Bir zamanlar Kıbrıs’ta hayat… (7)
Finikeli Kemal Zekai, tam 98 yaşında, pırıl pırıl bir belleğe sahip… Geçmişin Kıbrıs’ını anlatıyor…
Finikeli Kemal Zekai, 1923 yılında dünyaya gelmiş, yani tam 98 yaşında… Tam bir asırlık ömrüne neler neler sığdırmış… Bir asırlık ömrü boyunca yaşadıklarını, gördüklerini, geçirdiklerini anlatıyor bize…
Oğlu Oktay Zekai’nin yardımıyla onu görmeye gidiyoruz Lefkoşa’da, Kızılbaş’taki evinde… Evinin yan tarafında ekip biçtiği bir alan var Kemal Zekai’nin… Evet, o hala ekip biçiyor canı için – çünkü hayatının ilk dönemi rençberlikle geçmiş Finike’de, orada bıraktığı 60 küsur dönüm tarlaları, arazileri var… Bu yüzden onu bir eve, bir odaya hapsetmek mümkün değil. Yaşı 98 olsa dahi, o topraktan asla kopmamış, kopamamış… Hayata böyle sarılıyor…
Finikeli Kemal Zekai’nin kardeşi Aytekin Zekai 23 Nisan 1964’ten beridir hala “kayıp”… St. Hilarion yöresinden “kayıp” edilmiş Aytekin Zekai ve ondan geride kalanlara hala ulaşılamamış…
Finikeli 98 yaşındaki Kemal Zekai’yle röportajımızın son bölümü şöyle:
KAYMAKLI’DA BİR EV...
SORU: Hangi sene kiraladıydın Kaymaklı’daki o evi?
KEMAL ZEKAİ: 1955’teydi şu geldiydim Finike’den Lefkoşa’ya. Onun evinde galdım epeyi… Sonra gadın yaptıydı, Hacı Havva, evcik da kiralardı. Geldi, kiraladı Susuz’dan bir başkasına, Allah rahmet eylesin. Ben da polisidim o zaman. Oksilari polis idim.
Benim hanım dedi bana “Bak bu getirdiği adam tamam değil” dedi, “sen giden nöbede, ben yalnız galırım çocuklarınan. Bunda edemem” dedi.
Ev bulduk sonra H… Efendi’nin evlerine daşındık, Kaymaklı’nın tam ortasındaydı… Eyi insanıdılar.
Onun da gızını, ben sebep olduydum da evlendirdiydi, çok etmedilerdi – ayrıldılardı. E… varıdı, onunla evlendirdiydi. İstediler, dediler bana sen giden – onun da rahmetlinin bubası M…, yeğeniydi benim bubamın… Birinci yeğen. Bize çok şeyi varıdı. Dedi “Sen gitmezsan olmaz bu iş…”
Gittim rahmetlik H… Efendi’ye, gızına, H… Efendi “Madem sen geldin, verecem” dedi. Verdiler, hep bitti – ev da yaptı… Gurdular düğünü da, şey edecekler, anlaşamadılar, ayrıldılar.
Geldi, “bozuluyor” dedi bana.
“Ne yahu?” dedim.
Ama H… Efendi’nin garısı ağlar…
E bir gızı varıdı, güzel bir gızı varıdı…
“İlla ister çevirelim gendine koçan” dedi, “daha onun şeyi çıkmadı, nasıl çevireceyik?” dedi.
“Napacayık?” dedim gendine, “senet edeceyik ki bu ev bunundur, koçan çıktığında çevirecek genne…Da bu iş bozulmasın” dedim genne.
Gittiydim tekrar rahmetliğe, senet ettirdiydim genne terkar da evlendiler ama bu şeyin üstüne bozuldu, anlaşamadılar. Adam giderdi, “Teşkilat”taydı, gelmezdi… O derdi “Dostu var da ona gider da gelmez…” Gavga edellerdi hergün bu şeyin üstüne. Onun üstüne sebep oldu, ayrıldılar…
“HEPSİ KAÇTIYDI, BEN GALDIYDIM KAYMAKLI’DA...”
SORU: Kaymaklı’dan kaçtınız, gittinizdi Hamit Mandrez’e…
KEMAL ZEKAİ: Hepsi gaçtıydı Kaymaklı’dan, ben galdıydım…
Gomuşunun bir av tüfeği varıdı, onu verdi bana, altı dane da fişenk, onuynan galdım.
Gomuşumuz varıdı Sadiye Hanım, rahmetli… O da galırdı, duludu… Annesiynan beraber… Onnarı goruyayım diye galdıydım…
Benim çocuklarımı aldı benim rahmetli, gitti Mandrez’e. Ben galdım yalınız, iki gün, damda…
Gece çıktım gideyim, “Vuracaklar seni” derdi, bırakmazdı beni rahmetli…
Gomuşuları beklerdim.
Sonra çıktık, benim paltom varıdı askeri palto – geydim paltoyu. Altından üç-dört dane ekmek, bağladım böyle… Hellim varıdı benim içeride, teneke dolu, küp varıdı dolu, zeytin dolu… Godum doldurdum hep, aldım o tüfeği da, yavaş yavaş çıktım da gittim, bıraktım evi. Yan tarafında da, biraz daha yukarı, yeni okul yapallardı bizim oracıkta…
SORU: Bu H… Efendi’den kiraladığınız evdi yoksa kendi yaptığınız evdi Kaymaklı’da?
KEMAL ZEKAİ: Gendi yaptığım evimdi. Daha sıvanmamış, gittim da iki sene oturdum öyle… Bir odayı da Hüseyin Demirkıran’a kiraladıydım… Polisin garşısında Mustafa varıdı ciğerci, onun yanında Haticaba varıdı, ona kiraladıydım gene…
OKTAY ZEKAİ: Hatta A…’yı dövdülerdi, aynı şekilde ciğerci Mustafa’yı da dövdüler mezarlıkta, bilmem TMT miydi kimdi, sürünerek geldiydi bizim eve… A…’yı, ….’nın ailesi mi dövdü? Rumlar’ın üstüne atallardı hep… Zannedersam ….’nın ailesi dövdüydü A…’yı… Rum’un üstüne atallardı…
Bir da Kaymaklı’da bizim evin karşısında Rum mezarlığı varıdı, Gollidiri diye bir Rum varıdı – böyle bullaga kafalıydı da gurrada arabaları varıdı. Çıkallardı o şeylerin üstüne da ateş açallardı ondan, mezarlığın içinden. Bir da Y… köylü … …’nın oğlu varıdı E… Dutardı öyle parlak bir tabanca, geçer bizim evin arkasına, tak tak atardı Rum mezarlığına… Ondan sonra o da “kayıp” oldu…
KEMAL ZEKAİ: Aldı Rumlar onu da gittiydi…
“BABAMIN GETİRDİĞİ HELLİM EKMEK...”
OKTAY ZEKAİ: Buldular onu kuyuda galiba, hatırladığım… Buldular ondan geride kalanları kuyuda, bildiğim…
Rumları da, ….. Ş. varıdı, o da darardı Rumlar’ı da öldürdüydü Rumları galiba mezarlığın içinde.
Bir da İsmail Beyoğlu varıdı, bizim gomuşu gene, berberidi… O da “kayıp”tır… Çok iyi adamıdı berber…
Cahit vardı, koyduydu bizi arabacığına, bir Fiatcığı varıdı…
Da götürdüler bizi, yarı yoldan aldılar, götürdüler Hamitköy’e…
Gelelim şimdi babam geldi çadırlara…
Geldiğinde da getirdi, biz aç…
Biz ilk gittiğimizde, eğri bacaklı bir gadın varıdı, D… diye, onun evinde galırdık. Bir gazan doldururlardı bu gadar, içine bir avuç buğday… Çorba gibi… Goduklarında çanağa, seçerdin içinde buğdayları…
10 dane çocuk aynı yatakta yatırdı, gadınlar goltuklarda, adamlar da arabada, dışarda…
Ve o gadın derdi bize, “Hade, usandık sizi, hade gaçın artık…”
Biz böyle açıdık…
O açlık sırasında babam geldi, hiç unutmam… Ondan sonra tabii bize çadır verdiler, gittik… Çadırlara gittiğimizde, babam geldiğinde, babam çetki bizi böyle, godu tepeye… Kimse görmesin, herkes aç guduz zaten.
Ayer amcam da geldiydi o zaman…
Babamın bize verdiği o helliminan ekmeği yedik, bilin? Fırın kebabından on gat daha datlı, hiç hala daha unutmayım onu, unutmam – o gadar lezzetli geldi bize, açlığın üstüne…
Bize verirlerdi bir kutu, o TAÇ piskotcuklar var ya, bir tane alırdı, on dane verirdi her aileye. On dane piskotcuk, hem birşeycik ıvır zıvır…
Narardı birşey?
Yani, o zaman da öyleydi…
Mesela çadırlar varıdı yukarıda, gurdulardı bize, çadırlar yıkılırdı… Bastırırdı rahmetlik annem, yırtardı, çıkarırdı bizi içinden… Gollardı bizi şeye, Mustafa Cabacaba var, bir arabası varıdı, gordu bizi o arabanın içine, gezerdi bütün köyü… Hiçbiri istemez göçmen. Bulursa bir yer, gordu, bulmazsa tekrar getirirdi, sabahtan çadır gurallardı çünkü çamur hep.
Gurardı, yatırdık.
Birgün gene aynı… Şerif Hanım varıdı aşağıda, gadın… Gittik, dedi “Aha ahır var oraşta, istersanız yatın, başka yerim yok…”
Annem ağlardı, hiç unutmam.
Ağlardı annem, “Biz” dedi, “alışığık böyle ahırlarda yatalım?”
Yattık… Sabahtan uyandık. Sabahtan çıktık, gurdular bize çadırı, gittik tekrar.
O çadırlar, her üç-dört günde bir, fırtınada yıkılırdı.
Anneme ondan bir bunalma galdıydı böyle… Hastalık galdı şu yırtardı çadırı da çıkarırdı bizi…
Ve ilk gittiğimizde çadırlara Hamitköy’de, ilk gurduklarında çadırları, işte o çadır resmi yolladım size şu – onda da ikinci çadır bizimidi, önde… O çadırları gurdular, sular gelir, ıslanırdık.
Ve babam tabii köylü olduğu için tülümbe söktü, tülümbeleri dizdi, üstüne saz kesti, onun üstüne gurdu, altımıza bir pataniya gorduk, onun üstüne yatırdık, üstümüze bir pataniya daha… Yatırdık, o gadar…
Son işte o trenyolunu bozdular ve o tahtalarınan kestiler bize böyle yere, İngiliz getirdiydi onları… Kestik goduk çadırların altına da onun üstünde yatırdık…
SORU: Ne filmler çevirdiler…
OKTAY ZEKAİ: Ondan geçtik, baraka yaptılar. Tabii o zaman gavgalar olurdu, herkes… Osman Efe, ağa gibiydi onun içinde…
Yakup Beyoğlu varıdı gene, şöferidi… O da alırdı bizi baslarınan da götürürdü bizi okullara Lefkoşa’ya, derelerden… Dere geldiğinde geçemezdik… Hatta bir gün hiç unutmam, tabanca varıdı belinde, patladı, vurdu gendini ayağından…
“DERE GELİNCA, OKULA GİDEMEZDİK, GARŞIYA GEÇEMEZDİK...”
SORU: Dere geldiğinde, nereden nereye geçemezdiniz?
OKTAY ZEKAİ: Hamitköy’den gelirdik Ortaköy’e… Dere geldiğinde giderdik geri… Biz da otururduk damında basın… O Yakup Beyoğlu da ondan hatıra galdı bize.
Bir Orhan varıdı, bu sıhhiye işlerine bakardı, yaralılara falan. O da hatıra galdı bize.
Son işte baraka yaptılar bize. Barakalara daşındık.
SORU: Gene Hamit Mandrez’de?
OKTAY ZEKAİ: Evet… Barakalarda galırdık, gene babam yapardı, yapıcı işte… Raşit Dayı varıdı Allah rahmet eylesin, çok eyi bir adam, bilin, “Bira bu kapağın altında” diye bir reklam var, gördüysan bilmem, böyle bereli, bıyıklı, çok yakışıklı bir adamıdı. Galavaçlı’ydı bu adam. Garısının da saçları gelirdi beline, örülü… Çok hanım bir gadın, çok eyi insanlarıdı… Bu da gomuşumuzudu oraşda…
Ve o çadırlarda biz, herkes, aile gibiydik… Tahta biti çıktı bir ara, hepsimiz bitlendik!
Ondan sonra gene böyle fırtına çıktı, uçtu barakaların damları! Aldılar bizi, götürdüler tekrar okula mokula… Tekrar onarttılar…
Son ev yaptılardı orda.
O evlerin damları da uçtuydu da deldiler, demirinan bağladılardı uçmasın!
Biz bütün gün ovalarda…
Babam işlerdi, mevzi yapardı – o fotoğrafı attım sana, Vikla Tepesi’ndeki mevziyi o yaptıydı… Vikla Tepesi, Kara Tepe’nin karşısındadır, o yeni yol yaptılar şu.
Onu babam mevzi yaptı, tünel yaptı, onun örmelerini taş işledi. Babam yaptı hep, fotoğrafı da var.
“DİGOMO’DAN DAVAR ÇALAN K...”
KEMAL ZEKAİ: Bir K… varıdı, eğri bacaklı… Böyle ufacık boyu varıdı, eğri bacaklı, Mandrez’de. Gitti Digomo’da bir çobanın mandırasına girdi, geyer başına böyle bir post. Zanneder da goyundur – geyer onu, aldı goyunları da geldi getirdi Mandrez’e.
Sabahtan gavur arar, yok, e hade…
Birleşmiş Milletler heman koşturdu, İngilizler, şeyler… Geldiler, arallar goyunları, sağa sola baktılar.
Kimisini sattılar bu goyunların, mücahitlere kebap yaptılar… Kimisini yediler.
Aradılar bulsunlar, bulamadılar, gittiler. İki kere yaptılar böyle…
Biz mevzilerde galırdık. Ansızdan bir gün, çıktı bir cira o yandan, “Tsuuuuramu, tsuramu” başladı, “Ela ce na fasini du Turççi…” yani, “Gel da yeycek seni Türkler” derdi… Bir tekkeydi, bu gadar… Ama kokardı, leş gibi…
Çiknomeno’ydu… Çiknomeno (Tsikonemo) derik yani sidiğini işediğinde üstüne hayvan, kokar.
Başladı bağırmaya…
Keçinin erkeğine tekke deller… Ağnadın?
Aldık biz onu, bağladık çünkü ipiynan beraberidi…
Aldık bağladık genni… Neçün da den, o keçiyi braktım ben bir gün bir gece da benim galdığım yerde ki her birimizin ayrı mevzisi varıdı, kapalı. O mevzide, Vikla Tepesi’ndeki mevzide. Dedik yahu bu şey geçilmez, lazım bazlaylım geni. Yollardık bir adam, verirdik gendine her birimiz yarmışar şilin da arpa alırdı da getirirdi da yedirdik gendini birkaç gün, belki gaçar o kokusu da bazlaylım geni.
“Bazlaycayık” dedim, gece durdum bazladım gendini ben, bir köfün bu gadar doldurduk et.
Duttuk o rahmetli Raşit Dayı’ynan, duttuk yaptık heman daştan bir fırıncık, onun içine kebap goduk genneri. Kebap yesin bizim şey…
Bizimkiler birkaç danesi ille verelim gennere et, getirsinner çocuklara da ki galıllar çadırlarda. Dedim “Yok… Et aşağı gitmek yok, bunda yeyceksiniz, o gadar… Duyarsa Efe, hepimizi sokacak içeri…”
Vermezdim, duymasın. Yedik içtiydik ve duymadı kimse, o şekil…
“GÜNER ABİM TIP OKURDU...”
OKTAY ZEKAİ: Bir anımız daha var, onu da anlatalım size. Babam ayağını kırdıydı, ayağını kırdığı için işe gidemezdi. Ben okulda okurdum, obir abim İstanbul’da okurdu, Güner abim da son senesiydi, tıpta okurdu, Hacettepe’de. Geldiği zaman tatile, gelirdi bize da burada işe yollardı gendini babam.
Babam dedi ki “Ben çalışamam, yollayıyorum siz ikinizi, gidin Girne’ye, çalışasınız…”
Dedik, “Tamam…”
Gittik Girne’ye beraber. Girne’ye gittiğimizde orda Rocks Otel’e dönmeden sola dönen, orada askeri yer var, Niyazi’nin yanına döndüğünde… Askeri yerde Xenia Otel diye bir otel varıdı. Onun yanında bir inşaat varıdı, orada çalışırdık. Oraya gittiğimizde, ben sanat okulu bitirdiğim için beni aldılar yapıcılığa, sıva işi yapardım. Abime da dediler, “Ne iş yapan?”, abim da dedi “Doktor olacayım, tıp okurum…”
İnanmadı bunlar…
Onu beton dökümüne verdiler, üçüncü kata beton dökerlerdi, çekerlerdi, büyük bir araba varıdı, onu da alırdı o ve plaka dökerlerdi. Abimi da oraya verdiler, en zor iş yani... Abim o işe başladı, başladık yani bir hafta, gittik iki üç gün… Bir gün ansızın adamın biri düştü bayıldı. Bayılınca dediler, “Gel bir bak bakalım, madem doktorsun da anlan, noldu bu adama da düştü…”
Gitti bir baktı abim, dedi “Verin bana şekerli su da şimdi bu galkacak…”
Verdiler şekerli suyu, içirttiler gendine, galktı adam.
Dediler “Nerden anladın?”
Abim da, “Yahu” dedi, “açıdı, açlıktan olur bu” dedi.
Biraccık inanır gibi oldular.
Ondan sonra şöfer varıdı, şöfer da dedi, “Benim elimde yara var, bir da buna bak bakalım, midem annan bu işten da doktorsun den sen…”
“Tamam” dedi abim. “Ver bana elini bakayım” dedi.
Eğildi oraştan, aldı çimento kağıdını yırttı, bir reçete yazdı, verdi eline, “Git” dedi, “bunu eczacıdan al, sür” dedi, “da göresin geçecek…”
Aldı adam, gitti eczacıya…
Eczacı dedi, “U banayyammu, bu ne?” dedi.
“Aha” dedi adam, “reçete…”
“Ne reçetesi?”
“Aha doktor yazdı…”
“Nasıl doktor, böyle doktor mu olur?” dedi. “Çimento kağıdında reçete mi olur?” dedi.
“İlk defa gördüm ben böyle şey hayatımda” dedi. “Hiç çimento kağıdına reçete mi yazılır?”
“E napayım? Adam orda işler, söyledi, inanmadık genne, yazdı… Doğru mu yazdı?” dedi adam.
“E doğrudur” dedi eczacı…
“E tamam” dedi, verdi gendine ilacı eczacı, aldı ilacı, geldi… Sürdü adam, bir iki günde geçti…
Gitti ustasına… Dedi, “Usta, bu adam doğruyu söyler, böyle böyle oldu, doktordur Kemal ağanın oğlu, hakikaten doğrudur” dedi.
Öyle deyinca, usta da dedi – Yorgo diye bir ustamız varıdı, oyudu – “Madem öyledir, bundan sonra oturtacan yanına kendini, şöferin yanında olacak, gidecek, diğer işyerlerini da gezeceksiniz, hem alışveriş yapacaksınız, hem biri hasta masta olursa bakacak, bunun işi da bu olsun” dedi usta, “te ki 15 gün tamamlansın da gitsin işine…”
O şekilde 15 gün, bir ay bir şey çalıştık ve geldiydik eve, babama da yardımcı olduk ve biz da eğitim paramızı çıkarttıydık…
Böyle bir anımız geçti…
Bahsettiğim Güner abim, ilk ismi Güner Kemal’dı. Hacettepe’de tıp okurdu. Ordan Kıbrıs’a geldi, bitirdi… Bitirdikten sonra Kıbrıs’ta iş alamadığı için tekrar Hacettepe’ye geri gitti. Orada evlendi. Orada soyadı aldı, ismi da Güner Özgür oldu. Orada mecburi görev varıdı doktorlara, o zaman onu gönderdiler Trabzon’a… Trabzon’a gitti, orada Gurrabi Hastanesi’ni gurdu Hacettepe’den götürdüğü doktorlarnan beraber ve iki sene evvel da kendiliğinden emekli oldu, en son o hastaneden o emekli oldu. Şimdi emeklidir fakat Medikal Park Hastanesi’nde, orada çalışır. Devam eder doktorluk hayatına, ürologtur. Üroloji bölümünü bitirdiydi ve profesör oldu. İsmi da Profesör Dr. Güner Özgür…