Birileri bu adamı evine göndermek ZO-RUN-DA-DIR
Bir “din görevlisi” yalan söylerse eğer görevden alınması ve evine dönmesi için bir başına yeterli sebeptir.
Onca bağnaz, yobaz, gerici söylemler bir yana… “Yalan” ayan beyan ortadadır. Şimdi yüzümüzü dönmemiz gereken adres söz konusu görevliyi Türkiye’den Kıbrıs’a gönderen makamlardır. TC Lefkoşa Büyükelçiliği’dir. Bu sözleri, hakaretleri, kadına yönelik açık saldırıları hazmeden Ersin Tatar’dır.
TC Lefkoşa Büyükelçiliği Din Hizmetleri Müşavirliği – ki bu müşavirlikler ‘KKTC’ düzeninde yürütme yetkisini kullanan makamlar halini almıştır- ses vermelidir.
Çok daha cesaretle sorgulanması gereken şudur: Din İşleri Başkanı Ahmet Ünsal’ı kim görevden alacak?
En önemlisi de “Bu adımı atacak irade var mı?”
***
Kıbrıs’ın ne kadar değeri varsa batırdılar!
Tam bir utanç taşıyorlar sırtlarında…
Biraz ar olur insanda…
“Aslında hiçbir şey yasadışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu” demişti ya George Orwell…
“Aslında devlet yalandı” durumunu yaşıyoruz.
***
Pozisyonları “kukla” ötesine geçemeyen makam sahipleri de bu sözlerden rahatsızdır; ancak görünen o ki adım atmaya hem yürekleri yoktur, hem de yetkileri…
“Cumhurbaşkanı” olarak takdim edilen kişinin bizzat eşi tarafından kadınlara yönelik saldırıya “modern yaşam tarzı” üzerinden alınlı sözlerle yanıt veriliyor.
Öyle de…
O “makam” sosyal medya paylaşımlarını değil “icraatı” temsil etmesi gerekiyor.
***
“Ben bu sözleri söylemedim” diyen adam Din İşleri Başkanı olarak “bir gece ansızın” Kıbrıs’a gönderilmiş ve bu toplumun başına musallat edilmiştir.
Kendi sesinden dinledik.
(O ses bana ait değil demiyor, sanırım…)
İyi ki Bugün Kıbrıs yayınladı ve yalan deşifre oldu.
“Bir kadın kocasının yatak davetine icabet etmek ZO-RUN-DA-DIR” diyorsa bir Din İşleri Başkanı… “Yani, ihtiyacı karşılanacak” diyorsa hiç utanmadan… Üstelik “demedim” dediği halde… “Yalancıysa” yani… Birileri bu adamı evine göndermek ya da geri çağırmak zorundadır.
--------------------
--------------------
2 yıl 2 ay 20 günde bir ‘makam’ bu kadar ezilir
Ersin Tatar’ın nasıl Cumhurbaşkanı olduğu biliniyor.
Sivil darbeyle koltuğuna oturtuldu adeta…
Zorla seçtirildi.
O gün, bugündür “nutuk” dışında Kıbrıslı Türklerin geleceğine dair en küçük bir umut ışığı ortaya çıkmadı.
Gelecek belirsizliği büyüdü.
“İki devlet” ya da “federal çözüm” gibi yüksek siyaset bir yana…
Her gün “dalga konusu” oldu adeta tavırları, söylemleri, duruşu, kararları…
“Liderlik” ya da “Başkanlık” makamını Kıbrıslı Türkler iki isimle tanıdı…
Biri, Dr. Fazıl Küçük…
Bir diğeri Rauf Denktaş…
Her iki isim de hem çok sevildi, hem çok eleştirildi.
Saygınlıklarına dair ise ortak bir uzlaşı vardı.
Bilgileri, görgüleri, kapasiteleri, en önemlisi de temsiliyet güçleri ortadaydı.
Tatar’ın “karar verici” olduğuna inanan kalmadı neredeyse…
İnsanların günlük sohbetlerinde belki ilk kez bir “lider” ilk ismiyle anılır oldu.
Ne “bey” kaldı, ne “sayın…”
En üzücü nokta budur!
Kıbrıslı Türklerin “liderliği” tüketilmiştir.
2 yıl, 2 ay, 20 günde bir makam ancak bu kadar ezilir.
--------------------
--------------------
“Bu olacaksa hiç büst olmasın daha iyi”
Şimdi bir de "büst krizi” çıktı.
Meclis'in bahçesine üç büst diktiler, "Rauf Denktaş, Dr. Fazıl Küçük ve Atatürk..."
Toplum uzlaştı: Tam bir acemilik!
Benzemiyorlar...
"Nereden çıktı" bu büstler, bilemiyorum.
"Partili bir arkadaş yaptı, kıramadık" derlerdi, eskiden olsa...
Şimdi şimdi, "Ankara'dan gönderdiler, koyduk" da olabilir yanıtı... “Bizimkiler yaptı canım” da…
***
Böyle bir proje varsa neden hiç paylaşılmadı?
Haklısınız!
Değil büst, Meclis binasının "yenisini" Erdoğan'dan öğrendi bu vekiller!
Kendi Meclis binasını planlayamayan bir "egemenlik" var sonuçta (!)
***
Deneyimli siyasetçi, oğul Serdar Denktaş'ı aradım, fikrini sordum:
- "Böyle bir büst olacağına hiç olmasın daha iyi... Kaldırsınlar" dedi.
Şunu da anlattı:
"Ben bunlara bir Rauf Denktaş büstü hediye etmiştim, Haziranda... 15 Kasım'da açılacaktı güya... Nedense olmadı... O büstü Güzelyurtlu bir sanatçı yapmıştı, aslına uygun, çok da güzeldi. Sonra geçen gün bizi açılışa davet ettiler. Bir sürü nutuk... Büstlerin üstünde de bayraklar sarılı... Sonra bayrakları indirdiler. Tanıyamadım. O altındaki yazı olmasa da anlamayacağım. Denktaş da benzemedi Atatürk de... Dr. Küçük biraz andırıyor. Büstü ilk gördüğüm an içimden ne geçtiğini söylemek istemem... Kaldırsınlar... Olmaz yani... Hiç kimse de beğenmedi zaten... Anlatmıyor..."