“Birbirimizin tarih anlatısını öğrenmek: Filistinliler ve İsrailliler…”
GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA DÜNYADA NELER YAPILIYOR?
Sami Adwan
Çatışma ve şiddet ortamında barışı inşa etmek için ne yapılabilir?
Sami Adwan’a göre, eğitim barışı inşa etmekte önemli bir role sahip. Adwan Barış Eğitimi diye adlandırdığı, Filistin ve İsrailli öğretmenlerin ortak bir tarih anlatımı yarattığı bir eğitim modelini öneriyor. Barış Eğitimi en önce öğretmenlerin eğitimini ve okul kitaplarının değiştirilmesini gerektiriyor.
Filistin ve İsrail ders kitapları yakından incelendiğinde, mevcut kitapların bir sürü sorunları olduğu ortaya çıkıyor. Bu kitaplar:
Çatışma kültürünü canlı tutuyor. İki uzlaşamaz karşıt kutup çiziyor,
İki taraf da diğer tarafı “düşman” olarak tanımlıyor,
İki taraf da birbirini resmi olarak tanımıyor, dolayısıyla öteki kültüre ait hiçbir şeye yer verilmiyor,
İki tarafın da söylemi diğer tarafı kişiliksizleştiriyor ve tarih anlatımları, haberler “öteki” nin acılarına yer vermiyor.
Bu yüzden, yeni bir tarihsel anlatım yaratılmalı. Bu süreç, yanıtlanması gereken bir sürü soru doğuruyor:
Anlatmaya nereden başlanır?
Sosyal, kültürel, siyasal… hangi tarih?
Filistin bağımsızlığını isterken ortak bir tarih yazmak mümkün olacak mı?
İki toplumun söylemi arasında bir köprü mü kurulmalı?
İki tarafın da kendine ait ayrı anlatımları varken ortak yeni bir tane yazmak mümkün mü? Ayrıca bu, her iki tarafın da sadece bir anlatısının olduğunu varsaymayı gerektirir fakat ana bir anlatım olduğu halde insanların, toplulukların, farklı, etnik, sınıfsal ve siyasi grupların farklılaşan, kendilerine ait anlatımları var.
PRIME bu sorunların üstesinden nasıl geldi?
İsrailli ve Filistinli öğretmenler tarihi yeniden yazma girişiminde ortaklaşa çalışmaya teşvik edildi.
İkişer Filistinli ve ikişer İsrailliden oluşan dört kişilik gruplar oluşturuldu.
Her gruptan tarihte önemi olan olayları seçmeleri istendi. Buna göre her grubun mutabık olduğu üç tarih seçildi
1917 Balfour Deklarasyonu
1947 Savaşı
1987 İlk Başkaldır
Balfour Deklarasyonu’nun Önemi:
Filistinliler için: İlk defa Filistinliler kendi topraklarından men edildi. Bu deklarasyon Batı’nın ihaneti ve Siyonizm ve emperyalizmin korkunç sonucu olarak algılandı.
İsrailliler için: İlk defa İsraillilere kendi toprakları üstünde hak tanındı.
1947 Savaşı’nın Önemi
Filistinliler için bir felaket, her şeyin yitirildiği an.
İsrailliler için mutluluk verici, çünkü bağımsızlık hayalleri sonunda gerçekleşti.
1987 İlk Ayaklanmanın Önemi:
Filistinliler ilk defa kendi adlarına konuştu. Bu ayaklanma Israil-Filistin savaşını tekrar uluslararası gündeme taşıdı.
Ayaklanma İsrail’de Filistinlilere karşı bir tepki yarattı. Filistinlilerin sunulan iş imkanlılarının, sağlık servisinin kıymetini bilmedikleri savunuldu.
Kitapta her iki tarafın da anlatımları bir sayfaya ortada boşluk bırakılarak basıldı, bu boşluk okuyucuya her iki tarafın da anlattıklarından derleyerek kendi tarihi anlatımını yaratmasına olanak sağladı.
Buradaki önemli nokta şu: İki tarihsel anlatıyı yan yana koymak “diğer”ini kabul etmek veya meşrulaştırmaya çalışmak değil. Amaç sadece kendi anlatımını bozup yeniden yapmak.
AMA Okul kitaplarının değiştirilmesi yeterli değil., önemli olan değiştirilmiş kitapları Filistinli ve İsrailli çocuklara erişilebilir kılmak.
PRIME Bu Kitapları Hazırladıktan Sonra Ne Oldu?
İki tarafın da eğitim bakanlığı kitabı reddetti, mevcut okul kitapları yenisiyle değiştirilmedi.
Bunu bir başarısızlık olarak mı görmeliyiz?
Eğer “değişim”e aşağıdan-yukarı yaklaşımla bakarsak hayır. Çünkü o zaman başlama noktası olarak devlet kurumlarını, politikacıları veya kanunları değil insanların kendisini seçmiş oluyoruz Aşağıdan-Yukarı yaklaşımı sonuç değil, süreç odaklı. Kitaplar resmi olarak tanınmasa da kitapların kullanıldığı atölye çalışmaları öğretmenleri ve öğrencileri daha fazla öğrenmeye ve sorgulamaya teşvik etti.
(Kaynak: http://hakikatadalethafiza.org/ders-ozetleri-ve-video-tarihsel-diyalog-ve-gecmisle-yuzlesme-2016-yaz-okulu/)
---------------------------------
BASINDAN GÜNCEL
YENİÇAĞ
“Tarihe çok değişik perspektiflerden bakmak…”
Ulus Irkad
Çok perspektifli tarih artık günümüzde çağdaşlaşmakta. Bu görüş açısından tarihsel olaylara bakmak tarihe daha da gerçekçilik katmaktadır. Tarihte bir olayı veya tarihi anlatmaya çalışan her kişi kendi ideolojisine veya inandığı siyasal vizyonuna göre yorumlar yapmaya çalışır. Şimdi sadece o yazarı okuyorsanız ve sadece onun görüş açısına göre tarihi değerlendirirseniz yanlışlar da yapabilirsiniz. Örneğin Resmi Türkiye tarih kitaplarına göre Çerkez Ethem Atatürk’e karşı baş kaldırmış ve başıbozuk çetelere önderlik yapan bir adamdır.
Ama örneğin Hasan İzettin Dinamo’nun Kutsal İsyan adlı dört ciltlik tarih kitabına göre, Sosyalist orduya inanan ve milis kuvvetleri ile başarı kazanmaya çalışan halktan yana bir kişidir. Mustafa Kemal Atatürk’le ideolojik olarak da bir farklılığı vardır. Mustafa Kemal ise orduyu tek bir merkezde toplamaya çalışmaktadır ve en ufak bir problemin bile savaş verilirken olmamasını istemektedir. Çerkez Erthem başarılarıyla onu kişisel olarak yıpratabilir diye Mustafa Kemal’in Ethem’e karşı önyargıları vardır. Aynı yazara göre Anadolu’da oluşan bütün başkaldırıları, Osmanlı, Türk veya Rumlar dahil olmak üzere ordusuyla birlikte bastırmayı başarmıştır Ethem, ama tabii ki, Ethem’in bu başarılarına karşı derinden bir kıskançlık da vardır. Tüm bunların ne kadarı doğrudur bilmiyoruz çünkü gerçekten her yazar kendi ideolojisine göre olayı yazmıştır ve çeşitli açılardan olayı görmek ve ona göre yorumlamak da önemlidir. Gene resmi Türkiye tarihine göre Topal Osman bir kahramandır ama gayrı resmi tarihe göre Topal Osman Pontuslu Rumlarla Ermenileri katletmiştir. Mesela resmi tarihler padişahların etnisiteleri konusunda yazılar yazmazlar ama çoğu Osmanlı padişahının anneleri aslında pek de Türk ırkından gelmemektedir. Resmi tarihe göre padişahlar Türkoğlutürktür. Bu arada gene Osmanlı padişahlarının padişah olmadan önce, padişah olabilmeleri için kardeşlerini öldürmeleri gerektiği pek bilinmez. Aslında böyle bir durum da mevzubahistir. Hani şimdinin neo Osmanlıcıları hamaset ve Türk milliyetçiliği üstünden konuşmayı severler ama bu gerçeklerden pek bahsetmezler. Gene vurgulamak lazımdır, işte tarihte doğru bir teşhise veya gerçeğe yaklaşmak için çeşitli açılardan görüşler, kitaplar ve makaleler okumak ve bu okuyuşlardan sonra doğru teşhise gitmek en iyisidir.
Kıbrıs tarihinde de öyledir. Yakın bir zamana kadar resmi ideolojide bizlerin kendi içimizde de teşkilatın ve teşkilatçıların namuslu, masum insanları hatta politikadan da pek anlamayan birçok insanı, kişisel nedenlerden ötürü öldürmeye çalıştığını, bunların öldürüldüğünü bizlere yazmazlar veya okullarda bunlar okutulmaz. Mesela Dr İhsan Ali, bizim tarihimize göre vatan hainidir ve o tarihlerden ölümüne kadar hep bu hainliğine devam etmiştir. Ama Dr İhsan Ali’nin Baf’a ve Baflılara neler kazandırdığı pek bilinmez. Dr İhsan Ali’nin aslında su katılmamış bir Kemalist olduğu, Baf halkı tarafından çok sevildiği, 9 Mart 1964 tarihindeki çarpışmalar sırasında Baf Türk halkı katliama uğarayacakken EOKA’cıların önüne çıkıp Baf Türk halkını katliamdan kurtardığını, bugün Baflı Türklerin çoğu da bilmemektedir. Gene bu katliam hareketinden önce, 7 Mart’ta Baf’taki mücahitlerin Kıbrıslırumların yortusu sırasında çarşıya saldırıp çarşıda içlerinde genç öğrenciler ve hamile bir Kıbrıslırum hanımının olduğu yedi kişiyi öldürdükleri pek bilinmemektedir. 9 Mart 1964 EOKA saldırıları bu provokasyonun arkasından gelmiştir ve buna rağmen Dr İhsan Ali Baflı Türkleri katliamdan büyük bir özveriyle kurtarmıştır. Ya TMT üzerinden değil ama Dr İhsan’ın, İnönü (1973 yılına kadar) ve Ecevit üzerinden, son 1974 yılına kadar Türkiye ile haberleştiğini, Ecevit’in federasyonu 1980 yılına kadar Dr İhsan Ali’den ötürü desteklediğini de bilmez birçok Kıbrıslıtürk. Hele hele o dönemlerde taksimi savunan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni terketmeye çalışan Kıbrıslıtürk liderlerle İnönü arasında sorun olduğu da hala daha söylenmemiştir bizim halkımıza. Ha, mektup dediğimde çoğu inanmaz ama bir şahidim de var, isim vermeden bir Baflı öğretmen komutan, 1967 yılında İnönü’den gelen bir mektubun Baf’ta Dr İhsan Ali’ye iletilmesini sağlamıştır. İnönü Dr İhsan Ali’nin Kıbrıslırum Bölgesi’nde kalmasını onaylamaktadır o mektupta.
Diğer bir olay da 1974 yılında Ecevit’ten (Ecevit Başbakandı) gelen bir mektubun, Dr İhsan Ali’ye bir Üniversiteli abimiz tarafından, başbakan Ecevit’ten geldiğine şahit oldum. Bunun yanında ilk bayraktar Kenan Coygun’un da Dr İhsan Ali hakkında çok iyi konuştuğunu bilmekteyim. 1964 yılında TMT’ye ve Denktaş’a ters düşen Dr İhsan Ali’nin İnönü’den destek gördüğünü de bilmemiz gerekir. Bu arada Kıbrıs Rum tarafındaki görevinde kalan Hakim Zeka Bey ve gene Dr Ali Atun’un da İnönü’ye bilgi verdiklerini, İnönü ile devamlı haberleştiklerini ve İnönü’nün onların işlerini terketmemeleri gerektiğini söylediğini de belirtelim. Dr Ali Atun ölmeden önce bu bilgileri vermiştir(Bk Okan Dağlı’nın Mağusa üzerine yazdığı kitabı).
Resmi tarih bu şekilde devam ettik sonra maalesef birçok gerçeği çocuklarımız öğrenemeyecek. Liderlerimizin hepsinin de anti-komünist olduğu, soldan hoşlanmadıklarını, bu arada enklav dönemlerinde de sendikalaşmadan tutun partileşmeye kadar her şeyin yasak olduğunu da bilmeyecek çocuklarımız. Ve bir şey bilmedikleri zaman da, belki de yapmış oldukları tartışmalarda dışta onlardan fazla Kıbrıs hakkında bilgileri olan yabancılar onlara gülecekler.
ABD, 2008 yılında kitaplarını yeniden yenileyerek Devlet Başkanlarının bile zayıf ve bilinmeyen taraflarının tarih kitaplarına geçmesini sağladı. Mesela köleciliğe karşı olan Abraham Lincoln’ün evinde köle siyah hizmetkarlarının olduğunu 2008 yılında öğrendi Amerikan çocukları ve gençleri. ABD’yi kuran George Washinton’un bir gay olduğunu artık tüm ABD halkı yeni tarih kitaplarından biliyor ve bunun yani “gay” olmanın da utanç olmadığını bir gender farklılığı olduğunu takdir etmektedir. Gene bizde de 1571 yılında Kıbrıs Osmanlı tarafından fethedilirken, Padişahın bir bakıma Kıbrıs’ı Yahudi bir dostuna hediye olarak aldığı da pek bilinmez. Gene Mağusa Kale Komutanı Bragadin’in Mağusa’da şartlı esirliği kabul ettiğini ama esir olduktan sonra Lala Mustafa Paşa’nın sözünü tutmayarak Baragadin’i öldürdüğü de bilinmemektedir. Ya kale içindeki Latin kadınların ve çocukların öldürülmeleri ve kale düştükten sonra büyük bir katliamın olduğu bilinmekte midir? Hayır… Bu bilgileri çoğaltsak çok yer eder. Fakat Kıbrıs’ta Kuzey’de ve Güney’de Kıbrıslırum vatandaşlarla birlikte tarih kitaplarının değişmesi gerektiğini artık bilmemiz gerekmektedir…
Çok okumak ve gerçekçi olmaya yaklaşmak bunun yanında çok perspektifli olmak bir çağdaşlık gereğidir aslında…
(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 17.10.2016)