1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (27)
Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (27)

Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (27)

Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (27)

A+A-

 


Niyazi Kızılyürek
[email protected]

   Lefkoşa’nın Mağusa kapısında Venedik surlarının altında bulunan loş konferans salonu tıklım tıklım doluydu. Kıbrıslı Türk bir konuşmacıyı dinlemek için mi, yoksa yeni bir dönemin başladığına inandıkları için mi bilmiyorum ama salon oldukça kalabalıktı. Büyük bir heyecan içinde salona girdim ve paneldeki yerimi aldım. Katılımcıların sevecen ve meraklı bakışları heyecanımı daha da artırıyordu. Bana verilen konuşma konusu “Çözümde Kıbrıslı Türklerin Rolü” başlığını taşıyordu. Bu, Kıbrıs Rum toplumunda merak ve ilgi uyandıran bir konuydu. Konunun seçilmesinin arka planında “nasıl olsa her şeye Türkiye karar verir, Kıbrıslı Türklerle uğraşmak gerekmez” şeklindeki yaygın anlayışın sorgulanması vardı. Gerçekten de bu görüş bugün olduğu gibi o gün de Kıbrıslı Rumlar arasında oldukça yaygındı. Kıbrıslı Türkler aktör olarak düşünülmüyor(du). Yine de, Kıbrıslı Türkler merak konusuydu. 1974 sonrasında Kıbrıslı Rumlar onca yıldır görmezden geldikleri Kıbrıslı Türkleri adeta yeniden keşfediyorlardı. Aslında bu “hesaplı” bir “keşif” idi. Bu ilginin altında yatan itki, Kıbrıslı Türklere hiç bir sorunlarının olmadığını dünyaya göstermekti. “Türk işgali” ancak böyle kınanabilirdi. Ayrılıkçı Türk milliyetçileri “Kıbrıslı Rumlar ile Türkler bir arada yaşayamaz, geçmişte de zaten hiç barış içinde yaşamadılar” diyerek adanın bölünmesini meşrulaştırmak isterken, Kıbrıslı Rumlar da “bizim Kıbrıslı Türklerle ayrımız-gayrımız yok” diyerek bölünmüşlüğün “yapaylığına” ve “gereksizliğine” dikkat çekmek istiyorlardı. Aslında, taraflardan hiç biri etraflıca düşünüp geçmişe eleştirel bir gözle bakmıyordu. Milliyetçilik ideolojisinden beslenen siyasetlerini meşrulaştırmaya çalışıyorlardı. İşte, Yeni Kıbrıs Derneği biraz da bu eğilimlere tepki olarak bu paneli örgütlemişti. Kıbrıslı Türklerin de bu ülkenin geleceği hakkında söz söyleyen bir aktör olduğunun hatırlanmasını istiyordu.
Özenle hazırladığım konuşmayı heyecan içinde sundum. Türkçe dilinde bugüne kadar yayınlanmayan bu konuşmayı ilk defa burada yayınlıyorum:

Kıbrıs Sorununun Çözümünde Kıbrıslı Türklerin Rolü

“Kıbrıs tarihinin gelişiminde Kıbrıslı Türklerin rolleri dolaylı veya göreceli olmuştur. Kıbrıslı Türkler olayların gelişiminde belirleyici rol oynamadılar ama olayların belirlenmesinde bahane ve/veya vesile oldular. Başka türlü söylersek, doğrudan belirleyici bir güç olmadılar ama içine girdikleri çeşitli ittifaklarla olayları belirleyenlerin yardımcı unsuru oldular. Belirleyici bir güç olamamaları Kıbrıs tarihinin şekillenmesinde etkileyici bir rol oynamadıkları anlamına gelmez elbette. 1882 Anayasasından, 1960 Anayasasına ve 1974'de ortaya çıkan duruma kadar, Kıbrıslı Türkler olayların şekillenmesinde yer aldılar. Olayları belirlemediler ama olayların gelişimi onların varlığı adına oldu. Yani, sömürgeci politikalar ve dış müdahaleler Kıbrıslı Türkler adına hayata geçirildi. Açıkçası, Kıbrıs tarihi şekillenirken Kıbrıslı Türkler ileri sürülerek Kıbrıslı Rumların kendi tarihlerini yazmaları engellendi.
Bu siyasi gerçeklik Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklere karşı öfke duymalarının temel nedenlerinden biridir. Fakat bu haklı bir öfke midir? Elbette hayır! Çünkü, Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs tarihini şekillendirmeye çalışırken Kıbrıslı Türkleri dışarıda bırakarak aslında kendi tarihlerini yazmaya kalkıştılar. Bunun bir sonucu olarak, dış faktörler ve çıkarlar Kıbrıslı Türkleri Kıbrıslı Rumların önüne bir engel olarak dikebildiler. Bu durum, Kıbrıslı Rumların kendi başlarına Kıbrıs tarihini şekillendirmede zaaf yaşadıklarını açıkça gösteriyor. Bugün burada Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Sorununun çözümümdeki rolünü tartışıyorsak, bu sözünü ettiğim bu tarihi gerçekliğin bir sonucudur.
Kıbrıslı Türklerin çözüme katkıları genel olarak bütün Kıbrıslıların katkılarından soyutlanamaz. Tarihin bütün aşamalarında olduğu gibi, bugün de Kıbrıslı Türklerin etkisi kuracakları ittifaklara göre şekillenecektir. Yani, Kıbrıslı Türklerin katkılarının ne yönde olacağı hangi ittifaklar içinde yer alacaklarına bağlıdır. İşte tam da bu noktada Kıbrıslı Rumlara büyük görevler düşüyor. Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklerle ittifak kurmaları son derece önemlidir.
Kıbrıslı Türkler 1878'den sonra Büyük Britanya ile ittifak kurdular. 1948'den sonra ise hem Büyük Britanya hem de Türkiye ile. Kıbrıslı Rumlar ise Yunanistan ile ittifak kurmaya çalıştılar. Sonuç 1960 çözümü oldu. Bu dayatılmış bir çözümdü ve çatışan çıkarlara dayandığı gibi, toplumlara cılız imkanlar sunuyordu. Bu yüzden de kalıcı bir çözüm değildi. Dış faktörler bağımlı ve parçalanmış bir Kıbrıs ve kendine yabancılaşmış ve kimliğini tanımayan Kıbrıslılar yarattılar. Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler bir tür tez-antitez oluşturdular. Bu tezat ve çatışma sonucunda dış çıkarlar ülkemizde serbestçe dolaşırken, Kıbrıslılar kendi ülkelerinde serbest dolaşıp dolaşamayacakları konusunda sonsuz tartışmalar yapıyorlar. Kıbrıslı Türklerin çözüme katkılarını tartışırken ittifakların belirleyici olduğunu unutmamalıyız. Eğer Kıbrıslı Türkler çözüm konusunda yabancı güçlerle ittifak kurarlarsa, bunun getireceği çözüm bağımlılık getirecektir. Bu "Demokles'in Kılıcının" Kıbrıs’ın üzerinde sallanması ve yukarıda değindiğimiz tez-antitez ilişkisinin devamı demektir. Kalıcı bir çözüm ancak iç ittifakla mümkündür. Bu, tez ve antitezin sentezidir. Ben bu senteze Oliki Kipros (Total Kıbrıs) adını veriyorum. Kurulacak  iç ittifak Kıbrıslıların evrensel çıkarlarına hitap etmeli. Bu sadece bir fikir değil, tarihsel bir zorunluluktur da. Oliki Kipros'da çatışan/tikel çıkarlar olamaz, Kıbrıslıların evrensel çıkarları olur. Bunları şöyle sıralayabiliriz: “Savaşa hayır, barışa evet; Kıbrıslıların kendilerinin sayacakları tek yurt, tek kimlik, tek ülke”. Ancak o zaman iki toplum arasında konsensüs sağlanabilir ve bu konsensüsün dinamiği bizi Oliki Kipros'a götürebilir. Bu süreç elbette kendiliğinden yaşanmayacak. Toplumların tarihleri insanların bilinçli eylemleriyle gerçekleşir. Bu yüzden şu siyasi bilinci ön plana çıkarmalıyız: “birbirimize taviz verebiliriz ama yabancılara vermeyiz”; “etnik kimliği yadsımaya hayır, yurt olarak Kıbrıs'a evet”! Oliki Kipros'un en temel dayanağı Kıbrıs'ın yurdumuz olduğunun bilincine varmaktır. Bu bilinç, Kıbrıs'ta yaşayan etnik grupları birleşik bir platformda yer almaya götürür, yani, yurt bilincinde buluşmaya götürür. Bazı iyi niyetler, etnik gruplar arasında olmayan ortak noktaları öne çıkarıp Kıbrıslıların ortak çıkarlarını savunmaya çalışıyorlar. “Hellimden” ve “molehiyadan” söz ediyorlar ama farklı dilleri, farklı etnik durumları görmezden geliyorlar. Ayşe ile Eleni'nin benzerliklerinden söz etmekten hoşlanırlar. Fakat bunların hiç biri bir Kıbrıs ulusu yaratmaz. Ne de Türkiye ve Yunanistan ile din, dil ve etnisite gibi ortak yönlerimizin olması Kıbrıslıları Türkiye ve Yunanistan'ın uzantısı kılar…
Kıbrıs'ta kalıcı barış için iki toplumun birlikte harekete geçmesi gerekiyor. Ve bu, Kıbrıslı Rumların tarihi vizyonlarına Kıbrıslı Türkleri ayrılmaz bir parça olarak katmaları ile mümkün olabilir. Kıbrıslı Rumların tutumu Kıbrıslı Türklere karşı ne kadar tutuk ve mesafeli olursa, Kıbrıslı Türklerin çözüme katkıları da o kadar sınırlı olacaktır.
Bazıları Kıbrıslı Türklerin %18'i geçmediğini ileri sürerek çoğunluk-azınlık ilişkisini gündeme getirebilirler. Fakat artık bir azınlık ve çoğunluk ilişkisinden söz edemeyiz. Kıbrıs Rum burjuvazisi çoğunluk olduğunu iddia ettiği zamanlarda bir Kıbrıs devleti kurmaya yönelmedi. Onlar kendilerinin azınlığa düşeceği bir başka devletle birleşmeye kalkışınca, ortaya önemli bir kriter krizi çıktı. Kıbrıslı Türkler hangi kritere göre azınlık sayılabilirlerdi ki? Bazıları Kıbrıslı Türklerin bugün geldikleri yere dış faktörle kurdukları ittifak sonucunda geldiklerini ileri sürere, sorunun çözümüne katkıları olamayacağını söylüyorlar. Bu görüşü dile getirenler görüşmelerin Türkiye ile yapılmasını savunuyorlar. Fakat şunu unutmamalıyız ki, Kıbrıslı Türkler çözüme kendi başlarına %100'lük bir katkıda bulunmayabilirler, ancak bulunacak çözümün çöküşünde %100'lük bir rol oynayabilirler.
Bitirirken şunu söylemek istiyorum: dış faktörler Kıbrıslı Türkleri bir çözüme zorlayabilir ama Kıbrıs Rum toplumu Kıbrıslı Türklerle bir bütün oluşturmazsa, çözüme giden yolda denetlenebilir olan  Kıbrıslı Türkler, bulunacak çözümü yıkma konusunda kontrol altında tutulamayabilirler…”
Konuşmam bitince uzun uzun alkışlandım. Geriye dönüp baktığımda Kıbrıslı Rumlara epeyce yüklendiğimi görüyorum. Belli ki, her Kıbrıslı Türk gibi ben de Kıbrıslı Rumlarla karşılaştığımda “mağduriyetimizi” anlatıp “önemimizi” abartmakta üstüme düşeni yapmışım. Hatta, Kıbrıs’ın güneyinde konuştuğum için kendime oto-sansür uygulayarak “işgal” sözcüğünü ağzıma almamıştım. “1974 Hadiseleri” diyerek lafı geçiştiriyordum. Böyle bir konuşmanın bu kadar alkışlanması tuhafıma gitmişti. Kibarlıktan mı yoksa eleştirel görüşler dinlemeye açık olmaktan mı pek emin olamadım. Herkes son derece iyi niyetle söz alarak öz eleştirel bir yerden konuşuyordu. Belli ki, pragmatist Yorgos Vasiliou’nun iktidara gelmiş olması ve Sovyetler Birliği’nde Glasnost ve Peristoroyka rüzgarlarının esmesi Lefkoşa’ya da yansımıştı. Alkışlayanlar arasında aile dostumuz Lukas da vardı. Heyecanını yenemeyerek söz alan Lukas, “sizin alkışladığınız bu genç adam benim evladım sayılır” diyerek ortak geçmişimizden söz etti. Çok duygulanmıştım. Kıbrıslı Türklerin 1974 sonrasında hayatında oldukça nadir olan şimdiki zamanla geçmişin iç içe geçtiği anlar yaşıyordum. Mekana olduğu gibi, geçmiş ile şimdiki zaman arasına da büyük bir mesafe koyan ayrılıkçı Türk milliyetçiliğinin belirlediği Kıbrıs Türk toplumunun bir üyesi için bu son derece zor bir deneyimdi. Mekan ve zaman bölünmüşlüğünü bir an unutarak mekan ve zaman birliği içinde yaşıyordum. Fakat geçen yıllarda Kıbrıs Türk toplumunda böyle bir duyguyu yaşayabilenlerin sayısı o kadar azalmıştı ki, içinde doğup büyüdüğüm toplumun sürüklendiği ortamın parçası olamayacağımı seziyordum. Fakat bir şeyin daha farkındaydım: “yitirilmiş bir cennete” ağlayan Kıbrıs Rum toplumu içinde de huzur bulamayacaktım…
Ağır bir hüzün içinde kıvranıyordum. Buraya “yurt” kaygısı içinde gelmiştim ama tam bir yurtsuzluk duygusuna kapılmıştım. Entos ton Tihon dergisi adına benimle mülakat yapan Kıbrıslı Rum aydınlardan Kostis Ahniotis’in sorularına yanıt verirken yaşadığım parçalanmışlık duygusu kelimelere şöyle dökülüyordu: “Kimlik krizi içindeyim. Şovenistlerin gözünde düşmanım. Girne’ye dönüş özlemi içinde olanlar için ise bir araç… Yani, Kıbrıs Türk tarihinin bir çocuğuyum. Kıbrıslı Türkler tarih boyunca bir araç olarak görüldüler. Benimsenmeyen ama kullanılan, aranılan ama sevilmeyen, sadece bir araç… Başka bir şey olabilmek için mücadele etmekten başka çıkar yol yok. Bizim için Olmak demek, mücadele etmek demektir…”

Bu haber toplam 1510 defa okunmuştur
Gaile 206. Sayısı

Gaile 206. Sayısı