1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Birbiriyle çatışan Kıbrıs sorununa dair talepler, aslında aynı madalyonun iki yüzüdür…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Birbiriyle çatışan Kıbrıs sorununa dair talepler, aslında aynı madalyonun iki yüzüdür…”

A+A-

Alper Ali Rıza/Cyprus Mail

(Cyprus Mail gazetesinde dün (5 Ocak 2025) yayımlanan ve “Birbiriyle çatışan Kıbrıs sorununa dair talepler, aslında aynı madalyonun iki yüzüdür” başlığı taşıyan makalesinde emekli yargıç Alper Ali Rıza, Kıbrıs sorunundaki zorluklara ve fırsatlara işaret ediyor. Bu yazıyı okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. S.U.)

 

***  Kıbrıs Başpiskobosu Yeorgios, geleneksel Noel mesajında, Kıbrıslırumlar arasında yaygın olan bir inancı ifade ederek, Kıbrıs sorununun çözüm arayışlarının ‘bir istila ve işgal sorunu olarak yeniden tanımlanması gerektiğini’ söyledi.

***  Bu aslında Başpiskobos Makarios ve Rauf Denktaş tarafından imzalanan 1977 Doruk Anlaşmaları’nın içerdiği yönergeleri reddetme kodudur – 1977 Doruk Anlaşamalarında Kıbrıs’taki iki toplum lideri bağımsız, iki toplumlu, bağlantısız bir federal cumhuriyet arayışına girme konusunda anlaşmışlardı.

***  Sözkonusu federal cumhuriyet, iki ayrı yönetsel entite tarafından oluşturulacak, merkezi federal bir hükümet olacak ve bu da, mülkiyet, yerleşim ve hareket serbestisi hakları bakımından adanın bütünlüğünü koruyacaktı ve bu haklar, iki toplumlu federal bir sistem temeli çerçevesinde müzakere edilecekti.

***  Aslında bağlantısızlık artık o kadar da önemli bir kaygı değildir ve Kıbrıs Cumhuriyeti açısından NATO üyeliği de bir olasılık olarak dışlanmıyor – ama aslında bu çok da akıllıca birşey değildir çünkü Rusya gibi büyük güçler, NATO’yu düşmanları olarak görüyorlar ve Türkler’le Yunanlılar arasına çatışma tohumları ekerek bunun olmamasını garantiye almaya çalışacaklardır.

***  Şimdiki Kıbrıslıtürk liderliği, Rauf Denktaş tarafından imzalanmış olmasına karşın 1977 Doruk Anlaşmaları’nı reddetmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti yönetimi, federal bir cumhuriyet konusunda ılımlıdır ancak bunu ancak bir görüşme temeli olarak kabul ediyor, oysa Kıbrıslıtürk lider Ersin Tatar, 2017’de Crans-Montana müzakerelerinin son turunun başarısızlıkla sonuçlanması ardından federal modeli tümüyle reddetmiş ve iki devletli bir çözümü öne sürmeye karar vermiştir.

***  1983 yılında Kıbrıslıtürkler, tek taraflı olarak bağımsızlık ilanına gitmişler ve “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni” ilan etmişlerdir – BM Güvenlik Konseyi de bunun yasadışı olduğuna karar vermiştir. Şimdiki iki devletli talebin tersine, tek taraflı bağımsızlık ilanı (“Unilateral Declaration of Independence” – UDI), Kıbrıslıtürk tarafını federal bir çözüm arayışından alıkoymamıştı çünkü “KKTC”nin kendisini federal bir devletin kurucu devletine dönüştürmesini engelleyecek herhangi bir şey yoktu. Ve Kıbrıslıtürkler, 2004 yılında Birleşmiş Milletler-AB federal planına olumlu oly vermişler ve 2017 yılında da bütünlüklü bir federal anlaşmaya yaklaşmışlardı – federal bir cumhuriyet, prensipte çok farkı kaygıları barındırabilecek esnekliğe sahiptir.

***  Türk tarafının iki devlet talebi ile Kıbrıslırum kilisesinin Kıbrıs sorununun bir istila ve işgal olarak yeniden tanımlanması talebi, aslında aynı madalyonun iki yüzüdür – her ikisi de 1977 Doruk Anlaşmaları arındaki uzlaşmayı reddetmektedir. İki devlet (talebi) ayrılıkçı bir bölünmedir, bu hukuka aykırıdır ve işgal ve istilanın sonuçlarının tersine çevrilmesi de 1974'ten önceki statükonun geri dönüşü (anlamına gelmektedir).

***  Türk tarafı, statüko öncesi duruma dönüşü tümüyle reddetmektedir çünkü bu durum, Kıbrıslıtürkler bakımından enklavlara kapatıldıkları bir dönemdir. Öte yandan Türk liderliğinin bilmesi gereken şey, herhangi bir Kıbrıslırum liderin iki devletliliği kabul etmesinin imkansız olduğudur çünkü bu, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ada çağındaki egemenliğinin teslim edilmesi (manasına gelir).

***  Bu iki kutupluluk absürttür çünkü öteki topluma karşı saygısızlık içerir.   Mevcut durum, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti şimdiki statüko öncesi hale geri dönüşün mümkün olmadığını kabul etmesine karşın, Türk tarafı, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin rızası olmadan iki devletin mümkün olamayacağı ve böyle bir rızanın hiçbir Kıbrıslırum lider tarafından düşünülemeyeceğinin farkında değildir.

***  2025 yılı sonunda “KKTC”de, “cumhurbaşkanlığı” seçimleri yapılacaktır. “KKTC” anayasasına göre, “cumhurbaşkanı”nın görevleri, daha çok onursaldır, bir tek Kıbrıs sorunundaki politikayı idare etmekle görevlidir. Bunun anlamı da, bu yılın sonunda Kıbrıslıtürkler oy verirken, olası bir federal çözüm ile iki devletli imkansız bir yol arasında seçim yapacaklarıdır.

***  Görünen odur ki görevdeki Ersin Tatar, gerçek bir tanınma ihtimali olmamasına rağmen iki devlet lehine kampanya yürütecek. İki devlet için umutsuzca çabalamada ona 5 yıl daha verip vermemeye veya federal bir cumhuriyet arayışına geri dönüp dönmemeye karar vermek ise Kıbrıslıtürk seçmenlerin kararına bağlı olacaktır.

***  Her zaman olduğu gibi, Türkiye’nin duruşu yaşamsal öneme haiz olacaktır. TC Cumhurbaşkanı Erdoğan şu anda iki devletten yanadır ancak onun Kıbrıs sorununa dair görüşleri taşa kazınmamıştır, pragmatik olabileceği bilinmektedir – Kıbrıs Cumhuriyeti’nin asla iki devletliliği kabul etmeyeceğini görebilir, tıpkı Türkiye’nin Suriye’de iki devletliliği kabul etmeyeceği gibi…

***  Bunun da ötesinde Erdoğan, Crans-Montana’daki fiyasko öncesinde uzun yıllar boyunca federal bir çözümü destelemiştir.  Ancak dönemin TC Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun Kıbrıs sorununun çözümünde Kıbrıslırum tarafının iki devletli bir çözüme karşı olmadığı izlenimiyle Crans Montana’dan dönüşü ardından Erdoğan iki devletli çözümü desteklemeye başlamıştır.

***  Hiçbir şey gerçeklerden bu kadar uzak olamaz. Kıbrıs adasının tamamı üzerindeki egemenliğin teslim edilmesi, hiçbir Kıbrıslırum liderin üstesinden gelemeyeceği ve iktidarda tek bir gün bile kalamayacağı varoluşsal bir engeldir. Kıbrıslırumlar, kolektif bilinçaltlarında nesiller öncesine dayanan vatanları olarak düşündükleri Kıbrıs'ı tek bir jeopolitik varlık olarak tanımlarlar.

***  Bu yüzden Nikos Anastasiadis'in Çavuşoğlu'na, Kıbrıslırum tarafının Kıbrıs adasının tamamı üzerindeki Kıbrıs Cumhuriyeti egemenliğini teslim etmeye hazır olduğu izlenimini vermesinin bir yanlış anlaşılma olması gerekir. Belki de iki kurucu devletten oluşan gevşek bir federasyonda ısrarcı olması ve iki devleti desteklemesi yerine, Anastasiadis, iki kurucu devletten oluşan gevşek bir federasyonda ısrarcı olmayı kastetmişti…

***  Elbette federal cumhuriyet lehine ifade ettiğim görüşlere bir ilgim olduğunu beyan etmeliyim çünkü rahmetli annem bir Kıbrıslırum’du, babam ise Kıbrıslıtürk'tü ve açıkçası ben iki devlete karşıyım.

https://cyprus-mail.com/2025/01/05/conflicting-cyprob-demands-are-sides-of-the-same-coin

(CYPRUS MAIL’de 5.1.2025’te yayımlanan Alper Ali Rıza’nın yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

sayfa-17-2017de-cavusoglu-ve-anastasiadis-crans-montanada.jpg

2017'de Çavuşoğlu ve Anastasiadis Crans-Montana'da...


**  BASINDAN GÜNCEL…

“2024'e Bakış - Türkiye-Ermenistan: Normalleşme sürecinde üçüncü perde…” (1)

Aris NALCI/AGOS

 Süreçteki temel zorluklar değişmedi. Türkiye; Azerbaycan ile Ermenistan arasında bir barış anlaşmasını ön koşul olarak sundu ve Ermenistan, diaspora ile iç dengeler arasındaki ince çizgide ilerlemek durumunda kaldı. Ayrıca, bölgesel güç dengeleri, Rusya, Batı ve NATO gibi uluslararası aktörlerin müdahil olduğu bir çerçevede şekillendi ve bu durum, süreci sadece iki ülkeyi değil, tüm bölgeyi ilgilendiren bir mesele haline getirdi…

Türkiye-Ermenistan normalleşme süreci son 30 yılda farklı boyutlarda Türkiye'nin ama daha da çok Ermenistan'ın gündemine girdi.

Ermenistan bağımsızlığını kazandıktan sonra ilk ilişkiye geçtiği ülkelerden biriydi Türkiye. Sovyetler'den yeni çıkmış Ermenistan'ın ilk yıllarında Levon Ter Petrosyan ve Jirayr Libaridyan önderliğinde atılan bu temeller Karabağ Savaşı sebebiyle uzun bir kesintiye uğrasa da, yıllar sonra dönemin cumhurbaşkanları Abdullah Gül ve Serj Sarkisyan döneminde futbol diplomasisi ile yeni bir zemin kazanmıştı.

İlişkilerin normalleşmesindeki bu ikinci dönemde sivil toplumun etkisi çok daha fazla hissedildi.

Karşılıklı seyahatler arttı. İlişkiler siyaset dışında her alanda daha da ilerledi. Ancak bugüne kadar bu normalleşme girişimleri her seferinde sonuçsuz kaldı. Sonuç derken herkesin görmek istediği, aslında sınır kapılarının açılması, karşılıklı geçişlerin ve diplomatik ilişkilerin normal bir şekilde kurulması idi belki de. Ancak belli ki toplumlar buna hazır olsa da, siyasetçiler değildi.

Biz ne kadar hazır olsak da siyasetçiler adım atmadığında ne yazık ki somut olarak beklenen sonuçlar alınmayabilir.

Sivil toplumun 10 yıllık emeği '1' siyasetçinin iki dudağından çıkan sözün yasalaşmasına bakıyor. Hele ki resmi kurumlardan, parlamentolardan daha güçlü yöneticilerinin olduğu ülkelerde bu daha da geçerlidir.

Bu yüzden de bu üçüncü normalleşme sürecinde Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ermenistan Başbakanı Paşinyan kendilerine doğrudan bağlı özel temsilcileri devreye sokarak işe başladılar.

Erdoğan’a  'Reis' diye hitap eden Türkiye'nin temsilcisi Serdar Kılıç ve Nikol Paşinyan'a sadakati ile bilinen genç siyasetçi (aynı zamanda Parlamento Başkan Yardımcısı) Ruben Rubinyan iki ülkenin üçüncü normalleşme sürecini yönetmek ile görevlendirildi. Ya da şöyle demek daha doğru: Bu ikili, liderlerinin kendilerine verdiği talimatları eksiksiz şekilde yerine getirmek için seçildi. Bu yüzden bu üçüncü süreç öncekilerden daha farklı.

Dolayısıyla 2024'te Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecinin içine girdiği üçüncü ve son süreci de bu eksende okumak istiyorum.

 

DİPLOMASİNİN SINIRDA YENİDEN BAŞLATILMASI…

Tarih:30 Temmuz 2024

İki yıllık duraklamanın ardından Türkiye ve Ermenistan, Alican-Margara sınır kapısında özel temsilciler düzeyinde görüşmelere yeniden başladı.

Sonuç: Diplomatik ve resmi pasaport sahipleri için vize prosedürlerinin basitleştirilmesi konusunda anlaşıldı. Ayrıca Akyaka-Akhurik sınır kapısının demiryolu taşımacılığına açılması için teknik gereklilikler ele alındı.

Elbette Ermenistan ve Türkiye arasında diplomasi hiçbir zaman tamamen kesilmiş değildi. Gümrü depreminden sonra Avrupa’dan bölgeye yiyecek yardımı gönderilmişti ve bunun için Kars Gümrü tren yolunun kullanılması bile bir diplomasi gerekiyordu. MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in 13 Mart 1993’te Ermenistan Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan ile görüşmesi de bir diplomasi idi. O zamanki koşullarda Türkiye'nin Ermenistan'la ilişkilerini dondurmasındaki sebep Karabağ idi. Şimdi de bu son sürecin başlamasındaki sebep yine Karabağ.

Son Karabağ savaşını Ermenistan'ın kaybetmesiyle birlikte artık Türkiye'nin dondurduğu ilişkilerde yeni bir adım atılmamasına da bir sebep kalmamıştı.

Bu çerçevede en temel konularda anlaşılabilmesi ve en somut sonucun elde edilebilmesi için ilk görüşmelere de 'sınırların açılması' gibi büyük hedefler konuldu.

30 Temmuz'dan bu yana temsilciler birkaç kez görüşseler de halen bu somut hedeflere doğru yaklaşılmış değil.

 

TÜRKİYE’NİN “ÖNŞART”LARI…

Türkiye sürekli olarak Ermenistan'la normalleşme sürecini Azerbaycan ile Ermenistan'ın yapacağı barış anlaşmasına bağlarken, Ermenistan kendinden daha emin bir şekilde sürecin devamına hazırlanıyor.

Aralık ayında Türkiye-Ermenistan sınırında yapılan son görüşme sonrasında Ermenistan basınına yaptığı açıklamalarda bulunan Ermenistan özel temsilcisi Ruben Rubinyan tren yollarının kendi taraflarına kalan kısmının hazır olduğunu söyledi.

Peki sınırın ilk aşamada üçüncü ülke vatandaşlarına açılması ne demek, onu biraz açmak gerekiyor. Öncelikle Ermenistan'daki -başta Rusya olmak üzere- diğer ülke vatandaşlarının Türkiye'ye gidiş gelişlerinin kolaylaştırılması anlamına geliyor.

Ermenistan'da sınıra en yakın Gümrü şehrinde büyük bir Rus üssü var. Buradaki askerlerin de Türkiye'ye turistik amaçla girebileceği anlamına da geliyor.

Öte yandan Türkiye-Ermenistan sınırındaki şehirlerde büyük bir Azeri nüfusun yaşadığı göz önüne alınırsa, Türkiye'den (Iğdır) Ermenistan'a ve oradan da Azerbaycan'a (sınıra) 8 saatlik araç yolculuğunun 3 buçuk saate inmesi anlamına geliyor.

Bu elbette yabancı ülke vatandaşlarına sınırdaki ticari ilişkilerde de büyük bir avantaj sağlıyor.

İlk ticareti yapanlar büyük bir ihtimalle onlar olacaklar.

(Devam edecek)

(AGOS – Aris NALCI – 3.1.2025)

Bu yazı toplam 405 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar