“Biri ses çıkarıyorsa, o sese bir nefes de biz veririz”
Deneyimli siyasetçi Serdar Denktaş, CTP’nin “Biz varız, bu yolu birlikte yürüyeceğiz” mitinginin, ülkede kaybolan umut, onun tetiklediği umursuzluk, umursuzluğun tetiklediği sessizliğe bir ses verdiğini belirtti.
Ödül Aşık ÜLKER
Deneyimli siyasetçi Serdar Denktaş, CTP’nin “Biz varız, bu yolu birlikte yürüyeceğiz” mitinginin ülkede kaybolan umut, onun tetiklediği umursuzluk, umursuzluğun tetiklediği sessizliğe bir ses verdiğini belirtti.
Mitinge katıldığı için olumlu tepki verenlerin yanı sıra, kendisine saldıranlar olduğunu da kaydeden Denktaş, “Saldıranlara dönüp şunu söyledim, ‘Benim neden orada olduğumu düşüneceğinize, acaba bir CTP mitinginde neden hem Dr. Küçük’ün oğlu, hem Rauf Denktaş’ın oğlu bulundu ve en önde yürüdü, sağ ve sol sendikalarla birlikte? Bunun nedenlerini düşünün, daha doğru yapmış olursunuz’ diye cevap verdim” diye konuştu.
“Zaman farklılıkları tartışma zamanı değil, müşterekleri bulma zamanı” diyen Denktaş, “Nitekim orada, ülkedeki mutsuzluk, giderek artan hayat pahalılığı, çocuklarımızın göçü dile getirildi. Bunlardan hepimiz şikayetçi değil miyiz? Biri ses çıkarıyorsa, o sese bir nefes de biz verirsek, her şey daha güzel olur” ifadelerini kullandı.
UBP-DP-YDP hükümetini “doğru hedefe bile, doğru adımlarla gitmeyi beceremeyen” bir hükümet olarak tanımlayan Serdar Denktaş, üçlü koalisyondaki bütün partilerin “iş verelim, oy alalım” mentalitesinde olduğunu söyledi.
Denktaş, “Söylüyorum, söylüyorum ama bazen kendi kendime söyleniyormuşum gibime geliyor. Çünkü kimse arayıp, ‘gel be arkadaş, bize anlat’ demiyor. Çok kolay harcadığımız üç şey var, toprak, su, insan. Üçü de, bu memlekette az olan şeyler. Bunlar beni üzüyor” dedi.
Neden hem Dr. Küçük’ün oğlu, hem Rauf Denktaş’ın oğlu en önde yürüdü?
Soru: CTP’nin 27 Ekim’de düzenlediği “Biz varız, bu yolu birlikte yürüyeceğiz” mitinginde en önde yürüdünüz. Mitinge katılmanıza neden olan neydi? Ne tür tepkiler aldınız?
Denktaş: Uzun süredir, özellikle 2-3 yıldır, memlekette giderek kaybolan umut, onun tetiklediği umursuzluk, umursuzluğun tetiklediği sessizlik, nemelazımcılık var. “Birilerinin ses çıkarması, bir şeyler yapması lazım”, “bu ülkede artık kamplaşarak değil, kucaklaşarak bir şeyleri tespit etmemiz lazım. Ses verebilmemiz lazım” derken, CTP'nin organize ettiği eylem ortaya çıktı. Hiç düşünmeden ve biraz “acaba Kıbrıs sorununa yönelik slogan atarlar mı?” endişesiyle, mitinge gittim. Bir kısım sevindi, olumlu tepki verdi. Bir kısım bana saldırmaya başladı. Saldıranlara dönüp şunu söyledim, “Benim neden orada olduğumu düşüneceğinize, acaba bir CTP mitinginde neden hem Dr. Küçük’ün oğlu, hem Rauf Denktaş’ın oğlu bulundu ve en önde yürüdü, sağ ve sol sendikalarla birlikte? Bunun nedenlerini düşünün, daha doğru yapmış olursunuz” diye cevap verdim. İşin gerçeği bu. CTPli değilim, CTP ile birçok konuda, özellikle Kıbrıs konusunda, farklı yaklaşımlarımız var ama zaman farklılıkları tartışma zamanı değil, müşterekleri bulma zamanı. Nitekim orada, ülkedeki mutsuzluk, giderek artan hayat pahalılığı, çocuklarımızın göçü dile getirildi. Bunlardan hepimiz şikayetçi değil miyiz? Biri ses çıkarıyorsa, o sese bir nefes de biz verirsek, her şey daha güzel olur.
Günü geldiğinde, kamplaşan iki grup, belli konularda mutabık olabilirse, ortak noktada buluşabilirse, o zaman, en başta Türkiye olmak üzere, Rum tarafı ve dünya bizi açık bir kulakla dinlemeye başlayacak. Kendi içimizde bu şekilde tartışmaya devam edersek, kimse bizi ciddiye almaz.
“Güven, özellikle son yıllarda, müthiş bir şekilde erozyona uğradı”
Soru: Mitingde sorunların dile getirildiğini söylediniz. Yıllardır farklı makamlarda görev yapmış deneyimli bir siyasetçi olarak, sizce en büyük sorun nedir?
Denktaş: Siyasete ve siyasetçiye olan güvensizlik. Güven, özellikle son yıllarda, müthiş bir şekilde erozyona uğradı. Vatandaş “irade bizim değil” algısına kaptırdı kendini. Halbuki irade kendilerinindir ama iradeyi rahatlıkla değiştirebiliyorlar. Vatandaş, “Burada yaşayan biziz, Ankara’dan bile olsa, fısıldanan bir şey, buradaki yaşantımızı etkileyebilir, ama onları etkilemeyecek, bizi etkileyecek” düşüncesiyle hareket etse, o zaman hem umut yeniden yeşerecek, hem de bu kadar karamsarlık içinde olmayacağız. Bence en büyük sıkıntı, siyaset ve siyasetçiye olan güven kaybı. Bunu yeniden pekiştirmenin yolunu bulmak zorundayız.
“Doğru hedefe bile, doğru adımlarla gitmeyi beceremeyen bir hükümet”
Soru: Hükümetin “performansı”na baktığınızda, yaptıklarını veya yapmadıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca bahsettiğiniz “irade kaybı algısına” hükümetin katkısı nedir?
Denktaş: Katkısı büyüktür, bırakın memlekette kimin hükümet olacağını, bir partinin başkanlığında veya yönetiminde kim olacağı konusunda bile delege veya üye irade gösteremiyorsa, orada bir sıkıntı vardır. Bunu açıkça görmemiz lazım.
Hükümet, ne yapıyor? Doğru hedefe bile, doğru adımlarla gitmeyi beceremeyen bir hükümet var karşımızda. Ülkenin sorunlarını “nasıl çözebiliriz” diye düşünmek yerine, kafaları bambaşka yerlerde dolaşıyor. O nedenle vatandaş mutlu değil. “Bu hükümetin icraatlarından ben çok mutluyum” diyen varsa, beri gelsin.
Bir mülk satış hikayesi var. Gazetelerde okuyorum, “engelleyeceğiz, boşluğu dolduracağız” diyorlar. Daha önce yaptığımız öneride var, “koçan vermek yerine, uzun vadeli icar yöntemine dönün” dedik. Bu şekilde, hem “İsrailliler Filistin’de böyle yaptıydı” söylemi ortadan kalkar, hem de fiyatlar düşer. Bunu yaparken topladığınız parayı da, bir fona koyun, kendi insanımıza sosyal konut yapalım, yine uzun vadeli icar edelim. Bu icarda, kalan yıllar için, miras kalma hakkı, devretme hakkı da olsun. Bunu söylüyoruz ama kimse açıp, “Hangi bakanlıktayken bunu önerdin, bu tasarıyı nerede bulabiliriz? Bulamazsak gelip yardımcı olur musun?” diyen yok. “Biz biliriz” tavrı var. Bilgi ve tecrübeyi koltuklar vermiyor. Biraz geçmişe atıf yapsalar, kurumsal hafızayı bu kadar mahvetmemiş olsalar, işler hem onlar için, hem bizim için daha kolay olacak.
Kısır döngü...
Soru: Bugün siz hükümette olsaydınız, gördüğünüz hatalardan hangisinin yapılmasına engel olurdunuz?
Denktaş: Çok var. Sıralamaya koysam, birincisi zam alışkanlığını mümkün olduğunca aşağıya çekerdim. Bu bir kısır döngüdür, zam yaptığınız müddetçe, hayat pahalılığı artar, hayat pahalılığı artınca, bütçeden ödenen rakam artar. Vergileri artırarak vesaire, o açığı kapatmanız mümkün değil. Yapmanız gereken, fiyatları aşağı doğru çekmektir. Hepsi “bunun için ne yapabilirim” diye kafa yormalı. Bizim Maliye Bakanlığı’nda ilk yaptığımız iş, akaryakıt fiyatlarını aşağı çekmekti, elektrik zamlarını mümkün olduğunca azaltmaktı. Arkadaşlara hep söylediğim, hayat pahalılaştıkça ve alım gücü düştükçe, elbette asgari ücretle çalışan, özellikle özel sektördekiler, ek gelir talep eder. Asgari ücret rakamsal olarak artar ama alış gücü artmıyor, o artışla beraber piyasaya zam geliyor. Kısır döngü dememin nedeni o. Bunu ters çevirmenin yollarını bulmak lazım.
“1994 yılında stabil muhasebe birimine geçmeyi önermiştim”
1994 yılında stabil muhasebe birimine geçmeyi önermiştim. Türkiye'den uzmanlar çağırdık, “Yapılabilir mi, yapılamaz mı?” diye konuştuk. Neticede, “bu yapılabilir ama önce mali yanlışlarımızı düzeltmemiz lazım. Aksi taktirde o yanlışlar da stabil hale gelir” diye karar verdik. O yıllardan beri, ben “nasıl yapılabilir, mümkün müdür” diye çok kafa yordum. Evet mümkündür, piyasada yine TL dönecek ama TL’nin hep sabahki değeri, günlük harcamalarınızın rakamını belirleyecek. Bunun açıklarını bulup istismar etmeye kalkan olursa, onu cezalandır. Ama “istismar edilebilir” düşüncesiyle hareket edip zorlaştırmak ve yapmamak doğru bir yaklaşım değil. Hiç durmayan bir artış var ve alım gücümüz giderek düşüyor.
“Zihniyet değişmeli”
Geçenlerde, sosyal sigortalı çalışanların %60’a yakınının yabancı olduğuna dair bir rakam paylaşıldı. Biz o işlere talip olsak, bu kadar çok yabancı çalışana ihtiyacımız kalmaz. Özel sektörde çalışmak, çalışmak olarak görülmüyor. Bu mentalitenin değişmesi lazım. Çünkü, bir taraftan “çok yabancı çalışan var, kaçak çalışan var” diye şikayet ediyoruz, diğer taraftan o işlere talip olmuyoruz. Elektrik zammı oldu. Bir bakıyoruz, bir kaç hafta önce 150 kusur kişi işe alındı, ardından elektriği önce %30 sonra %15’e çekilen bir zam yapıldı. O artışın başka nedenleri olsa bile, iki hafta önce 150 kişi istihdam edilmişse, ahali istihdamları suçlar, işe girenleri suçlar, devleti suçlar, hükümeti suçlar. Bunları söylediğimde bana, “bu kadar yıl iktidardaydın, hepsini sen de yaptın” diye saldıranlar var. Dönüp bakıyorum. gerek istihdamda gerekse vatandaşlıkta, herhalde gelmiş geçmiş siyasiler içinde en masumlardan biriyim. Çünkü bu konularda çok cimri davrandım, bu, partinin oy kaybetmesinin ana nedenidir. Köye girerdik, “benim kızıma iş verecek misin” diye sorana, “iş dağıtmaya gelmedim, başka bir şeyler anlatacağım” dediğimde. “sen git anlat, oyumuz başka yere gidecek” diye cevap alırdım. İş, belki başlangıçta siyasinin vatandaşa sunduğu bir rüşvetken, bilahare vatandaşın siyasiye şantajı haline dönüştü. Mevcut hükümet, üçlü koalisyonun içindeki bütün partiler, bu mentaliteyle devam ediyor, “iş verelim, oy alalım”. Gelecekte çocuklarımız, torunlarımız ne yapacak? Allah kerim. Bu zihniyet değişmeli, başka yolu yok. Herkes elinden gelenin iyisini yapmaya çalışsa, memlekette çok şey düzelebilir ama öyle bir gaile yok.
Soru: Demokrat Parti sizin çocuğunuz gibi, bu bahsettiğiniz zihniyetin içinde DP de var. Ne hissediyorsunuz?
Denktaş: Maalesef. Üzülüyorum, DP’de 28 yılımı harcadım, 22 yılı başkan olarak. DP, kilit partiydi, sorunları çözme yolunda fikir üreten. birçok yeniliğin önünü açmış bir partiydi, bir fikri vardı.Şimdi de fikri var ama Fikri Ataoğlu başkanı olduğu için fikri var. İçi dolu bir siyaset, geleceğe yönelik bir strateji, hiçbir şey yok. Bu beni üzüyor. Bakıyorum, parti içinde “senci”, “benci” kavgası çok büyük. Beni zaten uzaklaştırdılar ama partiden istifa etmiş değilim.
“Akıl isteyene verilir”
Soru: Akıl vermiyor musunuz, uyarmıyor musunuz?
Denktaş: Akıl isteyene verilir. Biri istemiyorsa, siz istediğiniz kadar akıl vermeye çalışın, kimse almaz. Bir şey de sormuyorlar zaten. Dolayısıyla, partiyle bir ilişkisizlik dönemi yaşıyorum. Parti öyle bir hale geldi ki, aday sıralamasında oyumu kullanmaya gittiğimde, bırakın benim tanımadığım, beni tanımayan bir sürü üyemiz olduğunu gördüm. Üzüldüm, ama yapacak bir şey yok. Kimisi “partiye geri dön, başına geç” diyor. Benim, hele de şu anki durumda, öyle bir niyetim yok. Bütün partilerle iyi ilişki içinde olmam lazım. “Partili Serdar Denktaş”, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, her partiyle aynı ilişkiyi kuramaz.
“DP artık bizim kurduğumuz parti değil”
Soru: İstifa etmeyi düşünüyor musunuz?
Denktaş: Hayır, kurduğum bir parti. Yola 9 arkadaş çıktık, kimisi vefat etti, kimisi hayatta. Ben en gençleriydim. İstifa bana doğru bir yaklaşım gelmiyor ama DP artık bizim kurduğumuz parti değil, onu da görüp üzülüyorum.
“Büyük çoğunluğun tasarruf edecek bir şeyi yok”
Soru: Vatandaşa tasarruf çağrısı yapılıyor ancak diğer taraftan kamuda inanılmaz bir israf olduğunu görüyoruz...
Denktaş: Tasarruf edebilecek durumda geliri olan vatandaş yüzdesi çok düşüktür. Geriye kalan büyük çoğunluğun tasarruf edecek bir şeyi yok. Ne yapsınlar? Elektriği mi açmasınlar, yemek mi pişirmesinler, tasarruf için ne yapsınlar?
Bütçenin %86-87si maaş ve sosyal transferlere gittiği için, aslında hükümetin de ortaya çıkarabileceği çok büyük bir tasarruf yöntemi yok. Onun için, bahsettiğimiz stabil muhasebe birimine geçelim noktasında yanlışlarımızı düzeltmemiz gerekir. Sendikalarla kavga ederek, saklayarak değil, açık açık konuşarak, “bu baremleri bir daha gözden geçirelim, bundan sonra bu sisteme geçeceğiz ama geçtiğimizde bütçe bu rakamı kaldırmaz. Okulumuza, yolumuza yatırım yapmamız lazım. Oralara da harcayacak bir rakam kalsın” denmeli. Siyasi hayatımda şunu hep deneyimledim, karşınızdaki muhatapla, size fikren ne kadar aykırı olursa olsun, oturup samimi bir şekilde diyalog kurarsanız, söylediğinizi dinletirsiniz ama sizin de söyleneni dinleyip anlamanız gerekir. Diyalog budur. Bunu yaptığınız takdirde, hiç kimse, bu memleketin hiçbir örgütü, olaya “hayır, asla” gibi yaklaşmaz. Ama konuşmaz, gizler, saklar. “ben yaptım, oldu” düşüncesiyle hareket ederseniz, hepsi birden ayağa kalkar. Söylüyorum, söylüyorum ama bazen kendi kendime söyleniyormuşum gibime geliyor. Çünkü kimse arayıp, “gel be arkadaş, bize anlat” demiyor. Çok kolay harcadığımız üç şey var, toprak, su, insan. Üçü de, bu memlekette az olan şeyler. Bunlar beni üzüyor.
“Konuşan dışlandı”
Vatandaşın da yanlışı var, her şeyi istiyoruz ama “biz kendimiz bunu üretelim, imkanlı kılalım” demek yerine, “Türkiye bunu vermeli” gibi bir yaklaşım var. Bir kere bu yaklaşımdan kurtulmalıyız. İlk zamanlar, Türkiye yardımcı oluyordu ama doğru düzgün tedbir almadığımızı görünce, “şunu yaparsan, para vereceğiz” demeye başladı. Şunu yaparsan dedikleri şeyde, hedef doğru olsa bile, bizim ülkede gidiş yolu farklı olmalı. Bizim siyasilerimiz bunu konuşmuyor. Konuşan da dışlandı zaten. Değiştirmemiz gereken çok aksi huylarımız var, başka çare yok.
Soru: “Gidiş yolu bize uymayabilir, bunu konuşalım” diyorsunuz...
Denktaş: Hedefte mutabıksak, “aynı hedefe şu yoldan değil, bu yoldan gidersek başarırız” diye birilerinin anlatması lazım. Bizde o kısım eksik.
Soru: “Anlatan yok ama anlatmaya çalışanlar da dışlandı” diyorsunuz...
Denktaş: Çünkü çoğunluk “evet efendim” deyince, bir yere varmak mümkün olmuyor.
Soru: Siz de o dışlananlardan mısınız?
Denktaş: Evet. Kıbrıs’ta siyasi partiler olarak mutabık kaldığımız hiçbir şeye, Ankara, hiçbir zaman “hayır, bu olmaz” demedi. Ama birimiz başka, birimiz başka söylerse, birileri de kapının arkasına geçip başka başka şeyler söyler ve dürtüklerse, olmaz.
“‘Biri söyleyen, biri dinleyen’ ilişkide, ortaya hiçbir zaman iyi ilişki çıkmaz”
Soru: Bugün ülkeyi yönettiğini iddia edenlerin, Türkiye ile ilişkilerini nasıl görüyorsunuz? Denktaş: Hiç iyi değil. “Biri söyleyen, biri dinleyen” ilişkide, ortaya hiçbir zaman iyi ilişki çıkmaz. Denktaş döneminde, karşılıklı söyleyen ve dinleyen bir durumdaydık, onu kaybettik.
“Bol bol cami yapıyoruz”, Niye? “Kıbrıslı Türklerin maneviyatını artıralım” diye. Birkaç ay önce bir yoklama yaptırdım, 18-24 yaş arası, ne Allah’a ne kitaba inananların oranı %52. Bu oran gelecek için felakettir. Bunu duyurduğumda aldığımız cevap ise, “demek ki bir tane daha imam hatip açmamız lazım” oldu. Bu memleket, bu değil. Bazı şeyler ters tepiyor, karakterimize uymuyor. Bu memleket, Atatürkçülüğü hakikaten içselleştirmiş, yaşam biçimi haline getirmiş bir memleket. 500 yıldır bu adadayız, Müslümanlığımızı kaybetmedik. 5 vakit namaz kılmayız, bayramdan bayrama camiye gideriz. İnancımızı böyle yaşıyoruz. Bunu değiştirmeye çalışmak, ülkede umutsuzluğu artırır, Türkiye'yi ötekileştirir ve yıllarca ezgisini çektiğimiz Ruma bizi, psikolojik olarak, muhtaç duruma getirir. Bu yanlışlar düzelir inşallah. Dediğim gibi, önce iş bizden başlar.
Çıkış yolu...
Soru: Çıkış yolu nedir?
Denktaş: Her siyasi parti içinde kafası çalışan, düzgün insanlar var. Partilerinden ayrılmaksızın, bu insanların bir araya gelip konuşmaya başlaması lazım. Benim şu anda yapmaya çalıştığım da budur. Değişik partilerden, fikir üretebilen, vizyonu olan insanlarla sürekli temas halindeyim. Herkesin söylediğinden ortaya bir şeyler çıkıyor, Kıbrıs sorununda dahil yeni bir yol çıkıyor. Bunu genişlettikçe, büyüttükçe, hep birlikte ortaya bir şeyler koydukça, inanıyorum ki daha güçlü bir ortak ses çıkmaya başlayacak. Çünkü herkes kendi partisine de bunları anlatacak. Fikir üreten, vizyonu olan insanlar bir şeyler üretelim, sonra herkes ait olduğu partiye dönsün, bunları anlatmaya çalışsın ki, siyasi partileri belli konularda müşterek söyleme getirebilelim. Bunu başardığımız gün, Türkiye ile ilişkilerimiz çok daha farklı ve güzel bir noktaya gidecek. Eski tarihi, kültürel bağ çok çok daha güçlü olacak.
Fotoğraflar: Ertuğrul SENOVA