Bıyığı(mı)n Efkârı..
Bıyığı(mı)n Efkârı..
Hakkı Yücel
70’lerin ilk yarısı..Üniversite yıllarım..Bilinçli bir seçim miydi, yoksa ‘zamanın ruhu’na uymak için miydi, bir ara sakal bırakmış, denk geldiği için tatil döneminde o halimle Kıbrıs’a da gitmiştim.. Bir gün uzaktan akraba Rabia teyze ziyaretimize gelmiş, ben de seslenmek için yanına varmıştım..Aklıma geldikçe hâlâ gülüyorum, teyze yüzümde sakal beni karşısında görünce dili tutulmuş, kısa bir süre suskun kaldıktan sonra “Ohh anam..Hakkııı..Sen de mi ‘bolşefik’ (bolşevik demek istiyor) oldun” diye hayıflanarak konuşmuştu.. Aynı günlerde babamın da, maarifteki arkadaşlarının “oğlun sakal bırakmış haa..!!” diyerek imalı sözlerle konuştuklarını, biraz da istihza ile bana anlattığını
hatırlıyorum..Fazlasına gerek yoktu, yüzümdeki bir avuç sakal ‘komünist’ olduğumun açık kanıtıydı..
Bu kadar da değildi..Klinik öncesi derslere başladığımız zamandı..Kış mevsimindeydik..Dahiliye dersleri sabahın köründe..Aynı zamanda kürsü başkanı olan hocamız Cihat Abaoğlu geç kalanın, eksik olanın çırasını yakıyor..Vaktinde yetişmek için neredeyse gün ağarmadan yollara düşüyorum..Bir sabah, biraz da geç kalıyorum endişesiyle koşarak derse yetişmeye çalışıyorum..Klinik binasından içeriye adım atıyorum ki günün ilk saatlerinin tenhalığında top gibi gürleyen bir sesle irkiliyorum..Birisi bağırıyor: “Sakallııııı...Ulan Komünist...”, arkasından da ağıza alınmadık küfürler savuruyor..Kapının girişinde duruyorum, ses nereden geliyor diye etrafıma bakınıyorum..Dahiliye binasının tam karşısında psikiyatri kliniği var. Bir de ne göreyim, demir kafesli pencerenin boşluğuna tünemiş bir hasta elini kolunu sallayarak bana bağırıp duruyor..Bir kez daha sakallarım hiçbir söze gerek kalmadan beni ele veriyor, ‘komünist’olduğumu ilân ediyor..Çok sürmedi sakallarımı kestim..Galiba 80 yılıydı, bu kez de bıyık bıraktım, o gün bugündür bıyıklıyım..
Uzunca bir giriş olmak pahasına bu sakallı-bıyıklı kişisel hikâyeyi neden yazdığımı anlamışınızdır.. Son günlerde bir ‘bıyıklılar-bıyıksızlar’ muhabbetidir gidiyor..Üstelik öyle bir muhabbet ki bu, sözü alan sonunda ‘bıyıklı’yı günah keçisi ilân edip yükleniyor.. Her ne kadar bunu yapanlar “bıyıklılar alınmasın, derdimiz bıyığın kendisi değil, onun siyasal-ideolojik sembol olma hali ve temsil ettiği zihniyettir” yollu açıklamalarda bulunsalar da, sonuçta hedef tahtasına oturttukları bıyıklılar olunca, o bıyığı taşıyanların eteği de ister istemez ağırlaşıyor..Doğrusu ya,otuz üç yıldır bıyıklı olan, üstelik bıyık ya da herhangi başka siyasal-ideolojik sembole, onun temsiliyet gücüne,işlevselliğine ve ona tekabül eden zihniyete dair tartışmaların yararına inanan bendeniz de, “neler oluyor” demekten kendimi alamıyorum..Neden mi? Sürdürülen bu tartışmalarda takınılan kimi tavırlar, sırf sakalıma bakıp “Sen de mi bolşefik oldun” diyen Rabia teyzeyi, ya da yine sırf aynı görüntüye bakıp o kış sabahının köründe bir kuş gibi tünediği pencere pervazından “Sakallııı..Ulan Komünist” diye bağırarak ardı sıra küfürler savuran hastayı hatırlatıyor bana da ondan...Burada bir terslik yok mu? Öyle ya, ‘biçim’ ve‘görünüş’ tamamsa: bingo.. Fazlasına gerek yok, kim olduğunu şıpınişi söylerim sana..Bulmaca mı çözüyoruz; ya da bu kadar kolay mı?
Bütün siyasal-ideolojik ya da siyasallaştırılıp ideolojikleştirilmiş sembollerin bir temsiliyet gücü oldukları ve belirlenen amaçlar doğrultusunda işlevsel oldukları, bu bağlamda işe yaradıkları çok aşikâr..Söz gelimi, uluslaşma ve ulus-devletleşme sürecinde, gerek milliyetçiliğin ve gerekse milli kimliklerin inşası ve konsolidasyonu bakımından çeşitli sembollerin ve ritüellerin, bugünlere kadar varlıklarını nasıl korudukları ve işlevsel kılındıkları malûm..Hem siyasal-ideolojik aidiyeti temsil ediyor bu semboller ve hem de siyasal iletişimi sağlıyorlar..Daha ikincil derecede olsa da ‘bıyık’ın da böylesine bir işlevi olduğu bir vakıa.. Özellikle sözünü ettiğim 70’li yıllarda, dudağın üstünü tamamen örten pos bıyığın solun, yine sivri uçları aşağıya doğru sarkan bıyığın ülkücü milliyetçilerin, kenarları ve üstü kırpılmış bıyığın ise islamcıların sembolü olduğunu kim inkâr edebilir..Kişinin kendini ait hissettiği ‘büyük birime’ (siyasal-ideolojik-kültürel vb..) dâhil olmada o birimin sembolü neredeyse kutsiyet kertesinde vazgeçilmez bir araç..Ancak burada kritik bir nokta var..O da şu: bu ‘büyük birim’e ‘sembol’ üzerinden dâhil olma hali, son kertede ona dâhil olanı kendi içinde (kendi anlam ve zihniyet dünyası içinde) büyük oranda anonimleştiriyor..Daha açık ifadeyle, potansiyel bir özne olarak ‘büyük birim’e ‘sembol’ üzerinden dâhil olan birey, o birime dâhil olduğu andan itibaren onun sürükleneni (onun tarafından sürüklenen) haline dönüşüyor..Burada şunu söylemek mümkün: Temsil ettiği şeyin göstereni olarak ‘sembol’ bir bakıma hayatın bütün enerjisini emiyor ve bunu kendinde bir ‘biçim’e dönüştürerek bir ‘paket’ halinde kendine dâhil olana sunuyor; bir bakıma bir ‘özgür özne’ olarak bireyin özgürlüğünü bu ‘biçimsel paket’ kapsamıyla sınırlıyor ve kendine tabi kılıyor..
Aşikâr olan şu ki çok toptancı bir konumlandırma bu ve çok toptancı kategorizasyonlarla ifade ediliyor..Kalıpları belli.. Haliyle çok konformist, bir o kadar da kolaycı..Nitekim genelde de öyle oluyor..Tıpkı bir ‘sembol’ olarak işlevsellik kazanan ‘bıyık’ta olduğu gibi.. Üst dudağın üzerini tamamen kapatan o pos bıyıklılardan mısın, tamam o zaman solcusun; sivri uçlarını iki yana sarkıttığın bıyıkların mı var, ülkücü milliyetçisin; kenarları kırpılmış ya da badem bıyıklı mısın, islamcısın elhamdülillah..Ne var ki gerçekliğin ve hayatın dinamizmi ilânihâye değişmez kalıplara sığmıyor.. Bu yüzdendir ki ‘semboller’ konjonktüreldirler..’Zamanın ruhu’na göre ya tamamen ortadan kalkarlar ya da ‘biçim’değiştirirler..Tıpkı bir sembol olarak ‘bıyık’ın başına gelenlerde olduğu gibi..Yirminci yüzyıl sonu itabarıyla yaşananlar dünyanın fotoğrafını parçalayıp da ‘değişim’i zorunlu kılınca, ‘bıyık’ın itibarı da -her ne kadar o itibarı geleneksel haliyle sahiplenmekte ve sürdürmekte ısrarcı olanlar hâlâ varsa da- giderek ortadan kalktı. ‘Bıyıklılar’ out, ‘bıyıksızlar’ in oldu..
İşin esprisi bir yana görünen odur ki, bugün itibarıyla bir zorunluluk olduğu hemen herkes tarafından kabul edilen ‘değişim’e dair tartışmalar, daha çok ‘eski’ ve ‘yeni’ ayrışması üzerinden sürdürülmekte ve genelde de ‘yeni’ olana, sırf yeni olması nedeniyle bir olumluluk/olumsallık atfedilmektedir. Bunun semboller üzerinden karşılığı ise ‘eski sembol’ün (bıyık), ‘yeni sembol’le (bıyıksız) değiştirilmesi biçiminde tezahür etmektedir..Evet, ‘sembol’ler konjoktüreldir ve duruma göre değişirler -değişmeleri gerekir- demiştik..Öyledir, ancak burada önemli husus, ‘değişim’in sadece ‘biçim’ düzeyinde, ‘biçimsel semboler’ düzeyinde kalmasının, böyle algılanmasının, asıl değişmesi gereken şey olan ‘zihniyet’i es geçeceğidir.. O nedenledir ki, ‘yeni’ olanın olumlanması -olumluluk içermesi- salt onun yeniliğinden ibaret ‘biçimsel’ bir değişimle sınırlı değildir, tam aksine yeni bir ‘zihniyet’i ima etmesinden, o potansiyel gücü taşımasındandır. Bu da ‘yeninin’, ‘biçimsel sembol’ değişimlerini aşan, asıl zihniyeti temel alan, onu içeren bir süreç olarak yaşanması gerektiğidir. Yoksa ‘yeni’ adına salt biçimsel düzeyde yapılan sembol değişimleri –sembolik değişimler- kendi içine kapanan, bugünün dünyasını anlamaktan uzak yeni cemaatler yaratmanın ötesine geçemeyeceklerdir..
Buradan bakınca, eskiden kalma pos bıyıklarına asılarak onları kemirip duran ve onların temsil ettiği zihniyet dünyasında debelenip oradan hesaplar yapan ‘bıyıklılar’ bugünün dinamik dünyasında ne kadar anakronik -zaman dışı- iseler; yenilikleri sadece ‘bıyıksız’ (biçimsel) olmaktan ibaret olan ve ‘yeni’ bir cemaat olmanın ötesine geçemeyen ‘bıyıksızlar’ da o kadar anakroniktirler..Tarihin ve hayatın değişken dinamiği, bugünün dünyasını anlamanın, anlamlandırmanın ve onu insanlığın ortak çıkarları doğrultusunda her alanda daha yaşanabilir hale dönüştürmenin, biçimsel değişikleri aşan, bir zihniyet değişimiyle mümkün olabileceğini ortaya koymaktadır..Biçim -görünüşle sınırlı çağdaşlık, ilericilik, solculuk dönemi hükmünü çoktan yitirmiş, bu bağlamda semboller de artık kutsiyetlerinden arınmışlardır..
Belki bu yüzdendir, ‘bıyıklılar-bıyıksızlar’ tartışması, otuz üç yıldır taşıdığım bıyıklarımı kestirmek şöyle dursun, onları daha çok benimsememin sebebi oldu..Bu hiçbir zaman bıyıklarımı kesmeyeceğim demek değilse de, itiraf etmeliyim ki bu sadakatimin bir başka sebebi daha var. Kızlarım bıyığımı kesmemi istemiyor, bıyıklı halimi daha çok sevdiklerini söylüyorlar..Onlar böyle düşündüğü sürece, dünyanın bütün lanetleri üzerlerine yağsa da bıyığımı kesmem, zinhar, söz konusu değil..