1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (57)
Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (57)

Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (57)

Bitmeyen Savaşın Hikayesi: Bireysel Bir Tanıklık (57)

A+A-

 

Niyazi Kızılyürek
  [email protected]

Bir yıl süren yoğun tartışma ortamında sular yavaş yavaş durulmaya başladığında ve nihayet sorunların çoğunu aşıp üniversitedeki işime bütün gücümle sarıldığımda, korkunç bir yaz mevsiminin beni beklediğini bilmiyordum. 1996 yazı ancak trajedilerde görülen acılarla çaresizlik duygusuna yol açacaktı. Kıbrıslı Rumlar o Temmuz’da “işgale” başkaldırmayı ve “geri dönüş” arzularını motosikletli eylemlerle haykırmayı planlıyorlardı. Fakat taleplerini milliyetçi bir öfke patlaması ve nefret karnavalına dönüştürmüşlerdi. Haftalar öncesinden başlayan hazırlıklar esnasında milliyetçi söylemler doruk noktaya ulaşmış, kışkırtılmış erkeklik sembolü motosikletlerin üstünde köy köy dolaşan erkekler durmadan “sınırları delip” Girne’ye ulaşacaklarını söylüyorlardı. Hava oldukça gergindi.

“Sınırlar”, Kıbrıslı Rumlar kadar benim için de aşılmaz duvarlar gibiydi. Kuzeyde ikamet eden ailemi görebilmek için on dakikalık yürüme mesafesini Larnaka-Atina/Atina-İstanbul/İstanbul-Ercan hattında uçarak kat etmek zorundaydım. Ayrılıkçı Rejim, Yeşil Hattı geçmeme izin vermediği gibi, ailemin ziyaretime gelmesini de yasaklamıştı.

1996 yazında ailemle görüşmek üzere İstanbul’a uçmaya hazırlanıyordum. Hiç bir yere yalnız gitmeme müsaade etmeyen yakın arkadaşlarımdan Hristakis’in arabasında Larnaka havaalanına doğru yol alırken radyodan korkunç ve sarsıcı bir haber duyuldu: “Kutlu Adalı öldürüldü!” Takvimler 6 Temmuz 1996 tarihini gösteriyordu. Büyük bir korku ve derin bir hüzün içinde İstanbul’a vardım. Kıbrıs Türk toplumunda son siyasi cinayet yaklaşık 30 yıl önce işlenmişti. 1958 yılında “solcu avına” çıkan TMT en son 1965 yılında solcu sendikacılardan Derviş Ali Kavazoğlu’nu katlettirmişti. Türk bayrağı adada dalgalandığı gün eylemlerine son vereceğini ve kendi kendini feshedeceğini manifestosuna koyan TMT, 1974 sonrasında hiç bir siyasi cinayete bulaşmamıştı. Fakat Kuzey Kıbrıs’ta zaman zaman bombaların patladığı, muhaliflerin arabalarının yakıldığı, parti binalarına kurşun sıkıldığı bir vakıa idi. Bu eylemlerin faillerinin hiç biri açığa çıkarılmamıştı. Yine de hiç kimse siyasi cinayet işleneceğine ihtimal vermiyordu.

Kutlu Adalı’nın öldürülmesi toplumda öfke kadar korku da yaratmıştı. Bu cinayet yeni bir şiddet döneminin başlangıcı mıydı? Öyleyse, sırada kimler vardı? Doğrusu, sıranın bana geleceğinden korkuyordum. Adalı, 1974 sonrasında Kıbrıs’ta barış şiarına yürekten bağlanan, iki toplumun bir arada yaşamasını savunan, militarizme ve ayrılıkçılığa karşı çıkan cesur bir gazeteci ve angaje bir entelektüeldi. Kendisini şahsen yakından tanıma fırsatını bulmuştum. Öğrencilik yıllarımda yurtdışından Kıbrıs’ı ziyarete geldiğimde mutlaka Adalı’ya uğrar, uzun uzun sohbet ederdik. Bir zamanlar TMT saflarında yer alan Kutlu Adalı, başka bazı TMT üyeleri gibi, 1974 sonrasında büyük bir düş kırıklığına uğramış ve Kıbrıs’ın birliği fikrine yönelmişti. Türkiye’nin ve Türk milliyetçiliğinin aşağılayıcı eylem ve söylemleri karşısında “Kıbrıslı” kimliğini ön plana çıkaran Adalı, gazetelerde muhalif yazılar yazıyor, barış ve kardeşliği savunuyordu. Kutlu Adalı ile iyi bir diyalog kurmuştuk. Zaman zaman sohbet eder, Kıbrıs’ta herkes gibi, geçmişi ve geleceği konuşurduk. Haşmet Gürken ile birlikte gazeteye bir de röportaj vermiştik. Köşe yazılarının yanı sıra, Kutlu Adalı’nın beğenerek okuduğum bir çalışması da “Dağarcık” başlığı altında yayınladığı etnografik kitabıydı. Adalı bu eserinde kırsal alanda süregiden yaşamı ayrıntılarına varıncaya kadar betimlemişti. Erkeklerin hayvanlarla cinsel “maceralarından” göç olgusuna, pek çok toplumsal olguyu büyük bir iç görü ile gözler önüne sermişti.

Kutlu Adalı’nın öldürülmesi karşısında sessiz kalmazdım. Korkmama rağmen mutlaka bir şeyler yapmak istiyordum. Sonunda, İstanbul’da çıkan “Söz” adlı dergiye bir yazı yazmaya karar verdim. Kendi adımla yazmaktan korktuğum için “Mustafa Yasemin” imzasıyla 13 Temmuz 1996 tarihinde “Kıbrıs’ta Taksim ve Terör” başlıklı yazımda şöyle diyordum: “6 Temmuz gecesi Kutlu Adalı evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü. Kıbrıs’ta 31 yıl aradan sonra işlenen bu siyasi cinayetle Kutlu Adalı aramızdan ayrıldı. Bundan önce işlenen siyasi cinayetlere kurban giden Kıbrıslı Türklerle Kutlu Adalı arasında o kadar çok benzerlikler vardır ki, rahatlıkla bir siyasi cinayet geleneğinden söz edilebilir. Seçilen kurbanların hepsi de Kıbrıs’ta resmi politikaya ve milliyetçi projelere karşı çıkan kimselerdi. Bugüne kadar öldürülen Kıbrıslı Türklerin tümü de Kıbrıs’ı etnik Türk milliyetçiliğinin “Yavru Vatan” söyleminden kurtarıp yurt yapmaya özen göstermişlerdir. Kıbrıs Türk toplumunu “Türklük Dünyasının” ayrılmaz parçası sayan ve onu salt “Dış Türkler” kavramı içinde ele alan Türk milliyetçileri, etnik kökene göre değil, siyasi seçenek ve iradeye göre politika üreten Kıbrıslı Türk demokratlarına karşı acımasızca saldırmışlardır. Kutlu Adalı’ya kimin kurşun sıktığı önemli değil. Demokrasi terbiyesinden yoksun bağnaz Türk milliyetçileri bu cinayette suç ortağıdırlar. Kutlu Adalı’nın cenaze töreninde atılan ve Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’ı yurt yapma mücadelesini ifade eden sloganlar, Pan-Türkçülere bir yanıttır: ‘Yaseminlerimizi Koparamazsınız!’, ‘Bu Memleket Bizim!’ Yasemin Kıbrıs’ı simgeliyor. ‘Bu Memleket Bizim’ sloganı da Pan-Türkçülere yol veriyor. Evet, Kıbrıs Kutlu Adalı’nın yurduydu. O kendisini bir “Dış Türk” olarak görmüyordu. Bunun bedelini hayatıyla ödedi ama Kıbrıs Kıbrıslılar biraz daha fazla yurt oldu. Kutlu Adalı’nın öldürülmesi, alttan alta devam eden büyük kavgayı su yüzüne çıkardı. Bilinçlerini Orta Asya’daki “köklerinden” besleyenlerle Kıbrıs’ın yaseminlerinden besleyenler arasında bir kavgadır bu. Bu, Kıbrıs’ı yurt yapmak isteyenlerle yavru vatan yapmak isteyenler arasında bir kavgadır. Kutlu Adalı öldürüldü, Kıbrıs adası daha fazla yurt oldu.”

Yazıda, Taksim tezini hayata geçirmek için 1958’den beri işlenen cinayetlere de yer vermiş, en önemlisi, artık Kıbrıslı Türklerin Taksim tezinden uzaklaştığını ileri sürmüştüm: “Kovulan Rumların mülküne konan ganimetçi önde-gelenler, yeni-türedi tüccarlar Kıbrıs’ın kuzeyinde taksimin tadına varırken, geniş kalabalıklar giderek daha mutsuz olmaya başladı. Muhalefetin önemli bir kesimi sisteme entegre edilmiş olmasına karşın, Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu taksim politikalarının gazabına uğradı. Kimi göç yolunu tuttu, kimi de KKTC ile özdeşleşmekten vaz geçti. Taksimi kutsayan milliyetçi tarih tezi inandırıcılığını bütünüyle yitirdi. Kıbrıslı Türkler yüzlerini ‘Kuratarıcı Türklükten’ federal Kıbrıs devleti ile Avrupa Birliğine çevirdi. (…) Tarih sahnesine çıktığı günden beri Kıbrıslı Türkler üzerinde baskı oluşturan, korku salan Taksim her şeye karşın tarihten vize alamadı. Kırk yıllık serüveni boyunca iyiden, güzelden, özgürlükten yana hiç bir şey yapmamış olan Taksim Projesi, özellikle son yıllarda ‘meşruiyetini’ iyice kaybetti ve Kıbrıslı Türklerin kurtulmak istediği bir ‘bela’ olup çıktı. Kutlu Adalı, toplumun Taksim belasından kurtulma tutkusuna öncülük etmiş, ısrarla barış ve demokrasiyi savunmuş biridir. Taksim Kıbrıslı Türklerin vicdanında meşruiyetini yitirirken Kutlu Adalı çoğaldıkça çoğaldı, binlerce Kıbrıslı Türkün özlemiyle bütünleşti. Tarih önünde yenik düşünler Kutlu Adalı’ya saldırdı. Fakat Kutlu Adalı Kıbrıslı Türklerin geleceği oldu, Taksim toprağa verildi.”

Gerçekten de Kutlu Adalı’nın öldürülmesinden sadece bir iki yıl sonra Kıbrıslı Türkler kitleler halinde sokağa dökülecek, barış, demokrasi ve AB üyeliği için haykıracaklardı. Kıbrıs Türk toplumunun “soydaş” sayan ve “Türklük Dünyasının” iradesiz bir uzantısına indirgemek isteyen siyasi yapı büyük bir başkaldırı ile sarsılacak, “yaseminler” çiçek açacaktı…

Bu haber toplam 1388 defa okunmuştur
Gaile 250. Sayısı

Gaile 250. Sayısı