Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (41)
Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (41)
Niyazi Kızılyürek
İlginçtir, Duvarımız belgeseli müdürün kellesi pahasına olsa da BRT televizyonda gösterildi fakat bugüne kadar hiç bir Kıbrıs Rum televizyon kanalında gösterilmedi. Film, ilk defa 1993 yılının Temmuz ayında yapımcı televizyon olan Alman ZDF televizyonunda izleyici ile buluşmuştu. Almanya’da olumlu eleştiriler aldı ve daha sonra Alman-Fransız ortak televizyonu ARTE’de gösterildi. Yugoslavya’nın dağıldığı ve etnik çatışmaların yoğunlaştığı bir zamanda piyasaya çıkan filme üniversitelerden de ilgi vardı. Harvard üniversitesinden LSE’ye kadar, pek çok üniversitede gösterildi ve film etrafında çeşitli tartışmalar yapıldı. İstanbul Belgesel Film Festivali ve Londra Türk Filmleri Festivalinde Türkiyeli izleyicilerle buluşan filmin Kıbrıs’taki galasını BM’nin yardımıyla Ledra Palace’ta yaptık. Geçit noktalarının kapalı olduğu bir tarihte, sanırım 1994 yılıydı, bazı siyaset adamlarının ve iki-toplumlu çalışmalara meraklı kişilerin katılımıyla gerçekleşen galaya Dimtirs Hıristofyas ve Mehmet Ali Talat da katılmışlardı. (İlginçtir, yıllar sonra Cumhurbaşkanlığı koltuğunda otururken filmi gösterdi diye BRT müdürünü görevden alan Talat, bir televizyona yaptığı açıklamada filmi görmediğini, içeriğini bilmediğini söyleyecekti.) O dönemde en ilginç gösteri ve tartışmalardan birini Atina’da yapmıştık. Milliyetçi çılgınlığa yakalanan ve yüz binlerce insanın “Makedonya Helen’dir” diyerek sokaklara döküldüğü zamanlarda bir grup entelektüel ve siyaset adamı “Milliyetçiliğe Karşı Mantık Cephesi” (MKMC) isimli bir yurttaşlar girişimi başlatarak kabaran milliyetçi dalgayı göğüslemeye çalışıyorlardı. Aralarında akademisyen, yazar, eski milletvekili ve eski bakanların da bulunduğu MKMC oldukça ilginç bir platformdu. Bünyesinde Leonidas Kirkos gibi solcu liderleri, Papakostantinos gibi muhafazakar politikacıları ve Nikos Dimos gibi liberal yazarları barındıran MKMC, cinnet geçiren Yunanistan’ı aklı selime davet ediyor, bu yüzden de çok sert eleştiri ve saldırılara hedef oluyordu. Duvarımız’ı Atina’da göstermek için “Mantık Cephesi”nden gelen davete çok sevinmiştim. O tarihe kadar, çok merak ettiğim halde Atina’yı görmemiştim. Panikos ile Atina’ya giderken heyecanımı gizleyemiyordum. Bizi davet edenler son derece ilginç kişilerdi. Onlarla tanışmayı gerçekten çok istiyordum. Leonidas Kirkos Yunan solunun dogmatik olmayan en büyük liderlerinden biriydi. Son derece mütevazi ve kibar bir insandı. Nikos Dimos “Yunanlı Olmanın Mutsuzluğu” adlı kitabın yazarıydı ki, bu kitap elliden fazla baskı yapmıştı. (Birkaç yıl önce bu kitabı İletişim yayınları Türkçeye kazandırdı) Akademisyen Antonis Liakos tarih alanında önemli çalışmalara imza atmanın yanı sıra, aktif de bir entelektüeldi. Film gösterilmeden önce bir açılış konuşması yapan Nikos Dimos, “Bir Kıbrıslı Rum ile bir Kıbrıslı Türk’ün yaptığı bu film Yunanistan ve Türkiye’de mutlaka herkes izlemelidir. O zaman, iki ülke de silahlanmanın ne büyük bir aptallık olduğunu anlayıp bundan vazgeçeceklerdir” demişti. Açılışta Panikos ile ben de sahne aldık ve orada bulunan kalabalığı selamladık. Sahneden indikten sonra yanıma gelen bir Yunanlı Panikos’u kast ederek “arkadaşınız iyi bir Türk’e benziyor” demez mi? Ona Panikos’un Kıbrıslı Rum olduğunu söyleyince epeyce şaşırmıştı. Panikos’un Kıbrıs şivesiyle Yunanca konuşması, benimse daha çok standart Yunancayı kullanmam Yunanlı arkadaşımızın yanlış bir sonuca varmasına yol açmıştı. Bu “değerlendirme hatası” Kıbrıs’ta da sık sık başıma geliyordu. Beni tanımayan veya yeni tanıştığımız Kıbrıslı Rumlar “Kalamara” olduğumu düşünüyor ve Yunanistan’ın neresinden geldiğimi soruyorlardı. Ben de yerine göre cevaplar veriyordum. Bazen “Diasporada yaşayan bir Yunanlı”, bazen de “Türk” olduğumu söylüyordum. Doğrusu bu durum işime çok yarıyordu. Kıbrıs Rum toplumunun eğilim ve tepkilerini anlamama yardımcı oluyordu. Örneğin bir gün Baf’ta yaşlı bir amca ile sohbet ederken, “sen Kıbrıs’ta ne olup bittiğini anlayamazsın” demişti. “Sen Kalamara’sın… Biz bu ülkede Türkleri adam yerine koymadık, ne olduysa bundan oldu. Onları kurşun kullanmamak için kuyulara atarak öldürüyorduk.” Bir başka seferinde de dolmuşta giderken şoför yol üstünden yabancı iki siyah işçiyi aldı ve tabii hemen mırıldanmaya başladı. “Yetmiş milletten insan geldi bunun içine” diyerek ırkçı konuşmalar yapıyordu. “Düşünsene” dedi, “arabada bir Türk bile olabilir…” İçimden fena halde gülmeye başladım. Bir an için hınzırlık yapıp söylesem mi diye düşünmedim değil. Sonra adama inme iner diye bu fikrimden vazgeçtim. Filoloji okuyan ve Yunancayı kuşkusuz çok iyi bilen Panikos’un Kıbrıs şivesiyle konuşması Kıbrıs Rum toplumunda yaygın olan bir olguya işret ediyordu. Kıbrıslı Rumlar özellikle 1974 darbe ve savaşında yaşadıkları büyük düş kırıklığı sonucunda Yunanistan ve Yunanlılara karşı hissettikleri soğukluğu kendi şivelerinde konuşmada ısrar ederek belli ediyorlardı. Daha doğrusu, 1974 öncesinde “Kıbrıs’ça” konuştukları için Yunanlılar tarafından zaman zaman aşağılanıyor, “Eparhiotes” (Taşralı) olarak adlandırılıyorlardı ve onlar da Yunanlılara “Yazıcı” anlamına gelen “Kalamara” diyerek “çok-bilmiş” halleriyle dalga geçiyorlardı (Türkçede kültürlü sayılan veya öyle görünmek isteyen birine “entel” diyerek takılırlar ya, “Kalamara” da aslında böyle bir anlamda kullanılmaktaydı). Fakat 1974 sonrasında “Kalamara” sözcüğünün içeriği değişti. Kıbrıslı Rumlar şimdi Yunanlılar karşısında “taşralı” görünmekten çekinmedikleri gibi, Yunanlıları sevimli bir alayla “Kalamara” olarak değil, “işe yaramaz, berbat herifler” anlamında “Kalamara” olarak görüyorlardı.
Duvarımız’ın bir başarısı da, Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülüne layık görülmesi oldu. 1980’li yılların sonunda Türk-Yunan yakınlaşması yeni yeni başladığında barış ve dostluğa katkı koyan kişilerin Abdi İpekçi’nin adına verilen bir ödülle onurlandırılmalarına karar verildi. Sırayla, bir yıl Yunanistan’da bir sonraki yıl da Türkiye’de düzenlenen törenlerle ödüller sahiplerine veriliyordu. 1997 yılında ilk defa Kıbrıs’tan Panikos ile bana da, daha doğrusu, Duvarımız filmine ödül vermeyi önerdiler. Biz de seve seve kabul ederek Atina’dan İstanbul’a giden heyette yer aldık. Heyette eski başbakanlardan Konstantinos Mitsotakis, Leondios Kirkos gibi şahsiyetlerin yanı sıra, yazarlar ve gazeteciler de vardı. Milliyet gazetesinin binasında düzenlenen törende beni en çok etkileyen Ekümenik Fener Patriği Bartelemos ile tanışmam oldu. Kıbrıs Kilisesinin zengin ve ihtişam meraklısı papazlarının yanında son derece mütevazi duran bu gerçekten ruhani insan, milliyetçiliğin halklara felaket getirdiğini gayet iyi biliyor ve Türk-Yunan barışı için çalışıyordu. Emin olmamakla beraber, Duvarımız’ı ödül için öneren tarafın Yunanlılar olduğunu tahmin ediyordum. Ödül töreni esnasında ve sonrasında bu kanaatim doğrulandı. Milliyet gazetesi filme gönderme yapmaktan kaçınıyor, sadece isimlerimizi yazmakla yetiniyordu. Türk basını o yıllarda Kıbrıs konusunda Rauf Denktaş’tan başka kimsenin görüşlerine yer vermiyordu. Kıbrıslı Türk muhalifler ve aydınlar adeta yok sayılıyordu. Yine de gazeteci Şahin Alpay bir cesaret örneği sergileyerek, Panikos ve benimle bir söyleşi yaptı ve Milliyet’in “Entelektüel Bakış” sayfalarında yayınladı.
Abdi İpekçi ödülü Kıbrıs’ta resmi çevrelerin filme bakışını değiştirmedi. Televizyon kanallarının bize kapalı kalacağını anlayınca, filmi kendi imkanlarımızla göstermeye başladık. Kıbrıs’ın güneyinde Lefkoşa’dan başlayarak beli başlı şehir ve köylerde filmi gösterdik. Kuzeyde de CTP binasında yoğun bir kalabalığın katıldığı bir gösteri düzenledik. Aldığımız tepkiler gerçekten çok ilginçti. İnsanlar gösteriden ya gözyaşları ya da derin düşünceler içinde ayrılıyorlardı. “İki taraflı gösteren aynamız” amacına ulaşıyordu. Sadece “bizim” hakikatlerimiz değil, “ötekilerin” hakikatleri de insanların yüreğine kazınıyordu. Bu durum milliyetçi çevrelerin daha saldırgan bir üslupla üstümüze gelmelerine yol açıyordu. Kıbrıslı Rum milliyetçiler Panikos’u “Türkler tarafından aldatılan biri” ya da doğrudan “Türk ajanı” olmakla suçluyorlardı. Filmi “Denktaş’ın Propaganda belgeseli” olarak adlandırıyorlardı. Kıbrıslı Türk milliyetçiler ise beni “Rumcu, Vatan Haini”, Panikos’u ise “Rum İstihbaratında görevli” biri olduğunu ileri sürüyorlardı. Derin Devlet ile sıkı fıkı ilişkiler içinde olan bir yayın organı film BRT’de gösterildikten sonra manşetten kocaman puntolarla şöyle diyordu: “Kızlyürek Vaftiz Oldu…” “Habere” göre, Paris’te bir kilisede gizli gizli vaftiz olmuştum… “Karakter katli” hayatımın öylesine ayrılmaz bir parçası haline gelmişti ki, gülüp geçmiştim. Hem, bir ateist nasıl din değiştirebilirdi ki…