BİSİKLETLE UÇMAK
Sanki biraz daha hızlı çevirirsem ayakçaları, uçaçağımı zannederim. Hiç uçtunuz mu bilmem. Öyle uçakla, helikopter ile değil. Kuş gibi. Ben uçtum. Beşparmak dağlarından aşağıya 3 bin feet yükseklikten bıraktım kendimi. Acayip bir duygu.
Filiz Uzun
Ne zaman kendimi kötü hissetsem, enerjim düşük olsa bisikletime atlayıp uçmak isterim. Evet uçmak dedim çünkü bazen uçacak gibi sürüyorum bisikletimi. Sanki biraz daha hızlı çevirirsem ayakçaları, uçaçağımı zannederim. Hiç uçtunuz mu bilmem. Öyle uçakla, helikopter ile değil. Kuş gibi. Ben uçtum. Beşparmak dağlarından aşağıya 3 bin feet yükseklikten bıraktım kendimi. Acayip bir duygu.
Uçmak bir eylemdir. Kaçmakla aynı anlamı ifade eder benim için. Bazen kaçmak, uçmak lazım. Her şeyden. Sıkıntılardan, işten-güçten, sizi üzen, sıkan, boğan her durumdan, her insandan. İnanın hayat çok kısa. Bu yüzden uçacak imkanınız yoksa atlayın velesbitinize ve uçacak gibi sürün derim.
RÜZGARA KARŞI SÜRMEK
Hele bir de rüzgarlıysa hava işte o zaman “uçar gibi sürmek” tam olacaktır. Geçtiğimiz hafta böyle bir gündü benim için. Trafikten, koşuşturmadan, insanlardan, sorun ve sıkıntılardan bıkıp usandığım bir gündü. Sabah uyanıp bugün bisikletime atlayıp gidebileceğim en zor yola atmalıyım kendimi diye düşünmüştüm. Şansımdan o gün hava fazlasıyle rüzgarlıydı. Zorlu yol bir o kadar daha zorlaşacaktı, farkındaydım. Çivi çiviyi söker mantığına hep inanmışımdır. Sorunlar, sıkıntılar oturarak çözülmüyor. Hareket etmek lazım. Beyne oksijen gidebilmesi, daha sağlıklı düşünebilmek ve çözüm yolu bulmak için harekete geçmek şarttır.
Ben bazen çözülemeyecek ve çözmekte bizim etkimiz olamayacak durumlar için enerji harcamanın manasız olduğunu düşünenlerdenim. O durum içinde kaldıkça yıpranıyorsak, enerjimiz tükeniyor ve sağlığımız bozuluyorsa en iyisi çekip gitmektir. Orayı, o durumu, o insanları bırakıp gitmek. Bırakmak, gitmek, vazgeçmek kötü birşey değildir her zaman. İnsana bazen inanılmaz bir huzur verir. Takılıp kalıp kendini yeyip bitirmekten iyidir.
Bisiklet sürmenin en önemli öğretilerinden biri de budur bana göre. Bir yerlerden nasıl gidilebileceğini, tepelere çıktıkça aşağıda kalan herşeyin nasıl küçüldüğünü bize gösterir. Gözümüzde büyüttüğümüz, yücelttiğimiz her değer, her durum yukarılara çıktıkça nasıl da küçücük kalır çok net görür, inişlere geçtikçe hayatın ne kadar keyifli olduğunu kolayca akıp gittiğini bu kadar hızlı bize öğretir bisiklet. Farkındaysak eğer tabii. Yaşadığımız her şey bir öğretidir öğrenmek isteyen için. Her karşılaşma bir derstir. Her yokuş, her iniş, her düşüş. Her kalkış.
GÖNYELİ-BOĞAZ-ST. HİLLARİON-DİKMEN
Bu hafta böyle bir haftaydı benim için, bu yüzden rüzgarlı bir günde bol yokuşlu yorucu bir parkur seçtim kendime. Sağ olsun Sevgili dostum Sami Saygun bana eşlik etti. Dostluklar bunun için değil midir zaten. Zorlu zamanlarda yanında sürmek için. Zorlu yollarda. Hiç sormadan, sorgulamadan, sessizce size eşlik etmek için.
Gönyeli çemberinde buluştuk Sami ile o sabah. “Bugün çok rüzgar var” dedi Sami. “Daha iyi, rüzgar önce önümüze çıkacak, bizi zorlayacak ancak o zorlu yolu rüzgara karşı çıktıktan sonra dönerken de arkamızdan itecek, saatlerce sürdüğümüz yolu 5 dakikada ineceğiz” dedim ve yola koyulduk.
Gönyeli’den Girne’ye çıkmak için anayolu değil de boğaz yolunu tercih ettik teklikeli olabileceği için. Eski yol hem daha güvenli hem de doğanın içinden geçmek için. Her yerin yemyeşil olduğu zamanlar bu aylar.
Girne’ye doğru yol alırken rüzgar bize hayli zorluk çıkarıyordu. Hem rüzgar hem yokuş hem de biraz ruhsal halimiz nedeniyle saatlerce yan yana ama hiç konuşmadan sürdük Sami ile. Sessizlik bazen iyidir.
Boğaz yolundan Girne ana yoluna çıkana kadar rüzgarın da etkisi ile yaklaşık 1.5 saatte çıkabildik St. Hillarion’a kadar. İlk molamızı Boğaz piknik alanında verdik. Burada yanımıza yaklaşarak ve mola yerimize kadar bizi takip eden çok tatlı bir dostla tanıştık. Çok aç ve susuzdu. Bisikletliğimde takılı olan suyu alarak şişeyi delip suyu nasıl içtiğini hayretlerde izledik. Çok asil bir köpekti. Muhtemelen evde yetişip sonradan oralara bırakılmıştır. Yanımızda olan birkaç birşey verdik ve suyumuzu onunla paylaştık. Birlikte biraz oynadık ve biz yolumuza devam ederken bir süre arkamızdan gelip adeta bize teşekkür ederek tekrar geri döndü. İnsanlar nasıl da kıyıyor bu canlara. Nasıl yalnız bırakıyor. Aç, susuz, en mühimi de sevgisiz.
DOĞAYA ATILAN HER ÇÖP BİZİ NEFESSİZ BIRAKIYOR
Boğaz piknik alanında verdiğimiz molada kendi kahvelerimizi yapıp içecektik ancak ortamın kirliliği, yere atılıp bırakılan çöpler rahatsız ediciydi. Neden bizler doğayı bu kadar hor kullandığımızı bir türlü anlayamıyorum. Doğaya bırakılan her plastik, her çöp bir gün gelecek nefes almamızı engelleyecek. Piknik yaptıktan sonra çöplerinizi bir poşete koyup cöpe atmak bu kadar mı zor? Bunun bir cezası olmalı, denetlenmeli. Öyle levhalara yere çöp atmak şu kadar asgari ücret yazmakla olmuyor. Hiç yere çöp attı diye ceza alan oldu mu ülkemizde? Ben duymadım. Ya siz?
GİRNE YOLUN TEHLİKELİ
Hedefimiz Girne’ye inip kahvelerimizi orada içmekti. Fakat yoldaki tadilat nedeniyle yol, tek şerite indirilmiş ve bayağı dardı. Bisikletle yokuş aşağıya inerken hayli süratli gittiğinizden özellikle virajları olan bir yolda tehlikeli olabileceğini düşündük. Yeni yapılan bu yolun hangi standartlara göre yapıldığını çok merak ediyorum. Yani mesela bisiklet için alan bırakılacak mı? ya da Ambulance yolu? Merak işte. Cevabı biliyorum oysa. Elbette hayır. Nasıl olmasa birkaç yıl sonra yol yine kapatılır ve başka tadilatlar yapılır. Defa defa.
Şu sıralar bu yolda değil bisiklet sürmek arabayla bile zorunlu olmayanlar gitmemeli. Tehlikeli.
LEFKOŞA’YA DÖNERKEN DİKMEN
Dönerken Dikmen’e saparak Lefkoşa’ya bu yoldan gitmeyi tercih ettik. Yolu uzatmak ve biraz daha sürebilmek için. Dikmen’in merkezine gidene kadar birkaç yokuş çıkmak zorundasınız. Ama yol hem güvenli hem de yemyeşil. Sessizlik ve doğa harika. Kahvelerimizi Dikmen’de içtik. Kahvehane sahibi Topel bey ile sohbet ettik. Köy kahvelerine bayılıyoruz. Güneş bizi ısıtırken ayaklarımızı tabureye uzatıp eski usul iskemlelerde dinlenmek gibisi yoktur.
Kahvelerimizi içtikten sonra dönüş yoluna devam ettik. Bazı yerlerde rüzgar sırtımızdan bizi ittirirken bazı yerlerde karşımıza çıkıp bizi zorladı. Hiç sorun değildi. Bilerek yola çıkmıştık. Sessizce ilerledik. Mızmızlanmadan, konuşmadan. Sadece sürdük o gün. Beraber ama sanki yalnız sürer gibi. Sessiz de anlaşır bazen insanlar. Dostlar.
Sabah saat 10.00’da çıktığımız yolu 14.00’da tamamladık. 4 saatin içinde 2 kısa mola ve bir de 30 dakikalık kahve molasını çıkardığımızda yaklaşık 3 saat bisiklet sürmüş olduk. Kilometre olarak az görünse de (yaklaşık 30 km) yokuşlar ve rüzgar nedeniyle 3 saati buluyor.
Bisiklet sürmek isteyenler bu yolu kullanabilir. Ana yola çok çıkmadan Boğaz yolundan gidip- Dikmen yolundan geri dönmek daha güvenli. Hem de daha keyifli.
Yolu tamamlayıp döndükten sonra ne stresim kalmıştı, ne kaygım ne de kederim. Bisiklet böyle birşey. Her yolun bir bitişi var. Her şey geçer. Her zorlu yol elbette biter. Hayat akıp gider. Akışta ve hareket halinde olmak gerek. Duran her şey bozulur. Bisiklet alın ve yollara çıkın! Ne varsa sokakta var…