Biten sadece bir yıl değil…
Yaşları 12 ile 30 arasında değişen, 28’i aynı aileden 35 yoksul Kürt gencinin üzerime sıçrayan kanlarının dehşetiyle, içim bulanarak, nutkum tutularak bir yılın son günlerini sayıyorum.
Hayatım boyunca bu denli utandığımı, bu denli sarsıldığımı, b
Yaşları 12 ile 30 arasında değişen, 28’i aynı aileden 35 yoksul Kürt gencinin üzerime sıçrayan kanlarının dehşetiyle, içim bulanarak, nutkum tutularak bir yılın son günlerini sayıyorum.
Hayatım boyunca bu denli utandığımı, bu denli sarsıldığımı, bu denli acıyla kıvrandığımı, kendimi bu denli çaresiz, bu denli aciz hissettiğimi hatırlamıyorum.
Battaniyelere sarılıp katırlara yüklenen çoğu çocuk 35 Kürt gencinin fotoğraflarına bakarken kimliğimin ve dilimin farkında olmadan üstüme giydirdiği kibirli giysiden derin bir utanç duyuyorum.
Asıl dehşetim nedir biliyor musunuz?
35 Kürt çocuğunun parçalanmış cesetlerinden üzerime sıçrayan kana şaşkınlıkla bakarken, hiçbir zaman önemli olmadığına inandığım Türk kimliğimin bu coğrafyada aslında benim için nasıl da korunaklı bir zırha dönüştüğünü fark ediyorum.
Bu zırh, bu toprakların sahibi ve efendisi olma hissini uyandıran bu zırh, ayırdına varmadığım Türklük kibrini besleyip durdu.
Kibir en büyük günahlardan biriyse eğer; özrü yok, ben bedenimi tıpkı bir deri gibi sarıp sarmaladığı için ayırdına varamayacak kadar içselleştirdiğim Türklük kibrinin günahkârıyım!
İstanbullu, orta sınıf bir ailenin hayatı boyunca gerçek yoksullukla, gerçek yoksunlukla tanışmamış çocuğu olmanın kibri bu…
Hayatı boyunca karnı doymuş, aç kalabileceğinden endişe duymamış, bu endişeyi yaşamadığı için lokmalarını aceleyle değil, sindire sindire yiyebilmiş, okula gidebilmiş, bir metropolün sunabildiği tüm olanaklardan yararlanabilmiş bir kentli olmanın kibri bu…
Hiçbir zaman, etnik kimliğinin bedelini ödemek, etnik kimliği nedeniyle ayrımcılığa, aşağılanmaya katlanmak zorunda kalmamış; hayata tutunmak için ana dilinden başka bir dili kafasına vura vura öğrenmek zorunda kalmamış olmanın kibri bu…
Nüfus kâğıdında yazılı olan doğum yeri nedeniyle potansiyel “şüpheli” sayılmamış biri olmanın, özel timlerden, jandarmadan, “kaybedilmekten” ölümüne korkmak gerektiğinin öğrenilmediği sokaklarda yürümüş olmanın kibri bu…
Aksanından, kılığından, yoksulluğundan, çaresizlik nedeniyle yaşadıklarından utanmak zorunda kalmamış biri olmanın kibri bu…
Her sabah “doğruluğu ve çalışkanlığı” övülen, yüceltilen, “dünyaya bedel” olduğundan kuşku duyulmayan, “damarlarındaki asil kanın” gururunu taşıyan, “yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadı” olmanın kibri bu…
Kibir edepsizleştirir insanı… Kibir derin bir soysuzlaşmayı, giderek tizleşen bir küstahlığa dönüştürür…
O kibirle beslenen küstahlık, törelerinin onlara saygısızlığı hiç öğretmediği Kürt çocuklarına karşı bunca nobran davranmamın sebebidir…
Ben hep kaba ve küstahça davrandım Kürt çocuklarına… Akıl vermeye kalkarken, ahkâm keserken, şiddete dönüşen öfkelerini yargılarken, o öfkeyi besleyen gücün aslında bu kibir ve küstahlık olduğuna hiç ihtimal vermeden… Gözlerindeki çaresizliği, seslerindeki acılı çığlığı duyup görmeden…
Bu küstahlaşma öylesine körleştirir, öylesine sağırlaştırır ki aklımızı, aslında hayatımız boyunca nefret ettiğimize inandığımız şeye dönüştüğümüzü fark edemez hale geliriz…
Ta ki bir gün, önünüze battaniyelere sarılmış cesetler atılana kadar…
Ta ki bir gün, artık öfkesi kınına sığmayan bir halkın acıyla büzülen dudaklarından her biri yüzünüzde tokat gibi patlayan sözcüklerini anlamadığınızı, ama aslında hiç anlamadığınızı fark edene kadar…
Aynı coğrafyada yaşadığınızı sandığınız kadınların, çocuklarının cesetlerine kapanırken haykırdıkları sözcükleri anlamadığınızı fark ettiğiniz gün, aslında hiçbir zaman aynı coğrafyada yaşamadığınızı da fark edersiniz…
Sizi ayıran, kibrin dikenli telleridir… Sizi ayıran o dikenli telleri çekenin onlar değil, bizzat kendi kibriniz ve küstahlığınız olduğunu anladığınızda… Çok geç kalmışsınızdır…
Önümden uğursuz bir trenin vagonları gibi tabutlar yüklenmiş öfkeli kalabalıklar geçiyor.
Biz sadece bir yılı bitirmedik bugün… Bu ülkeyi bir arada tuttuğuna inanmak istediğimiz, bir arada tutacağına güvendiğimiz tüm değerlerin paramparça olduğu ve bu coğrafyada artık hiçbir şeyin, önceki günlere benzemeyeceği kanlı bir nokta koyduk 28 Aralık gecesi…
Kıyametin düğmesine “son masum katledildiğinde” basılacağına inanılır. Sayısız masumun kanıyla sulanmış bu topraklarda biz, 29 Aralık sabahı, “fark etmemekten” kaynaklanan masumiyetimizden kalan son parçaları battaniyelere sarıp, katırlara yükledik.
Cumhuriyeti birlikte kurup derin bir yoksulluğa ve yoksunluğa mahkûm ettiğimiz, dillerini kopartıp çocuklarını katlettiğimiz Kürtler artık bizimle birlikte yaşamak istemezlerse, bunun sorumlusu kibrimiz ve küstahlığımızdır…
Çünkü kibir, en büyük günahlardan biridir…