Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (51)
Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (51)
Niyazi Kızılyürek
[email protected]
“Kıbrıslılık korkusu” sadece ayrılıkçı Kıbrıslı Türk milliyetçilerine mahsus bir korku değildi. Yunanistan ile birleşmeyi ‘kader’ sayan Kıbrıs Rum milliyetçileri ve zaman zaman ‘ulusal merkez’ Atina da Kıbrıslılık olgusundan şikâyetçi olmuşlardı. Oysa Kıbrıs’ta “Kıbrıs milliyetçiliği” diyebileceğimiz bir akım hiçbir zaman olmadı. Bunun nedenleri öncelikle tarihseldi. Kıbrıs milliyetçilik ideolojisi ile ilk defa Helen milliyetçiliği sayesinde tanıştı ve bu akım ta başından “Birleşmeci-Milliyetçilik” olarak boy gösterdi ve öyle gelişti. Helen milliyetçiliğinin “Büyük Ülküsünün” etkisi altında Yunanistan ile birleşmeye yönelen Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs’ta devlet-kurma fikrini akıllarına bile getirmemişlerdi. Devlet kurmaya dönük siyasi bir iradenin oluşmadığı koşullarda milliyetçilik akımı Yunanistan’da ulus-kurma sürecinin bir parçası olarak kaldı ve temel mesaisi Kıbrıs Rum toplumunu adanın bütünüyle birlikte modern Yunan devletine katmak oldu. Özellikle sömürge döneminde yaşanan eğitim patlaması Kıbrıslı Rumları Yunanistan’ın “kültürel yurttaşları” haline getirdi ve “Kıbrıs Helenleri” kendilerini Helenizm’in organik bir parçası sayar oldu. Bu kültürel seferberliğin arkasından gelen siyasi seferberlik Yunanistan ile siyasi birlik fikrini en ücra köşelere kadar yaydı.
1931 isyanı yaşanana kadar sömürge yönetimi Kıbrıs Rum eğitim sistemine müdahale etmiyordu. Helenizm-merkezli eğitim ve öğretim büyük bir rahatlıkla sürdürülüyor, Yunanistan’dan gelen öğretmenler ve ders kitapları sayesinde Kıbrıslı Rumlar “Anavatan Ellas” sevdasıyla yetişiyorlardı. Kavanin Meclisi’nde görev yapan Kıbrıslı Rum üyeler sömürge yönetiminin Kıbrıslı Rumlara “Grekçe konuşan halk” yerine “Helenler” diye hitap etmesini talep ediyor, bunda ısrar ediyorlardı. İngiliz Sömürgeler Bakanlığı müsteşarlarından Shiels, Kıbrıs Rum politikacılardan İonnis Kiriakidis’e İngilizlerin adada yaşayan Kıbrıslı Rumlara “Kıbrıslı” demekten memnun olacaklarını söylediğinde Kiriakidis’in tepkisi oldukça sert olmuştu: “Fakat Kıbrıs’ta bir millet yoktur ki… Kıbrıslılar denildiğinde, Türkler ve Ermeniler de bu kapsama girer. Bize kendi adımızla, kendi kimliğimizle hitap etmekten niye kaçınıyorsunuz? Bize Helenler olarak hitap etmeyişiniz açık ve ağır bir hakarettir; çünkü böyle yapmakla bizim en kutsal duygularımıza hakaret ediyorsunuz. Biz Helenizm’in en gerçek parçaları arasında yer alıyoruz.”
1931 İsyanından sonra birtakım önlemler almaya yönelen sömürge yönetimi Yunanistan’dan öğretmen ve kitap getirilmesini engelledi ve sistematik olmamakla birlikte, “Kıbrıslıların” kendilerini her şeyden önce “Kıbrıslı” saymaları gerektiğini ileri sürülmeye başladı. Sömürge yönetiminin bu eğilimi hem Yunanistan’da hem de Kıbrıs Rum toplumunda büyük tepkilere yol açtı ve İngilizler yapay bir “Kıbrıs Ulusu” yaratmakla suçlandı. Örneğin Nobel ödüllü ünlü şair Yorgos Seferis sömürge yönetimini Kıbrıslı Rumları ‘Kıbrıslılaştırmakla’ suçluyordu: “Dünyanın küçük bir köşesinde Romiosini’nin (Helenizmin) en sağlam, en iyilerinden 400 bin can yaşıyor. Onları gerçek köklerinden koparmaya ve sera çiçeği yapmaya çalışıyorlar. Dünyanın o köşesinde bir makine Helenleri Kıbrıslı yapmak için durmadan çalışıyor. Bu makine, bilinçleri ve vicdanları satın alarak, zaafları okşayarak ve kullanarak veya çıkar sunarak insanları piçleştiriyor…”
Kıbrıs Cumhuriyeti devleti kurulmasına karşı çıkan Kıbrıs Rum milliyetçileri tıpkı Kıbrıs Türk milliyetçileri gibi devleti Kıbrıslılık üreten bir organizasyon olarak görüyor ve varlığından rahatsız oluyorlardı. Girne Metropoliti Kıbrıs devletinin Helenizm’e zarar vereceğini ve ‘Kıbrıs Yurtseverliğine’ yol açacağını ileri sürerek, Kıbrıs devletinin kurulmasına şiddetle karşı çıkıyordu. Başpiskopos Makarios da ‘korku çıkarmak’ için “Anlaşmalar (Zürich-Londra) bir devlet yaratmıştır, bir ulus değil” diyordu. Zaman içinde Enosisin imkansız bir politika olduğu belli olmaya başlamıştı. Enosis demek Türkiye ile savaşa girmek demekti. Bu gerçeği idrak etmeye başlayan Kıbrıslı Rum elitler bir yandan da Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra devletin nimetlerinden yararlanmaya başlayınca yavaş yavaş Helen milliyetçiliğine sırt çeviriyor ve devlet nimetlerini ideolojik milliyetçilikten daha fazla önemsiyorlardı. Bu süreç bir bakıma Helen milliyetçiliğinden Kıbrıs Rum milliyetçiliğine geçişi de beraberinde getirecekti. 1960’lı yılların başında Kıbrıs’ta görev yapan Yunanlı subaylar, Yunan büyükelçiliği ve Yorgos Grivas, Kıbrıs’ta Yunan karşıtı etkinliklerin arttığından söz etmeye başladılar. “Kıbrıslılık Bilincinin” giderek geliştiğine dikkat çekerek Atina’nın önlem almasını istediler. 1967 yılında iktidarı ele geçiren Yunan Cuntası da benzer bir kanaati paylaşıyordu. Cuntaya göre Kıbrıslı Rumlar süratle Helen ulusundan kopuyordu. Cuntanın Dışişleri Bakanı Hıristianos Ksanthoullis Palamas 1974 öncesinde yazdığı bir raporda kelimesi kelimesine şunları söylüyordu: “Kıbrıslılar Grekçe konuşmaya devam ediyorlar. Ortodoks dinine de inanıyorlar. Ne var ki, giderek kendilerine sunulan Kıbrıslılık kimliğini kabul ediyorlar ve Helen bilincini kaybediyorlar. Ve bu noktadan sonra da Ulusa ait olmaktan çıkıyorlar. Ulus Helen’dir ve Yunanistan’dan başka hiç bir şey yoktur.” 1974 Felaketinden sonra Kıbrıslı Rumlar her zamankinden daha büyük bir istek ve arzuyla Kıbrıs Cumhuriyeti devletine sarıldılar. Bu durum Yunanlı yetkilileri rahatsız etse de bunu açıkça dile getirmenin imkanı yoktu. Yunanistan Kıbrıs’ın yarısını Türkiye’ye hediye eden 15 Temmuz darbesinden sorumlu tutuluyor, Kıbrıslı Rumları en zor günlerinde yalnız bırakmakla suçlanıyordu. 1979-1986 yılları arasında Kıbrıs’ta Yunan Büyükelçisi olarak görev yapan Hıristos Zacharakis 2004 yılında yayınladığı anılarında Kıbrıs’taki görevi sırasında yaşadığı olaylara değinirken, bazı Kıbrıslı Rumların “Kıbrıslı Türklerle yeniden yakınlaşma” çabası içine girdiklerini ve bunların etnik kimliklerini inkâr eden “Helen bozuntuları” anlamına gelen “Grekilli” olduklarını iddia ediyordu. “Yeni Kıbrıs Derneği” ve “Kıbrıslı Türklerle Yakınlaşma Komitesi” adlı kuruluşlarda yer alan kişileri “yabancı çıkarlara hizmet eden zavallılar” olarak adlandırıyor ve “Anavatan Yunanistan’a sırtlarını dönen bu kişilerin ‘Kıbrıslılık bilinci’ gibi tezler ileri sürerek, Kıbrıslı Türklerle aynı yurdu paylaşmak istediklerini” ileri sürüyordu. Zacharakis’e göre bu kişiler arasında “sıradan casuslar” olduğu gibi, siyaseten marjinal olan çevreler ve tamamen bilinçsizce davrananlar da vardı. “Yeniden yakınlaşmacıların Kıbrıslı Türklerin korkularından arınmaları ve ellerinde tuttukları Kıbrıs Rum mallarının karşılığında tazminat almaları halinde Türkiye’nin adadan çıkmak zorunda kalacağına” inandıklarını, bu yüzden de etnik kimliklerini inkar edip, Anavatan Yunanistan’a sırtlarını döndüklerini” iddia eden Zacharakis, bu kişileri “Kıbrıs Helenlerini yoldan çıkarmakla” suçluyordu. Kıbrıslı Türklerin “Türk’ün kuvvetinin tadını tattıktan sonra (1974 Müdahalesini ve ganimet ortamını kast ediyor NK) her geçen gün biraz daha fazla Türkleştiğini” ileri süren Yunanlı diplomat, yeniden-yakınlaşmacı Kıbrıslı Rumları “rüya âleminde gezmek” ve “yabancı emellere” hizmet etmekle itham ediyordu. Zacharakis, Yunanistan’ın darbeden sonra Kıbrıs Rum toplumunun iç işlerine karışma konusunda çok hassas davrandığını, “sütten ağzı yandığı için yoğurdu üfleyerek yediğini”, bu yüzden de en küçük bir müdahalede bile bulunmak istemediğinden şikayet ediyor ve şunları söylüyordu: “yeniden-yakınlaşmacılar bir yandan Yunanistan’ın bu tutumunu suiistimal ediyor, diğer yandan da Kıbrıs Helenizm’inin bilinç eksikliğinden yararlanarak kendi propagandalarını yapıyorlar.” Zacharakis, Kıbrıslı Türklerin yakınlaşmaya ilgi duymadıklarını iddia ediyor ve “onlar için bu kavram tuhaf bir hayvandan başka bir şey değildir” diyordu. Görüleceği gibi, Zacharakis’in “Kıbrıslılık Bilinci” atfettiği ve “Anti-Helen” olarak damgaladığı insanlar aslında iki toplumun barış için bir arada yaşamasını isteyen kimselerdi. Ve Türk milliyetçileri ile Helen milliyetçileri bu insanlara karşı aynı cepheden saldırıyorlardı. Kıbrıs’ta iki toplumun barış içinde bir arada yaşamasını isteyenleri “Helen bozuntusu”, “Türk bozuntusu”, “ulusal bilinçten yoksun kimseler”, “Yeni Kıbrıslılar” gibi sıfatlarla nitelendiriyorlardı.
Ben ise aynı anda her iki kesimin de saldırılarına hedef oluyordum. Türk milliyetçileri beni zaten “Kıbrıs ulusu” yaratma peşinde koşmakla itham ediyorlardı. Kıbrıs Üniversitesi’nde genç bir hoca olarak çalışmaya başlayınca, benzer saldırılar Helen milliyetçilerinden de gelecekti…