çıktı. Çalışma Bakanlığı bunları hep denetlemesi lazım. Bir devlette bir iç mimar ne maaş alırsa, özel sektörde de alması lazım. Aynı haklara sahip olması lazım. Bunlar için de yasal çalışma gerekir. Bakanlar Kurulu ve Meclis’ten yasa geçirilmesi lazım.
Bunlar yapılmıyor. Seçim öncesi her şey söyleniyor ama o koltuklara oturulduktan sonra hiçbir şey yapılmıyor. İki yıl önce bu son olaydan sonra çocuğum Personel Dairesi kitabet kadrosuna katılması için müracaat etti. Kamil Kayral benim meslektaşım ve şimdi Kamu Hizmeti Komisyonu Başkanı’dır. Ona kızımın kaza geçirip, elinin felç olduğunu söyledim ve sözlü olarak sınava almasını istedim. O da bana ‘sözlü olarak alıp birinci de gelse sağlık kurulu raporu nedeniyle istihdam edemeyeceklerini’ söyledi. Engelliler Yasası’ndan almasını söyledim, ‘olmaz alamayız’ dedi. Bu defa Mehmet Ali Talat’a da gittim söyledim, o da ‘yapamayız kadro ibraz edilmesi lazım’ dedi. Bu çocuk benim bakımımla ayaktadır. Ben ve eşim iki emekli insan geçimini sağlıyoruz. Şimdi İbni Sina Hastanesi’ne gideceğiz. Kanser Hastaları Derneği ve Raziye Hanım sağ olsun, uçak biletlerini ve belli bir miktar verdi. Gerisini hep biz karşılıyoruz. Anayasa’da yer verilmesine rağmen devlet sosyal bir devlet değil. Hiçbir şey yapmıyorlar. Biz şimdiye kadar dernekten yardım gördük, radyoterapi ve kemoterapi dışında devletten yardım görmedik. Kanser Derneği’nin bir biletini en az bir tane olsun alınması gerekir. 5 TL 5 TL’dir. Damlaya damlaya göl olur… Yardım yapılması lazım, maaşlardan kesilmesi lazım. Biz eşimle maaşlarımızdan kestiriyoruz. Hala daha bir bileti almayan insanlar var. Çevresi çoktur diye iki top alan insanlar da var.”