1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Birey ve Gelmek Olanın Gel(eme)mesi: Albaya [Kimseden] Mektup Yok
Birey ve Gelmek Olanın Gel(eme)mesi: Albaya [Kimseden] Mektup Yok

Birey ve Gelmek Olanın Gel(eme)mesi: Albaya [Kimseden] Mektup Yok

Birey ve Gelmek Olanın Gel(eme)mesi: Albaya [Kimseden] Mektup Yok

A+A-


İnsan için belki de en zor şeylerden birisidir beklemek. Hep, bir beklenti içinde olup, olacak olan şeyin (her neyse) umut içerisinde olacağını düşlemek...

Fransız filozof Jacques Derrida, gelecekten iki şekilde bahseder: “la futur” ve “l’avenir.” Derrida’ya göre, yakın zamanda gerçekleşecek olan, ki bu yarın olabileceği gibi, herhangi bir zaman diliminde de olabilir, “la futur” olarak nitelendirilirken, olmakta olan ve hiçbir şekilde öngörülemez olan gelecek ise “l’avenir” olarak adlandırmaktadır. Başka bir deyişle, tahmin edilebilen geleceğe (plân, program dahilinde vs.) “la futur,” “öngörülemez olan gelecek” olan “l’avenir”den ise “gerçek gelecek” olarak bahseder Derrida.

Edebiyat yapıtlarına bakıldığı zaman, gelecek teması ve kavramı üzerine sayısız eser bulunmaktadır elbette. Gelmekte olan ancak tahmin edilemeyen geleceğe yönelik en bilinen yapıtlardan birkaç örnek vermek gerekirse, Samuel Beckett’in Godot’yu Beklerken, belki de, konu ile ilgili akla ilk gelenlerden bir tanesi. Godot’nun gelmesini beklerken, oyunun sonunda hâlâ Godot’nun “ortaya çıkmaması,” gelmekte olan geleceğin, Derrida’nın tabiriyle “l’avenir”in sürekli olarak ileriye doğru sonsuz bir şekilde gitmesiyle, gelecek kavramının aslında gelmekte olma eyleminin kendisi olduğunu vurguluyor bir bakıma.

Konu ile ilgili bir başka örnek olan Dino Buzzatti’nin Tatar Çölü romanında, genç teğmen Drogo, ülkeyi Tatarların saldırısından korumak amacıyla inşa edilen kaleye atandığı andan itibaren oradan ayrılmayı amaçlarken, beklenen gerçekleşmez ve ne Tatarların “olası saldırısı” olur, ne de Drogo kaleden başka bir yere tayin edilmek üzere başvuru gerçekleştirir.

Bilindiği üzere, Nobel ödüllü Gabriel García Márquez, yazmış olduğu yapıtlarında faşizm olgusu ve faşist yönetimlerin Güney Amerika’da yaşayan halkların üzerinde bırakmış olduğu etkileri, “büyülü gerçekçilik” tarzında ele alışıyla edebiyat dünyasında kendine özgü bir yer açmayı başarmış yazarlardan birisidir. İlk olarak 1967 yılında yayımlanan Yüzyıllık Yalnızlık adlı romanında, Buendia ailesinin yüz yıllık tarihini anlatırken, yaratmış olduğu Buendia ailesinin yaşadığı Macondo kasabasındaki yüz yıllık tarih ile birlikte, Kolombiya, kendi yaşamı ve Güney Amerika tarihi üzerine birçok bilgiyi de aktarmış bulunmaktadır. 1961 yılında, başyapıtı olarak kabul edilen Yüzyıllık Yalnızlık’tan, altı yıl önce, 1961 yılında yayımlanan Albaya Mektup Yok, tıpkı Yüzyıllık Yalnızlık gibi Macondo kasabasında geçen bir öykü. Zamanında ülkesi uğruna savaşan ve emekliye ayrıldığı günden beri beklediği emekli aylığıyla bir ömür geçiren bir albayın yer yer trajik, yer yer de alaycı bir anlatısı Albaya Mektup Yok. Her Cuma günü büyük bir heyecan ile postaneye gelmesini umut ettiği maaşı için giden, her gidişinde ‘olacak olanın olamayacağını’ bile bile, deyim yerindeyse ‘lades olan’ albay, buna rağmen umut etmekten hiç vazgeçmiyor. Maaşı beklemek dışında, beklediği süre zarfında sefalet içinde yaşayan albay, bir yandan yaşadığı sefalet ve eşiyle yaptığı münakaşalara göğüs germeye çalışırken, beraberlerinde yaşayan horozun, gün gelip de kendilerini maddi anlamda düzlüğe çıkaracağını düşüne düşüne, zaman geçiyor. Zaman geçtikçe, Derrida’nın dediği gibi, zaman kavramının aslında hiç de salt gelecek ile ilgili olmadığı, hep olmakta olduğu ve nihayetinde, bu beklen(e)meyen geleceğim esiri olabileceğimiz, her türlü umutsuzluklara karşın umut, keskin bir şekilde dile getiriliyor.

Beklendiği üzere, öykü sadece albayın maaşını beklerken içinde bulunduğu trajikomik durum üzerine odaklanmıyor. Onun yanında, eşi ve kasabada yaşayan diğer kişiler ile olan ilişkileri, kasabanın dönem içinde bulunduğu şartlar üzerinden, etkileyici bir biçimde aktarıyor Márquez.

Sıkıyönetimin uyguladığı absürd uygulamalar, bundan pay çıkaranlar, gerçek anlamda dürüstçe yapılan hizmetlerin hiçbir işe yaramaması ve sonrasında geçmekte olan sefalet dolu günler... Yaşadığı fakir hayattan “tek çıkış” noktasının gelecek olan ve bir türlü gel(e)meyen emeklilik aylığına bağlandığı öyküde, diğer yandan, yaşadığı maddi sıkıntıların albayı getirdiği noktayı da ilgiyle okuma fırsatı buluyor okur. Her ortamda (sıkıyönetim dahil), bazı insanların var olan durum üzerinden nasıl rant elde edebildiğini okurken, içten içe, bir yandan albaya acıyor, öte yandan ise, ne zaman harekete geçeceğini merakla bekliyoruz.

Maddi sorunlar yüzünden eşiyle sürekli tartışan albaya eşi “Umut karın doyurmaz” (s. 43) dediği zaman albayın ona verdiği “Karın doyurmaz ama insanı ayakta tutar” (s. 43) yanıtı, öykü boyunca albayın içinde bulunduğu durumu özetleyen cümlelerden birisi. Böylece, hikâyenin başından bu yana gelecek olan geleceğin, maaşın neden beklenmekte olduğu daha iyi anlaşılıyor. Yine Derrida’nın söylediği şekilde ifade edecek olursak, tahmin edilemez “gerçek gelecek” belki de sürekli olma hali içinde olduğu için “insan ayakta kalabiliyor.’ Öykünün sonuna doğru, albayın yaşadığı dönüşün iyice belirginleşirken, maaş mektubu için postaneye gittiği Cuma günlerinden birinde heyecanla posta şefini gözden kaybedip, sonra bulurken geçen “İnsanlık bedel ödemeden ilerlemiyor” (s. 24) sözü, durumu açıklamaktan çok, albayın neden zaman içinde “sıkıştığını” ve bu sıkışma halinin ona getirip, götürdüklerini düşünmemizi sağlıyor.

Kitabın orijinal isminin El Coronel No Tiene Quien Le Escriba olduğu düşünüldüğünde, geçmişteki çeviri isimleri ile bir karşılaştırma yapıldığı zaman, ister istemez kitabın adının neden Albaya Mektup Yok olarak değiştirildiği, doğrusu bir soru işareti olarak akla geliyor. İspanyolca orijinal adı üzerinden bakıldığında, kitabın Albaya Kimseden Mektup Yok ya da Albaya Mektup Yazan Kimse Yok olarak çevrilmesi daha doğru görünüyor. Hemen belirtmek gerekir ki, daha önceki baskılarda, yine Can Yayınları’ndan yayımlanan Handan Saraç’ın çevirisinde kitabın ismi Albaya Mektup Yazan Kimse Yok  basılmışken, sonraki zaman diliminde kitabın adının neden değiştirildiği merak uyandırıyor.

Albayın yaşadığı yalnızlık, keder, kızgınlık, umutsuzluk, umut hisleri, sıkıyönetim sayesinde “yolunu bulanlar” ve var olan sistem içerisinde kendilerine bir yaşam bulmaya çalışan insanların hayatları üzerine düşünmemizi sağlayan Márquez, tıpkı oyunun başından sonuna kadar gelmesi beklenen ve bir türlü “ortaya çıkmayan” Godot, ya da terkedilmiş bir kalede Tatarların gelmesini bekleyen teğmen Drogo gibi, geleceğin hep oluşum halinde olduğunu ifade etmeye çalışırken, diğer yandan Derrida’nın “l’avenir” derken kastettiği “öngörülemeyen gerçeklik” durumunu anlatan, hem tarihi, hem de psikolojik açılardan bireyin gelecek ile olan ilişkisini sorgulamamıza yol açan okunası bir uzun öykü.

Gabriel García Márquez. Albaya Mektup Yok. Çev. Handan Saraç. İstanbul: Can Yayınları, 2009.

 

Bu haber toplam 2251 defa okunmuştur
Gaile 367. Sayısı

Gaile 367. Sayısı