Bir zamanlar Kıbrıs’ta hayat… (5)
Finikeli Kemal Zekai, tam 98 yaşında, pırıl pırıl bir belleğe sahip… Geçmişin Kıbrıs’ını anlatıyor…
Finikeli Kemal Zekai, 1923 yılında dünyaya gelmiş, yani tam 98 yaşında… Tam bir asırlık ömrüne neler neler sığdırmış… Bir asırlık ömrü boyunca yaşadıklarını, gördüklerini, geçirdiklerini anlatıyor bize…
Oğlu Oktay Zekai’nin yardımıyla onu görmeye gidiyoruz Lefkoşa’da, Kızılbaş’taki evinde… Evinin yan tarafında ekip biçtiği bir alan var Kemal Zekai’nin… Evet, o hala ekip biçiyor canı için – çünkü hayatının ilk dönemi rençberlikle geçmiş Finike’de, orada bıraktığı 60 küsur dönüm tarlaları, arazileri var… Bu yüzden onu bir eve, bir odaya hapsetmek mümkün değil. Yaşı 98 olsa dahi, o topraktan asla kopmamış, kopamamış… Hayata böyle sarılıyor…
Finikeli Kemal Zekai’nin kardeşi Aytekin Zekai 23 Nisan 1964’ten beridir hala “kayıp”… St. Hilarion yöresinden “kayıp” edilmiş Aytekin Zekai ve ondan geride kalanlara hala ulaşılamamış…
Bu arada röportajımızın geçtiğimiz Cumartesi günü yayımlanan bölümünde bir hatayı da düzeltelim: Bu bölümde, Kemal Zekai’nin Türkiye Elçiliği’nde oksillari polis olarak bekçi olduğunu yazmıştık – doğrusu Amerikan Elçiliği imiş... Sehven yaptığımız bu hatayı da düzeltiriz...
Finikeli 98 yaşındaki Kemal Zekai’yle röportajımızın devamı şöyle:
LEFKOŞA’DAKİ GÖÇMENLERE EV, MANDREZ’DEKİLERE EV YOK...
SORU: Kaymaklı’ya gittiydiniz, ondan sonra göçmen olduydunuz Hamit Mandrez’de… Değil?
KEMAL ZEKAİ: Kaymaklı’dan biz göçmen olduk, gittik Mandrez’e. Mandrez’deykan öyle kış olurdu işte, gelirlerdi çocuklar okula, dereler alacaydı gendilerini nerdeysa… Evler çıktığında, Lefkoşa’da olan göçmenlere verirlerdi, bize vermezlerdi… Rahmetlik gardaşım şikayet ettiydi Dr. Küçük’e… Mehmet Küçük diye biri vardı bu evlerin dağıtılmasında.
Göçmenevlerinde tahtadan tuvalet yaptılardı, leş gibin olduydu, gittiydik onları tamir etmeye… Geldi Mehmet Küçük rahmetlik, hem bir kişi daha, görsün bizi. Ben garşı geldim, “Biz” dedim, “bak, pisliğinizi biz temizlerik. Evleri yaparsınız, verirsiniz göçmen evi Lefkoşadakılara…”
Bir tane varıdı işlerdi İngiliz tesislerinde, alırdı 30 lira ayda. Bana vereceği evi, ona verdi. Ne vermen bana? Öyle annadınca gendine, o Mehmet Küçük’e, “Bak” dedi, “ben sana verdirtecem” dedi. “Bu küçük evdir” dedi, “böyük evleri verdiler, şimdi yoktur… Gidecen, yerleşecen çocuklarınnan. Hemmen bitirirsiniz” dedi, “o büyüklerden, ona” dedi, “bildirecen bana, heman bütün gece taşıtacam seni ora” dedi.
Allah rahmet eylesin, o adama, daşıdık, bir iki üç sene o evde galdım, yukarda bir oda, bir da aşağıda… Dört dane çocuğunan onun içine… Ağnadın? Hemmen bitti böyük ev, “Yahu” dedim, “bitti bu…”
Geldi, dedi bana “Hangısını isten?”
“Aha bunu…”
“Hemman” dedi bana, “bu akşam daşın, buraştan buraya daşın…”
Daşındık ona, dedi bana, “Sana verdirtecem garyolacık güçük” dedi, “garyolacıkta yatsın çocuklar…”
Gittim, garyolacık versinler, Cemaat Meclisi’ne, o banka var ya, orada, gittim, verdiler bana garyolacık da çıkarttım daşıyalım, varıdı bizim Göçmenevleri’nde işlerdi otomobil böyük, ona bildirdim, gelsin alsın beni da getirsin. Beklerim oraşta… Çıktı Özker Yaşın, başladı bönürsün, ne goduk dükkanının önüne diye… “Olan” dedim “yahu, beş taykadır… Otomobil gelip alacak…Alacam gideyim” dedim. Başladım sövmeye… Çıktı o yandaki dükkanlar da, “Eyi ettin genne” dedi… Biz böyle şeyler geçirdik, bizim hayatımız böyle…
AYDA SEKİZ ŞİLİN, ONU DA VERMEZLERDİ!
Bu göçmen evlerini yaparken biz işlerdik, verillerdi bize sekiz şilin ayda… Üç ay ne para verdiler, ne hiç…
Dedim, “arkadaşlar madem öyledir, bir yeyceğinan olmaz, bizim çocuklarımız var… O çocuklar gider okula, para istemez?”
Gittik, kesellerdi kerpiç falan da biz da ev yapardık onlarla Göçmenköy’de. Gittik oturduk onun içinde, geldiler, gitmeyik. Geldi Göçmenköy’e Sancaktar… Arattı bizi.
Obir arkadaşlar titirer sanki şey gibi, “Sokacak bizi içeri…”
Dedim, “Beni seçin, ben gireyim gonuşayım” dedim…
Ben heryere girişirdim ha…
Gittik, “Aha bizim şeyimiz budur” dedi, “bu gonuşacak hepimiz hakkında…”
Girdik, dedi bana Sancaktar, “Bu gadar şey var” dedi, “yapacaksınız… Herkes girsin” dedi… “Bu gadar göçmen var da yapmazsınız?”
“A efendi” dedim gene, “birşey soracam sana” dedim.
“Aç ayı” dedim, “oyun oynar mı?”
“Nedir?” dedi.
“Aha sana söylerim. Aç ayı oyun oynar mı?” dedim. “Bize ayda verilen sekiz şilin, o sekiz şilini da vermezler, bize yalnız verirler tayin, yeycek… Onu da bir tamam vermezler” dedim gendine, “az verirler, onunla idare ederik” dedim.
“Hiç olur?” dedi.
“Oldu ya… Ödemezler bizi” dedim.
“Ödemezler?”
“Ödemezler…”
Aldı telefonu eline, Sancaktar aldı telefonu eline…
“Hemman, akşama bu adamları” dedi, “ödeyeceksiniz… Niçin bu adamları dutarsınız üç aydır para vermezsiniz da işledirsiniz genneri?” dedi.
Akşama, emir verdi, bizi, Mandrez’e gidenneri, te toplansın, dedim “Yarın gideceyik biz…”
Ertesi günü ödediler…
ALPAY’I MANDREZ’E GÖMDÜLERDİ...
Yaşadığım bir şeyi daha annadayım sana… Alpay’ı şu vurdular da gömdülerdi Hamit Mandrez’de, o gece Havuz’da nöbetçiydim ben, Havuz var ya Mandrez’de, orada nöbetçiydim. Havuz dediğim su deposu. Bölük varıdı Mandrez’de… Bir mevzi varıdı, yardık tepeyi, üstünü örttük da ondan geçerdik. Ben onda bekçiydim… Vikla tepesinde, tam karşıda Kara Tepe vardı, Rumlar’ın mevzisi... O mevziyi ben yaptıydım... Görmedik ama duyduyduk Alpay’ı vurdular, getirdiler, Mandrez’e gömdüler diye... Ertesi günü o mezar yerini gördüydük...
Hanımımı gaybedeli 28 sene oldu, 29uncu senedeyik. Oğlum Oktay her Cuma gider mezarlığa, hanımımı ziyarete… Ben giderdim velesbidinan, şimdi velesbidinan gidemem diye, oğlum gider… Napayım? Elimden o gadar gelir…
“NAPSAN YERİNİ ÖZLEN...”
SORU: En çok neyi özlen?
KEMAL ZEKAİ: Napsan yerini özlen…
OKTAY ZEKAİ (Kemal Zekai’nin oğlu): Bak bunu söyleyim sana… İlk açıldığında yollar Baf’a gittik. Götürdüm babamı… “Aha burası” dedi, “benimdir…” 60 dönüm, bir yayla gibi… Karşı deniz, karşı Trodos dağı, bu taraf anayol…
KEMAL ZEKAİ: İstimlak ettiler…
“MA SEN KEMALSIN? HOCA’NIN OĞLU?”
OKTAY ZEKAİ: Bütün köy bizim hep istimlaktır… Orada gittik, köye gideceyik, köyde noldu bilir min? Bir çoban kadın bulduk yolda, dedim soralım bakalım bilirsa köye girişi… Köyün girişini bulamadıydık, ne dedi bize bilir min? Bir baktı, “Beee” dedi, “ma sen Kemalsın? Hoca’nın oğlu?” 60 sene sonra… 60 sene sonra… Orak biçen kadınlardan birisiydi bu…
KEMAL ZEKAİ: 60 sene sonra… Gelirdi köye, bizim bahça varıdı, izin verirdim gendine, giderdi semizotu toplardı da götürürdü domuzlarına… Ekerdik öyle semizotu böyük…
“RUMCA’YI RUM’DAN ZİYADE BİLİRDİM...”
OKTAY ZEKAİ: Görürkandan tanısın? 60 sene sonra…
KEMAL ZEKAİ: “Fgagalar” dellerdi bize yani “Böyük gulaklı…”
Ben Rumca’yı, bir Rum’dan ziyade bilirdim. Ben giderdim da işlerdim Rum tarafında, götürdüler beni, sendika yolladı beni işçi olarak işleyim. Belkola’nın yanında geçinca daha bu yannı, oraşta işlerdim, su borularını getirirlerdi Omorfo’dan Lefkoşa’ya… Da oraşta işlerdim.
Bir hafta Rumlarınan işledim, benim Türk olduğumu annamadılar! Hiç!...
Ansızdan bir Siguralı gadın hem adam, gadın çarşaflı, geldiler, geçeller yanımdan. Hükmettim Türkça gonuşayım gennere. Hükmettim Türkça gonuşayım.
“Yahu nerelisiniz?” falan.
“Sen nerelisin?”
Gonuşmaya başladık.
Gaçarkenden onlar, Rumlar dedi bana, “Ma Türksün? Müslümansın? Yahu biz seni Rum zannederdik…”
“Bir şey değil, ne var, Türk, Rum…” dedim. “Ne var? Bize birşey farketmez… Ben” dedim, “işçi olarak işlerim…”
“Yok sen işleyemen biziminan” dedi.
“Niçin?”
“Sen casus olabilirsin” dedi.
“Ne casusu yahu?” dedim gendine.
“Yok” dedi.
SORU: Hangi seneydi bu?
KEMAL ZEKAİ: 80’lerin içinde… Velhasılı geldi ebistad…
SORU: Kanalizasyon için miydi bu borular acaba?
KEMAL ZEKAİ: Yok… Yok… Boruları getirirlerdi, su borusu, Rum tarafında… Rum’da işlerdim. Daha önce havaalanında işledim, her yerde işledim ben. Her yerde işledim gızım… Her yerde girer işlerdim, sırf çocuklarımı okudayım diye…
KERMİYA’DA BİR KİLİSECİK...
OKTAY ZEKAİ: Kermiya’da o kilisecik var ya? Onun bakımını da yaptıydı babam… O “kayıp” olan amcam goyduydu gendini oraya… Zannedersam barikattan kapıcık var, askeri bölgededir o kilisecik…
KEMAL ZEKAİ: İşledik onun içinde…
SORU: O kilisecik, askeri bölgede eğer aynı kiliseciğisa, havaalanına yakındır. Ve dışına bazı “kayıplar” gömüldüydü diye anlattı bir okurumuz ve biz o kiliseciği uzaktan, Kayıplar Komitesi yetkililerine gösterdik fakat kazmadılar. Kiliseciğin dışına bir grup Yunan “kayıp” gömülmüş 1974’te savaştan sonra… Hatta kazı listesine önce konuldu, sonra kazı listesinden çıkarıldı bu küçük kilisecik… Hala kazılmadı… Seneler önce gösterdik burayı… Grammar School bombalandıydı o bölgede, bazı Yunan askerler saklanırdı 7-8 kişi… Ondan sonra o Yunanlılar’ı buldu bunlar. Öldürdüler. Anlatılanlara göre kiliseciğin dışına gömdüler. Üstüne lamarina koydular, onun üstüne da toprak attılar… O kiliseciğin dışını kazdırtamadık maalesef hala… Kaç senedir yazarık, yazarık… Olmadı, olmadı… Askeri bölge içinde olması da farketmez çünkü asker zaten askeri bölgelerde kazı yapılmasına kaç senedir izin verir…
OKTAY ZEKAİ: Biz ava gittiydik oraya da ondan bilirim bu kiliseciği… O bölgenin askeri komutanı geldi aldıydı bizi ve ava gittiydik, tavşan avladıydık o bölgede… Bir da tilki buldulardı oraşta, hatırlarım.
KEMAL ZEKAİ: İlk geldiğimde Baf’tan, rahmetli gardaşım Aytekin Zekai, Tarasanta’yı bitirdiydi… Girne’de mahkemede savcı gibi birşeydi… Girne’de beylif idi… Da ondan gaçtı da gitti da “kayıp” olduydu… Bunda sinama varıdı, Şahin Sinaması – eskiden Ford garajıydı. O şu ki dağ düştü, benim rahmetli geldiydi izinli. TMT’deydi da, askere aldılardı gendini. Dağdan gaçtı da geldiydi izinli… Gitti öyle bayramıdı… Hangi bayramıdı unuttum. Girne’de galırdı…
ST. HİLARİON’DAKİLER KARMİLİLER’İ TAŞLARDI...
SORU: 23 Nisan 1964 idi, bayramın birinci günü… Ama niçin oldu o iş bilin? Benim araştırmamı söyleyim sana… St. Hilarion’dan Karmi’yi sürekli taciz ederlerdi, başlarına daş yağdırırlardı, yok ateş edellerdi… Templos yolunu da kapattıydılar. Karmililer Girne’ye gideceklerinde, daha uzun bir yol gullanmak zorundaydılar, hatta Ayyorgi’ye giden yol o dönem yeni yapılmak zorunda galdıydı hatırladığım bu araştırmamdan… Geçemezdi Rumlar. Karmililer da gitti Makarios’a ve dedi ki “Ya galdırın bizi burdan çünkü biz mecburuk ta Ayyorgi üstünden gidelim Girne’ye, sürekli St. Hilarion’dan başımıza daş atallar, ateş edeller… Taciz edeller bizi… Galdır bizi burdan ya da bir şey yap…” Böyle dediler Makarios’a Karmililer.
Bunlar da, Lissaridis’nan beraber Makarios, “operasyon” yaptılar 23 Nisan 1964’te ve o günden beridir birkaç “kayıp” Kıbrıslıtürk var… O tarihten beridir ararık… Bir tanesi da kardeşiniz Aytekin Zekai idi… Bayram günüydü o…
OKTAY ZEKAİ: Mesela ben Güner abiynan gonuştum, o da TMT’ciydi, dağdaydı o… Götürdü, gösterdi bana amcamın kaybolduğu yeri da… Adam dedi ki bana, “Oktay” dedi, “Bozdağ düştü... Düşmeden evvel” dedi, “kalktı bir komutan vardı...” O komutan almış, “ben yürüyecem” demiş. Yürümüş, almış bir-iki yeri... “Durmadı” diyor, “gitti... Fazla ileri gitti... Ve bir tepe var, onu da aldı” dedi. “Onu alınca” dedi, “tabii bağlantı, mesafe da büyüdü” dedi, “kontrol da yok... Bu sefer Rumlar” dedi, “bayramıdı... Aşağıdan geldi Rumlar, aldılar tepeyi” dedi.
Amcamın “kayıp” edildiği yeri gösterdi bana ve “Karşıda bir uçaksavar var, hala daha ayağı durur onun” dedi. “Oradan ateş açtılar bunlara” dedi.
“Orada o teğmencik vuruldu” dedi, amcam da ayağından vurulduydu galiba. Ondan sonrası muamma...
Aynı şekilde o Ağırdağlılar vardır, kameranın orada büyük bir yerleri var, doğrultma falan... Onların babası. “Kahvem var benim Ağırdağ’da” dedi. O adamcık, yatırdı o da kalpten hastanede, babam da yattıydı... Hastanede tesadüf buluştuk. O anlattı bana, “Ben da içindeydim” dedi. “Götürdüler beni kadın doktorla alayım naaşları” dedi. “O kadın doktor Dr. Ayten...” dedi. “Ben üstüme otları örttüm, kaçtım” dedi. Yani amcamın vurulduğu yerden kaçtıydı anlatması. “Ondan sonra Ayten Hanım’la gittik” dedi. “Başladığımda söyleyim, bana dedi Rum, ‘Sen da mı vardın bunların içinde?’ Ben da ‘Yok’ dedim, gorktum da ama... BM Barış Gücü’ynan beraber gitmişler almaya naaşları – “ondan sonra kaçtık” dedi bana. O iddia eder, amcam oraşta vurulmuş, ölmüş... Tabii bunu anlattılar size... Bir komutan vardı başka...bu adam gitti hastaneye, “Gördüm kendini” dedi, geldi neneme fotoğrafını gösterdi. Nenem dedi “Tamam, budur...”
Gitmiş hastaneye, “kayıp” oldu...
Ondan sonra tekrar geldi, iki yıldızlıydı galiba bu İngiliz... Cengiz Topel Hastanesi var Lefke’de, oraya gitti... Onda görmüş, gitti, onda da bulamadı... Ondan sonra bu İngiliz da “kayıp” oldu. O da “kayıp”...
KEMAL ZEKAİ: Mağusa’ya giderken “kayıp” ettiler genni, şöförüynan beraber...
OKTAY ZEKAİ: Yani iki defa geldi bu adam neneme...
MAJOR MACEY, “KAYIP” AYTEKİN ZEKAİ’Yİ ARAMAKTAYMIŞ...
SORU: Major Macey, Binbaşı Macey bu... O dönem, “kayıp” Kıbrıslıtürkler’i aramaktaydı Major Macey... İngiliz... Dr. Küçük’ün İrtibat Subayı Macey... Ve şöförü Platt... İkisi da hala “kayıp”tır...
OKTAY ZEKAİ: İki defa geldi bu adam neneme, görmüş amcamı diye... Şimdi böyle olduğunda şüphe çeker, değil mi?
Gördü der onda...
KEMAL ZEKAİ: Gideller gelillerdi rahmetliğe, “Sağdır, sağdır...” dellerdi.
(Devam edecek)