Biyologlar Derneği Başkanı Hasan Sarpten: “Hükümet programında çevre konusunda somut açılım yok”
Biyologlar Derneği Başkanı Hasan Sarpten:“Hükümet programında çevre konusunda somut açılım yok”
“Son 20 senede çevre adına kazanılmış ne olduğuna baktığımızda sadece “çevre nasıl daha az kirletilir”den öteye gidemedik, bu açıdan tükenme noktasına geldik.”
“Çevre günü bir kutlama günü gibi algılanır oysa ki çevre açısından kutlama noktasında değiliz, bunu bir uyarı günü olarak algılamalıyız. Çevre Günü dolayısıyla da ülkemizin içindeki çevre sorunlarının farkına varmalıyız.”
“Çevre unsurunu dikkate almadan atılacak adımlar bize felaket olarak geri dönecektir.”
“UBP-HP hükümet programında çevre konusunda herhangi somut bir açılım yok, daha da kötüsü, uygulamada çevreyle ilgili ciddi sorunlar yaşayacağımızın emareleri var.”
“Çevre Koruma Dairesi’ni de içeren Çevre Bakanlığı’nı devralan Bakan Ünal Üstel, çevreden tek kelime bahsetmemiş, sadece turizmden konuşuyor.”
“Bize bir ‘Amman planı’ lazımdır. Aman betonu durduralım. Mevcut anlayışla devam edersek daha çok bedel ödeyeceğiz.”
“Ne yazık ki yol geçecekse ağacın kesilebileceği normalleştiriliyor. Artık silkinip uyanmalı ve olaylara bütünlüklü bakmalıyız.”
“Çözüm ve barış, ekonomik kalkınma tartışmaları yapılıyor ama bizim dünya ile rekabet edebileceğimiz tek şeyin doğa olduğunu görmeliyiz.”
“Çocuklar dahil herkes pet şişenin ne kadar uzun zamanda doğada yok olacağını bilir ama gene atar. Çocuklar çocukken atmaz ama büyüyünce atar. Bizdeki sorun sahiplenmeyle alakalıdır. Genel siyasal belirsizliğin, gelecek kaygısının bununla çok alakalı olduğunu düşünüyorum”
Ödül AŞIK ÜLKER
Biyologlar Derneği Başkanı Hasan Sarpten, UBP-HP hükümet programında çevre konusunda herhangi somut bir açılım olmadığını, uygulamada çevreyle ilgili ciddi sorunlar yaşayacağının emareleri olduğunu söyledi.
Turizm ve Çevre Bakanı Ünal Üstel’in makamı devralırken bile çevreden tek kelime bahsetmediğine dikkat çeken Sarpten, “Bu aslında önümüzdeki dönemde çevreyle ilgili hassasiyetlerin olmayacağının sinyallerini bize vermektedir” dedi.
“Dünya ile rekabet edebileceğimiz, dünyaya satabileceğimiz, bu ülkede yaşayan insanlara nefes aldırabilecek tek şey doğamızdır. Bugüne kadar, ne yazık ki, gelmiş geçmiş bütün hükümetlerde, çevre ve doğa gereken önemi görmemiştir” diyen Sarpten, kalkınma ve çevre nin birbirine rakip iki unsur olmadığını vurguladı.
Sarpten, çevre politikasının devletin öncelikleri arasına girmesi gerektiğini belirterek, “Yoksa hep kaybedeceğiz. Bazen bir ağaç kesilmesin diye oradan yol geçmemelidir. Ne yazık ki yol geçecekse ağacın kesilebileceği normalleştiriliyor. Artık silkinip uyanmalı ve olaylara bütünlüklü bakmalıyız. Bütünlüklü bir çevre politikası hayata geçirilmelidir. Alınacak her kararda çevreye etkisi dikkate alınmalıdır” diye konuştu.
“Dünya ile rekabet edebileceğimiz tek şey doğa”
Soru: Yıllar içinde bir çevre politikası oluşturabildik mi?
Sarpten: Kesinlikle hayır. Çözüm ve barış, ekonomik kalkınma tartışmaları yapılıyor ama bizim dünya ile rekabet edebileceğimiz tek şeyin doğa olduğunu görmeliyiz. Elimizde dünya ile rekabet edebileceğimiz, dünyaya satabileceğimiz, bu ülkede yaşayan insanlara nefes aldırabilecek tek şey doğamızdır. Bugüne kadar, ne yazık ki, gelmiş geçmiş bütün hükümetlerde, çevre ve doğa gereken önemi görmemiştir. Hiçbir zaman çevreye ayrılan bütçe, genel bütçenin %1-2’sinden fazla olmamıştır. Birkaç dönem dışında çevre küçük bir daireden ibaret ve çevrenin korunmasına değil, nasıl kullanılabileceğine yönelik bir tutum sergilendi. Örneğin yatırımlara ÇED raporu nasıl verilebileceği, belli bölgelerde yapılaşmanın önünün nasıl açılabileceğine eğilindi. Çevre her zaman kalkınmaya engel olarak görüldü.
Son birkaç yıldır ortaya çıktı ki, bugüne kadar yapılanlar bu ülkenin geleceği adına iyi şeyler olmamıştır. Bugün bu ülkede çözümün, barışın uzağında olmamız da, ekonomik olarak çok kötü durumda olmamızın da temelinde bizim doğaya saygımızın kalmaması yatar, tüm bunlar, üzerinde yaşadığımız coğrafyaya kendimizi ait hissetmememizden kaynaklanır. Geçmişte birkaç dönem Çevre ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı oluşturulmuştu ancak ülkemizdeki siyasi çalkantılar ve hükümetlerin kısa ömürlü olması onu da çok kalıcı hale getirmedi. Son 20 senede çevre adına kazanılmış ne olduğuna baktığımızda sadece “çevre nasıl daha az kirletilir”den öteye gidemedik, bu açıdan tükenme noktasına geldik.
“Çevreyle ilgili ciddi sorunlar yaşayacağımızın emareleri var”
Soru: UBP-HP hükümetinin programını çevre konusu açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sarpten: Öncelikle şunu söylemek isterim ki, bir önceki hükümet programı çevre açısından şimdiye kadarki en iyi hükümet programlarından biriydi. İçerisinde birçok önemli açılım vardı ancak uygulama noktasına gelince, Çevre Bakanlığı, dörtlü koalisyon hükümetinde en aksayan bacaktı. Nedense özellikle koalisyonlarda çevreden sorumlu bakanlık hep bir kenarda tutulacak, “belli izinlendirmeler nasıl yapılır” anlayışıyla el değiştiren, pazarlık konusu yapılan birşey oldu. Üç önemli daire, Çevre Koruma Dairesi, Şehir Planlama Dairesi ve Eski Eserler Dairesi’dir. UBP-HP hükümeti döneminde Eski Eserler Dairesi’nin çok tartışıldığını görüyoruz çünkü çok alakasız bir biçimde Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı’nın altına alındı.
UBP-HP hükümet programında çevre konusunda herhangi somut bir açılım yok, daha da kötüsü, uygulamada çevreyle ilgili ciddi sorunlar yaşayacağımızın emareleri var. Örneğin Bakanlar Kurulu açıklandığında, Çevre Koruma Dairesi’nin altında olduğu Turizm ve Çevre Bakanlığını devralan Bakan Ünal Üstel, makamı devralırken bile çevreden tek kelime bahsetmemiş, sadece turizmden bahsetmiştir. Bu da aslında önümüzdeki dönemde çevreyle ilgili hassasiyetlerin olmayacağının sinyallerini bize vermektedir. Turizm pazarlanırken Altın Kumsal’ın, lalelerin, orkidelerin resimleri gösterilmektedir. Turistler doğa tanıtılarak çağrılmaktadır ama doğayla ne derecede buluşturuldukları tartışılır. Turistler 5 yıldızlı otellere, kumarhanelere sokulup doğanın nimetlerinden faydalanmadan, yerel halka da doğrudan bir ekonomik kazanç döndürmeden gitmektedir. Bu turizm modeli, çevreyi koruma anlayışı vizyonuyla uyan bir model değildir.
“Çözüm bekleyen bazı konularla ilgili sorun yaşayacağımız aşikar”
Bir önceki dönemden gelen tartışmalı, çözüm bekleyen bazı konularla ilgili sorun yaşayacağımız da aşikardır. Örneğin Karpaz’daki yapılaşmayla ilgili bazı adımlar atılması gündemdeydi. Sulak alanlar konusunda bazı tartışmalar yaşamıştık, bir tüzük çalışması vardı. Özellikle Mağusa bölgesindeki çevre koruma alanlarının yapılaşmasının önünü açacak bazı adımları bir önceki dönem bizzat başbakanın müdahalesiyle belli noktalarda durdurmuştuk. Şimdi bunların hepsi muallaktır.
20 yıl içinde çam-kese böceği sorunu ortadan kalkmıştır. 2 sene öncesine kadar büyük bir sorun olan bu konuda planlı, sistemli bir çalışmayla, doğru yöntemlerle, biraz bütçe ayrılarak, doğru mücadeleler yapılarak o sorun çözülmüş, durumdadır. Ancak yeni hükümette bu konu ne olacak? Ciddi bir soru işareti var...
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
AYRI başlık !!!!!
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
“Sivrisinek mücadelesi yazda, üç ayda
bir yapılacak mücadele değildir”
Soru: Çok ciddi bir sivrisinek sorunumuz var, yaz geldi ve gündem burasıdır…
Sarpten: Biz bu sorunla ilgili özellikle belediyelerle çok ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Ne yazık ki “Avrupalı” geçinen belediyeler bile hala Avrupa’dan uzak, çağdışı yöntemlerle, kimyasal ilaçlarla ve havada uçan sivrisineğe ilaç sıkarak sivrisinek sorununu çözeceğini zannetmektedir. Oysa 30 yıldır bu sorunun her geçen yıl arttığını görmekteyiz. Öncelikle sivrisinek sorununun olduğunu kabul edeceğiz ve bunun ilaçlamakla çözülmediğini bileceğiz. Bütün yerel yönetimlerin sivri sinek mücadelesi konusunda özel birimleri olmalıdır. Sivrisinek mücadelesi yazda üç ayda yapılacak bir mücadele değildir. Mücadele kaynağında yapılmalıdır. Sivrisinekler suda ürer, tek bir sivrisinek binlerce yeni larva bırakır. Bu konuda yapılmış bilimsel çalışmalar göstermektedir ki, en doğru ilacı, en doğru zamanda havaya sıksanız bile uçan sivrisineklerin sadece %20’sini öldürebilirsiniz ama sorunu çözmüş olmuyorsunuz. İnsanları kanser yapmak da cabası... Sivirsinek sorunu için kaynağında mücadele edilmelidir. Bu konuda belediyelerle kavga ediyoruz. Bazı belediyeler geçmişe göre olumlu adımlar atmıştır ama şu anda istenilen düzeyde belediye tam anlamıyla yoktur. Ancak Lefkoşa, Mağusa, Güzelyurt gibi bazı belediyeler nispeten bu çalışmayı yapmaya başlamıştır ancak yeterli değildir. Tamamen kimyasal mücadele ile sivrisinekle mücadele edeceğini zanneden belediyeler vardır. Bu yıl yağışların yoğun gelmesinden, her yerin şantiye olmasından dolayı sivrisinekler çoğalmıştır ve daha da çoğalacaktır. Bununla birçok açıdan mücadele edilmesi gerekiyor. Sağlık Bakanlığı, Temel Sağlık Hizmetleri Dairesi yaklaşık 20 yıldır en doğru şekilde, larva mücadelesiyle, su kaynaklarına bakteri preperatları atarak mücadeleyi yapmaktadır. Bütünlüklü bir ülkesel planla hep birlikte bu konuda mücadele edilmesini beklerken, Sağlık Bakanlığı’nın da mevcut uygulamadan da geri atabileceği konusunda endişelerimiz vardır.
Bir önceki dönemde Eğitim Bakanlığı’yla ciddi çalışmalar yaptık ve ilk defa ekoloji dersi mecburi ders olarak müfredata girdi. Önümüzdeki süreçte bunun nasıl devam edeceğine dair ciddi endişeler vardır.
“Çevre dikkate alınmadan atılacak adımlar bize felaket olarak geri dönecek”
Hükümetler değiştiğinde konuları yeni bakanlara, onun kadrolarına konuyu anlatana kadar zaman kaybedilir. Yine böyle bir sürece girdik. Çevre unsurunu dikkate almadan atılacak adımlar bize felaket olarak geri dönecektir. Örneğin Sulak Alanlar Tüzüğü, derelerin korunması, akarların rehabilite edilmesi konusunda bir çalışma vardı. Bunların ne kadar hayata geçirileceğini göreceğiz çünkü çevreyle ilgili birşeyler yapmak o hükümetin vizyonuyla alakalıdır. Dörtlü hükümetin düştüğü gün, Başbakan ve dört bakan, çevre örgütlerinin temsilcileriyle Sulak Alanlar Tüzüğü’nün nasıl hayata geçirilebileceğiyle ilgili çalışma yapıyorduk. Sanırım Başbakan’ın da, ilgili bakanların da en son çalışması buydu. Orada bütün ilgili taraflar uzlaşarak tüzüğün nasıl olması gerektiğine karar verilmiştir. Tüzük şu anda havada kaldı. O toplantıdan çıkıp eve giderken radyoda hükümetin düştüğünü duydum.
“Hükümetin çevreyi korumakla ilgili vizyonu yok”
Avcılık Federasyonu’yla çok tartışılan, eleştirilen Av Yasası’nın değiştirilmesi konusunda uzlaşıya varmıştık ve konu meclis komitesine kadar geldi. Bu da yeniden baştan başlayacak.
Bahsettiğimiz tüm konuların aşılabilmesi için hükümetin çevreyi kullanmak değil, korumakla ilgili vizyonu olması gerekir. Bizde oluşan ilk izlenim, hükümetin böyle bir vizyonu olmadığı yönündedir.
“Kalkınma ve çevre birbirine rakip iki unsur değil”
Soru: 5 Haziran Dünya Çevre Günü bir farkındalık günü. Bu yılki tema da “çevre ve kalkınma”dır. Kalkınma ve çevre nasıl bir arada olmalıdır?
Sarpten: İmar planları konusu mahkemelik oldu, Şehir Plancıları Odası, İçişleri Bakanlığı ve Şehir Planlama Dairesi’ni dava etti. Planlama aşamasında ciddi sıkıntılar olduğu görülmektedir. Geçtiğimiz günlerde müteahhitlerin “bu ülkede daha fazla inşaat yapılacak alana ihtiyaç vardır” yönünde açıklamaları oldu ki daha önce yine müteahhitlerin 40 binin üzerinde atıl binalar olduğuna dair açıklaması da olmuştu. Çarpık yapılaşma alıp başını gitmiştir.
Kalkınma ve çevre birbirine rakip iki unsur değildir. Çevre günü bir kutlama günü gibi algılanır oysa ki çevre açısından kutlama noktasında değiliz, bunu bir uyarı günü olarak algılamalıyız. Çevre Günü dolayısıyla da ülkemizin içindeki çevre sorunlarının farkına varmalıyız. Biz kendi katı atık, sivri sinek, trafik, hava kirliliği, çarpık yapılaşma sorunu gibi küçük çevre konularımızla uğraşırken aslında çok fazla bizim yaratmadığımız, bizim başımıza bela olan iklim değişikliği sorunu da var. Çevreyi, doğayı dikkate almadan yaptığımız yatırımlar, günü birlik, bir kat daha fazla yapmak uğruna atılan adımlarla karşı karşıyayız. Bugün Girne’de 12 katlı binalardan, 100 binin üstüne çıkan nüfustan bahsediyoruz ama 10 bin kişiye yönelik bir kanalizasyon kapasitesi var, onun da ne derece sağlıklı artıma yaptığı tartışılır. 90 bin insanın atığı yer altındadır, denize karışmaktadır. Bu çarpık yapılaşmanın sadece bir boyutu...
Biz hala daha aynı yağış rejimleri varmış gibi davranıyoruz. Bir ay evvel sel baskınları yaşarken, şimdi 40 derecenin üstünde sıcakları yaşıyoruz. Artık bu coğrafyada çevre unsurunu dikkate alarak hareket etmek zorundayız. Eğer bu hükümet de bunu dikkate alarak hareket etmezse, yapacağı bütün yatırımlarda, alacağı bütün kararlarda “acaba çevre ne kadar etkilenir” diye hareket etmezse, günün sonunda felaketlere davetiye çıkarmaya devam edeceğiz. Bu karayollarının yapımı, imar planlarının hazırlanması, trafiğin planlanması gibi pek çok konuda böyledir.
“En büyük çevre sorunu, yönetenlerin çevreyle ilgili iradesinin olmaması”
Soru: En büyük çevre sorunumuz nedir?
Sarpten: Taş ocaklarından CMC’ye, kimyasal ilaçlardan hava kirliliğine varıncaya kadar pek çok şey sıralayabiliriz ama hepsinin temelinde, bu ülkedeki en büyük çevre sorunu olan, yönetenlerin çevreyle ilgili iradesinin, çevreyi korumaya yönelik bir niyetinin olmaması yatar. Ne yazık ki anlayış “çevre nasıl kullanılır” anlayışıdır, “nasıl koruruz” değildir. Yöneticiler bu anlayışla hareket ettiği için sorunlar yaşıyoruz ve bundan sonra da katlanarak daha fazlasını yaşayacağız. O yüzden Dünya Çevre Günü bizim için kutlama günü değildir, gelecekteki tehlikelerle ilgili bir uyarı günü olarak algılanmalıdır.
“Çocuklar yere pet şişeyi çocukken
atmaz ama büyüyünce atar”
Soru: Toplumun çevre konusunda bilinç düzeyi nasıl?
Sarpten: Halkın bilinç düzeyi yüksek ama bizdeki sorunun bilinçle alakalı olmadığını düşünüyorum. Çocuklar dahil herkes pet şişenin ne kadar uzun zamanda doğada yok olacağını bilir ama gene atar. Çocuklar çocukken atmaz ama büyüyünce atar. Bizdeki sorun sahiplenmeyle alakalıdır. Genel siyasal belirsizliğin, gelecek kaygısının bununla çok alakalı olduğunu düşünüyorum ve bunun sosyolojik araştırması yapılmalıdır. Bizde herkesin evi, bahçesi temizdir ama bahçesini temizleyip yan arsaya atar. Biz çevreye sahip çıkmayız, korumayız çünkü çevreyi kendimize ait görmüyoruz. Bilinç derken çevre kirlenmesinin ne gibi sorunlar yarattığını bilmekten bahsediyorsak, dünyadaki pek çok insandan daha bilinçliyiz ama çevreyi korumayı kastediyorsak, bunu yapmıyoruz. Kimisi için dünya sadece evi ve küçük ailesidir. Bizdeki çevre kirliliğinin bir numaralı nedeni bireyselleşmeye gitmektir. “Daha çok bina yapıp satalım, daha çok beton dökelim, dağları daha çok kemirelim”... Kendi dünyanızı eviniz görürseniz farklıdır, kendi dünyanızı ülkeniz görürseniz farklıdır, kendi dünyanızı tüm dünya olarak görürseniz duruşunuz farklıdır. Bugün Brezilya’da yanan bir orman için üzüntü duyarsanız, evinizin bahçe duvarının diğer tarafına çöpünüzü atmazsınız. Çevreyle ilgili bilinç üst düzeydedir ama çevreyi sahiplenme, çevreye değer verme ve çevreyi koruma ne yazık ki alt düzeydedir.
Ben Annan Planı’nın bu konuda çok büyük suçu olduğunu düşünüyorum çünkü topluma gelecek için büyük bir umut vermiş olsa da sonrasında da büyük bir umutsuzluk vermiştir. Yapılaşmayı, çevre kirliliğini, dağların oyulmasını ve birçok çevre sorununu bize getirmiştir. Bu ülkenin bizim olmadığını, bu ülkeyi vatan bilemeyeceğimizi, bu ülkede geleceğimiz olmadığını göstermiştir, “o halde doğayı ne kadar sömürebilirsek sömürelim” anlayışı içimize işlemiştir, bunu içselleştirdik. Çevre problemimiz bu siyasal ve sosyolojik sorunlarla bire bir bağlantılıdır.
“Bize bir ‘Amman planı’ lazım”
Soru: Ne yapmak lazım, nasıl uyanacağız?
Sarpten: Bize bir ‘Amman planı’ lazımdır. Aman betonu durduralım. Mevcut anlayışla devam edersek daha çok bedel ödeyeceğiz. Toplumun silkinip kendine gelmesi ve neyin önemli olduğunu fark etmesi gerekiyor. Ekonomik kalkınmanın da, çözüm ve barışın da önemli olduğunu düşünüyorum ama bu ülkede çocuklarımıza sağlıklı yaşayabilecekleri bir coğrafya bırakamayacaksak, bunların hiçbir değeri yoktur. Özümüze, yerel unsurlarımıza dönmemiz gerekiyor. Devletin de adımlar atması, çevre politikasının devletin öncelikleri arasına girmesi gerekir. Yoksa hep kaybedeceğiz. Bazen bir ağaç kesilmesin diye oradan yol geçmemelidir. Ne yazık ki yol geçecekse ağacın kesilebileceği normalleştiriliyor. Artık silkinip uyanmalı ve olaylara bütünlüklü bakmalıyız. Bütünlüklü bir çevre politikası hayata geçirilmelidir. Alınacak her kararda çevreye etkisi dikkate alınmalıdır.