1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Bir zamanlarda Kıbrıs’ın köylerinde hayat... (2)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Bir zamanlarda Kıbrıs’ın köylerinde hayat... (2)

A+A-

TALES OF CYPRUS’tan çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, Leonarisso köyünden Bay Antonis Fella tarafından kaleme alınmış bir kitaptan geniş bir özet yaparak, geçmişte yani bundan 60 küsur sene önce köylerde hayatın nasıl olduğunu aktarmaya çalıştı. Biz de Konstantinos Emmanuelle’in bu değerli yazısını özetle derleyip okurlarımız için Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle devamla şöyle yazıyor:

 

ÇALIŞMA HAYATINDA GENÇLER...

Ailelerine ait çiftliklerde çalışması gerekmeyen veya keçi çobanı olmaları beklenmeyen genç erkekler, çoğunlukla vasıfsız çırak olarak iş bulurlar ve yetenekli zanaatkarlara dönüşürlerdi – terzilik, marangozluk, kunduracılık, taş işçiliği gibi işlere girişirlerdi.

Mobilyacılar, evlenecek olan bir gelin hanımın cehizi olarak gerekli eşyaları yapmakla meşgul olurken, yapıcılar da ona bir ev yapmak üzere istihdam edilirdi. Kendi işlerinin efendisi olarak pek çok zanaatkar ve yapıcı ustası, kendi karar verdikleri şekilde çalışırlar, kendi saatlerini kendileri düzenlerlerdi...

Köye, ellerindeki malları satmak üzere seyyar satıcılar da gelirdi. Bu sokak satıcıları eşeklerine veya katırlarına binerek köyün dar sokaklarını gezer ve kadın giysileri, çarşaflar, kumaşlar, peşkirler, taze yumurta ve sebze satarlardı. Köydeki en yaygın meslek ise gerçekten de köyde çiftçilik yapmaktı. Köydeki yerli çiftçiler güneşin doğuşuyla kalkar, tarlalarını ilkel tekniklerle ekip biçmeye giderlerdi, bunlar tahtadan yapılma sabanlardı... Güneş batarken köüzlerinin çektiği arabalarıyla evlerine dönerlerdi, arabalarında çoğunlukla taze otlar veya başak demetleri olurdu ya da eşeklerin sırtındaki köfünlerde tütün yaprakları veya fırınlarda yakacak çalı çırpı ve odun olurdu...

Sonra bütün gün sürülerini beslemek üzere tarlalarda olan ve akşamleyin geri dönen çobanlar gelirdi... Yaptıkları işin doğası gereği, çiftçilerin çoğu zamanlarının çoğunu boş geçirirdi... Örneğin darı hasadı ile zeytin hasadı arasında uzun zaman dilimleri olurdu...

 

GENÇ KIZLAR SU TAŞIRDI...

Bir diğer neredeyse İncil’den bir sahne gibi duran şey de köy kızlarının sabahın erken saatlerinde veya akşamın geç saatlerinde köydeki bir pınardan veya bir kuyudan toprak küplerine su doldurmak üzere gitmelerini izlemekti... Bu, genç kızların köydeki yerli genç erkekler tarafından görülebileceği belki de tek andı... O nedenle genç erkekleri ya da oğlan çocuklarını, köyün kuyusunun yakınında bisikletleriyle beklerken görmek o kadar da olağandışı bir şey değildi. Sevdiklerini görmek ya da kendilerine bir sevgili bulmak umuduyla böyle yapıyorlardı...

 

KÖY İŞLERİNİ MUHTAR YÜRÜTÜRDÜ...

Köyün gündelik işlerini yürütmek ve köyü gözetmek, muhtarın işiydi, polisle, papazlarla ve destebanlarla yakın biçimde çalışır ve yapılan tüm faaliyetleri gözleyerek bunları kayda geçirir ve yasal olmalarını gözetirdi. Kıbrıs’taki daha büyücek köylerin kendi polis karakolları vardı ve bunlarda iki veya üç polis olurdu, genellikle bu polislerden birisi de Kıbrıslıtürk olurdu. 1928 yılında bir polisin günlük ücreti günde iki şilin idi.

Köy muhtarının işleri arasında posta hizmetleri, yolların düzenli olması, kamu düzeninin korunması, dilekçeler hazırlayıp imzalamak, pasaport için fotoğrafları tasdiklemek, okul vergileri ve diğer vergilerin toplanmasına yardımcı olmak, ciddi suçları veya kazaları rapor etmek, ölümlerle doğumların kaydını tutmak, Bölge Komiseri’nin duyurularını yayınlamak ve bunları uygulamaktı.

Genel olarak muhtarlar köyün ileri gelenleri veya daha zengin aileleri arasından seçilerek başpiskobosun ve İngiliz valinin onayıyla atanmaktaydı. Her iki senede bir tayin edilirdi muhtar. Şunu önemle kaydetmek gerekir ki insanlar tarafından seçilen bazı muhtarların okuma-yazması yoktu, o nedenle görevlerini yapmakta işe yaramazdılar, özellikle de vergi toplama görevinde... Bazan da seçilen muhtarın küçük bir bakkal dükkanı ya da kahvehanesi olurdu ve kendisiyle “iyi gitmek” isteyen köylülerin, kendi bakkal ya da kahvehanesini kullanmasını beklerdi...

 

DESTEBANLAR...

Köy destebanları, genellikle muhtar tarafından atanır ve köyün çevresindeki tarlaları denetlemekten sorumlu olurdu, özellikle çobanların sürülerini başkalarının arazilerinde otlatmalarına engel olmakla görevliydiler. Başıboş bir hayvan desteban tarafından yakalanarak gözaltına alınırdı. Genellikle bir şilin olan cezayı ödeyen sahibine geri verilirdi. Her destebanın bronzdan yapılma bir pazubandı vardı ki bunu sağ kollarına takarlardı. Köydeki numarası ile “desteban” (“rural constable”) sözcükleri işlenmişti bu pazubandda.  Destebanların devriyesi yaya veya bir eşek üzerinde yapılırdı. Bazı destebanlar da otoritelerini belli etmek ve başıboş bir hayvanı zaptedebilmek maksadıyla bir topuz tutardı. Eskilerde küçük birer kırbaç da taşırlarmış ve bu kırbaçla, ciddi suç işleyenleri döverlermiş...

 

OKULLAR VE EĞİTİM...

Osmanlı döneminde 1860 yılında yapılan bir nüfus sayımında, Kıbrıs’ta faaliyette olan 22 okuldan söz edilmekteydi. Eğitim çok ilkeldi, dersler genellikle açık havada, dışarıda yapılıyor ve büyük olasılık köy papazı tarafından, kilisenin avlusunda ders veriliyordu. Okullar özeldi çünkü öğretmenlere para veriliyordu – kısacası ancak bir köyde birkaç zenginin ödeyebileceği birşeydi. Zaman içerisinde eğitimin değerini anlayan daha fazla sayıda ana-baba, evlatlarının okula gidebilmesi için daha fazla çalışıp bunun bedelini ödemeye karar vermişlerdi...

1930’lu yıllara kadar Kıbrıs’taki çocukların pek azı okula gitmiştir veya yalnızca ilkokula birkaç yıl devam etmiştir. Bunun nedeni, eğitimin ailenin üstüne bindirdiği mali yük idi. Gerçekten de 1950 referandumunda da ortaya konduğu gibi, köylülerin neredeyse yarısı adını yazmayı bilmiyordu ve isim yerine bir çarpı işareti koymuşlardı.

 

ÇOCUKLAR EĞİTİMDEN YOKSUNDU...

1950’li yıllardan önce, köy hayatının bir çiftçi topluluğuna ait olduğu ve ana-babaların evlatlarını okula göndermek zorunda olmadıklarını da önemle kaydedelim – çocukların çiftlikte ve tarladaki işlerde ailelerine yardım etmeleri bekleniyordu çünkü. İşte bu nedenle Kıbrıslı çocukların çoğu çok küçük yaşlardan başlayarak işe gidiyor ve eğitim almaktan yoksun kalıyordu. Genç oğlan çocukları terzilik veya kunduracılık gibi bir meslekte çırak olarak teknik beceriler öğrenmeye gönderiliyordu. Kız çocukları da üçüncü veya dördüncü sınıfı bitirmeden, küçük kardeşlerine bakmak veya ev işlerine yardım etmek üzere okuldan alınıyorlardı... Gerçekten de ilkokulun altı yılını da bitirmelerine izin verilen kızlardan da çoğunlukla terzilikte kariyer yapmaları bekleniyordu. Çoğu çıraklık dönemi genellikle üç ile beş yıl alıyordu... Bazı istatistiklere göre her on kızdan biri ve her on oğlan çocuğundan üçü eğitimde son yıllarını tamamlayabilmişlerdi. Çoğunlukla erkek çocuklar babalarını izliyor ve tarimsal hayatta ekip biçme, çiftçilik, çobanlık gibi konularda deneyim kazanmaya çalışıyorlardı ki bu da kırsal bir eğitimdi kendi içinde..

 

KÖY ÖĞRETMENLERİNE SAYGI GÖSTERİLİYORDU...

Köy öğretmenine bir zamanlar çok değer veriliyor ve yerli köylüler tarafından büyük saygı gösteriliyor, o yanlarından geçerken, önünde eğiliyorlardı. Gerçekten de köy öğretmeni, tüm bilginin kaynağı olarak görülüyor ve mektup yazmak, dilekçe yapmak ve gerektiğinde konuşma yapmak üzere kendisine başvuruluyordu.

 

AŞIRI CEZA YÖNTEMLERİ YAYGINDI...

Sınıflar küçük olmasına karşın öğretmenlerin öğrencilere ders verme koşulları tatminkar olmaktan çok uzaktı: Pek az kitap vardı ve bunlar daha çok dini kitaplardı... Okulda sıralar, sandalyeler gibi mobilyalar yoktu ve öğrencilerin sert ve soğuk zemin üzerine oturması bekleniyordu ya da beraberlerinde getirdikleri küçük sehpacıkların üstüne otururlardı. Bu sert koşullar yetmezmiş gibi, okul disiplini de oldukça sertti ve sık sık uygulanırdı. Aslına bakılacak olursa, özellikle yirminci yüzyılın ilk yirmi yılında köy okullarında aşırı ceza yöntemleri yaygın biçimde uygulanmaktaydı. Cetvellerle veya özel olarak seçilmiş değneklerle (nar ağacından yapılma değneklerle) öğrencilerin her gün dövülmesi, tahıl tohumları üstünde dizlerinin üstünde saatlerce oturtulma veya odanın bir köşesinde uzun süre ayakta durma ya da bir dolaba kilitlenme, bu cezalar arasındaydı. Bazan da bahtsız öğrencinin yüzü kömürle sıvanır ve sınıfın önünde dolaştırılırdı... Ve bazan da diğer öğrenciler, bu bahtsız öğrenciye tükürmeye zorlanır, bu da zaten aşağılanan öğrencinin durumunu daha da kötüleştirirdi. Kıbrıs’ta okullarda dayak, 1960’lı yıllarda yasaklanmıştı.

 

ÖĞRETMENLERİN GELİRLERİ...

Geçen yüzyılın başlarında Kıbrıs’taki öğretmenlerin çoğu senede 20 lira kazanıyordu, İngilizce öğretebilenler ise bunun iki katı kazanç elde ediyordu. İlkokulda öğretilen esas konular okuma, yazma ve aritmetik idi. Ailelerin okul tarafından sağlanan kitaplar için çoğunlukla 8-10 şilin kadar bir miktar ödemeleri gerekirdi. Buna ilaveten, öğretmenin maaşının ödenmesi ve okulun bakım masraflarına katkı için ailelerin yıllık bir okul vergisi ödemeleri de beklenmekteydi. Okul kitapları veya vergiyi ödeyemeyecek durumda olan aileler, nihayetinde çocuklarının eğitilmesi çabasından vazgeçmeye zorlanmaktaydılar. Sonraları Kıbrıs 1960’ta bağımsızlığını kazandıktan sonra hükümet okul kitaplarını sağlamaya başladı ve okul vergisi kaldırıldı.

 

KIZLAR AYRI, OĞLANLAR AYRI EĞİTİM ALIRDI...

Kıbrıs’ın en küçük köyleri hariç, genel olarak oğlanlarla kızlar ayrı ayrı eğitim alırdı. (Kıbrıslırum toplumunda) Oğlan çocuklarının gittiği okullara genelde “Arrenagoyon” denirdi, kız çocuklarının gittiği okullara da “Partenagoyeo” denirdi...

Okulda gün, güneşin doğuşundan az sonra başlardı. Öğrenciler ellerini, yüzlerini yıkarlar ve bir fincan çay veya su, üstüne macun veya tereyağı (veya margarin – S.U.) sürülmüş bir dilim ekmek ve zeytinden oluşan basit bir kahvaltı yaparlardı.

Dersler tam gün devam ederdi, sabah saat sekizden akşam saat beşe kadar – arada öğle vakti iki saat ara verilirdi. Sabah derslerinin sonunda çocuklar öğle yemeği için evlerine giderdi. Bu da genellikle kavrulmuş bir yumurta, ekmek, bir parça keçi peyniri (veya hellim – S.U.), biber, soğan gibi çip sebzeler, zeytin ve mevsimine göre incir, üzüm, portokal veya karpuz gibi meyvalardan oluşurdu.

Öğle vakti kısa bir öğle uykusu ardından çocuklar, ikindin devam edecek olan dersleri için okula dönerlerdi. Çoğu evde saat olmadığı için, kilise çanı sabah derslerinin 7.30’da başlangıcını ve 1.30’da da öğleden sonra derslerinin başlangıcını çan çalarak haber verirdi. Birkaç oğlan çocuğu, sırayla kilise çanını çalar ve köydeki çocukların duyabileceği kadar yüksek seste çanın çalınmasını garantiye almaya çalışırdı.

 

BİTLENMEYE KARŞI SIFIR NUMARA TRAŞ...

Gerek okulda, gerekse okul dışında, tüm köy çocuklarının iyi davranış biçimleri sergilemeleri beklenirdi. Örneğin Pazar günleri kilise ayinlerine katılmayanlar, Pazartesi sabahı okul müdürünün odasına sağlam bir dayak yemeye götürülürdü. Öğretmenler, çocuklara temizliğin öneminden düzenli biçimde bahsederlerdi. Ve öğretmenler çocukların yüzlerinin, kulaklarının, ellerinin ve tırnaklarının, temiz olup olmadığına bakıp kontrol ederdi. Çocukların saçlarının bitlenmesi yaygın olduğu için çocukların çoğunun başları sıfır numarayla traş edilirdi, bazı çocukların ise saçları lambasuyuyla yıkanırdı... Çocukların en nefret ettiği şey ise, yakınlardaki Yalusa hastanesinin tıbbi personelinin okula ziyaretleriydi, bunlar okula gelerek çocuklara bazı yaygın hastalıklara karşı aşı yapmaktaydılar. Bazı oğlan çocukları bundan o kadar korkardı ki okulun arkasındaki dikenli tel çekilmiş bölgeden kaçıp okulu terkederlerdi...

 

YALUSA ORTAOKULU...

1950’li yılların sonunda köy çocukları yeni Yalusa Ortaokulu’na yazılabiliyorlardı artık. Giriş İmtihanı’nı geçenlerden yılda 12 ile 15 lira arasında yıllık bir ücret ödemeleri bekleniyordu bu okula. Orta dereceli okullarda öğleden sonraları ders yoktu. Okul günü sabah çok erken başlıyor ve öğlen saat 1.30’da sona eriyordu. Leonarisso’dan çocukların üçte ikisi, ortaokula devam ediyordu. Bugün dahi, okul günlerinden sevecenlik, nostalji ve duygu yüklü sözcüklerle söz ediyorlar ve hatıralarına sarılıyorlar... Kültür, din ve ahlak ile herşeyden önce yurtseverliğe dayalı okul değerlerini hatırlıyorlar...

***  Antonis Fella tarafından kaleme alınmış olan LEONARİSSO VE VASİLİ: GEÇMİŞE BİR YOLCULUK  (LEONARISSO & VASILI: A JOURNEY INTO THE PAST) adlı kitaptan (2014) derlenmiştir bu bilgiler. Bu kitap hakkında daha fazla bilgi için şu email’le yazışılabilinir:  [email protected]

(TALES OF CYPRUS’ta yer alan Kostantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

1927de-cekilmis-bu-fotograf-lenarissoda-kizlar-okulundan.jpg
1927'de çekilmiş bu fotoğraf, Lenarisso'da kızlar okulundan...

bir-zamanlar-leonarissodan-gorunum.jpg
Bir zamanlar Leonarisso'dan görünüm...

Bu yazı toplam 942 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar